- Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
Felsefe, psikoloji, sosyoloji gibi ilimlerle yüzyıllardır insanı tanımanın ve anlamanın peşindeyiz. Ben de insanı biraz daha tanıyabilmek, psikolojiye biraz daha vakıf olabilmek için yakın zamanda Engin Geçtan’ın İnsan Olmak adlı kitabını okudum. Kitapta insan davranışlarının altında yatan nedenler ve farklı psikoloji ekollerinin insanı değerlendirme biçimleri yer alıyordu. Yazar, içimizde iyi ve yapıcı özelliklerle kötü ve yıkıcı özelliklerin bir arada bulunduğunu ifade ediyordu. Sevgi ve kabulün olduğu bir ortamda büyüyen kişilerde iyi ve yapıcı özelliklerin öne çıkacağına inanıyordu. Ne var ki insan psikolojisine dair birçok bilgi edindiğim bu kitabı bitirdiğimde bir şeyin eksikliğini hissetmiştim içimde. İnsanı anlamaya ve anlatmaya yönelik yazılmış bir kitapta onu yaratandan hiç söz edilmemesinin eksikliğini. Değil mi ki türlü halleri, davranışları olan insan kendi kendine var olmamıştı. Onun her halinden haberdar olan, iyiye ve hakikate yönelmesini arzulayan bir yaratıcısı vardı.
Bu kitabın ardından okumaya başladığım Dokuz Yüz Katlı İnsan adlı kitap ise adeta hissettiğim bu eksikliği kapatmak için yazılmıştı. Yazarı Mustafa Merter uzun yıllar yurt dışında yaşamış, kendi deyimiyle gençliğinde hippicilere özenmiş, tüm edindiği psikoloji ilmine rağmen defalarca depresyona girmiş, meditasyon gibi yöntemlerle ruhunu yüceltmeye çalışmış ancak aradığı huzuru yıllar sonra ülkesine dönüp İslam’ı yaşamakta ve tasavvufta bulmuştu.
Kitaptan söz edecek olursak ilk sayfalarda bilinçdışının keşfinin tarihçesi, Freud, Jung, Maslow gibi farklı psikiyatristlerin düşünceleri ve kullandıkları yöntemler ayrıntılarıyla karşımıza çıkıyor. Psikoloji tarihine hakim olmayan biri buraları kavramakta zorlanacaktır. Ben bu kısımları birkaç kez art arda okuyup kısa notlar alarak ilerledim.- Kitabın ilerleyen sayfalarında bilinç halleri üzerinde durulduğunu görüyoruz. Günlük alışılmış bilinç durumundan ve bunun dışına çıkmak için kullanılan meditasyon, sarhoşluk, hipnoz, uyku gibi farklı bilinç durumlarından söz ediliyor. Tüm bunların ötesinde C. Tart tarafından araştırılan Değişik Bilinç Halleri’nin aslında bizde yüzyıllar önce ortaya konmuş tasavvuftaki “hâl” kavramını yansıttığı tespiti kıymetli. Benötesi psikolojisinin tasavvufla ne kadar örtüştüğünü de görüyoruz. Ama bunları keşf edenler uzak Doğu mistisizminin etkisinde kalmalarına rağmen tasavvuftaki nefs anlayışını bilmeden ortaya bir şeyler koymuş ve bir noktadan sonrasına geçememişlerdir. Bu tespitten sonra kitap ağırlıklı olarak tasavvufi bilgiler eşliğinde ilerliyor. Kuran’dan ve Mevlânâ'dan yapılan alıntılarla insanın, şu dokuz yüz katlı ruhu olan insanın ulaşabileceği mertebelerden söz ederek hayat yolculuğuna ışık tutuyor. Kitap boyunca bizle sohbet eden, kendi hayat tecrübelerini anlatan, İslam’la hayatını güzelleştiren, tasavvufla yaşamın anlamını keşf eden bir Mustafa ağabey sanki bizle sohbet ediyor. Bize yaratıcısının insanı ne için yarattığını anlamadan kat edilen psikoloji yolculuğunun ne kadar eksik ve yetersiz olduğunu, insanın çıkabileceği, ruhunu yüceltebileceği daha birçok basamak olduğunu hatırlatıyor.
Şöyle ki esasen insanın yaşadığı tüm zorluklar bir üst kata çıkabilmesi, kendini tanıyabilmesi içindir. Bu üst kat kavramı yani nefs mertebeleri kitapta bir gökdelen benzetmesiyle somutlaştırılıyor. Gökdelenin en alt katındaki karanlık odada kendini eğlenmeye veren, anlık hazlar peşinde koşup bir süre sonra iyice bunalan insanlar var. Bir üst katta parayı her şeyin önüne koyan, aklı fikri maddiyatta olan insanları görüyoruz. Onun üstünde dış görünüşe takılmış, estetik peşinde, kendini farklı gösterme derdinde olan insanlar yer alıyor. Bir üst katında ailesiyle ilgilenen, vaktini çoluk çocuğuyla geçiren bir insan görüyoruz. Onun üstünde ise bir aydınlık kaplıyor etrafı. O katta hastalara bakan, yetim başı okşayan bir insan var. Bir üst katta ışık daha da artıyor, kendisini ibadete vermiş, ağzı dualı bir zat görüyoruz. En son katta ise artık sadece ışık (nur) var, insan o ışığa karışmış ve artık ayrı bir varlık olarak görünmez olmuş. Ve bu katlarda olan kişiler aslında aynı kişi. Hepimiz bu katlar arasında gezinebiliriz. En alt katta hapis kalmak da mümkün, üst katlara çıkıp ışığa karışmak da. Batı psikolojisi maalesef bu katların varlığından habersizdir.
Yazar kitabında özetlediği tüm ekollerden sonra Batı psikolojisi ekollerini eleştirmeye ve eksik bulduğu yanlarına ışık tutmaya çalışıyor. Ona göre bu psikoloji bilimini inşa edenler; narsist ve hedonist insanların ortaya çıkmasını kolaylaştırmış, insanı vermek yerine daima almaya teşvik ederek adeta insanlığın çöküşünü hızlandırmışlardır. Bütün insanlar üst katlara hasret olmasına rağmen ona gidecek olan yolu bilmemektedir. Psikologlar insanı bir üst kata çıkarmak yerine içinde bulunduğu katı süslemeye yönlendirmektedir. Böylece insanlar kendini mutlu etme peşinde gittikçe bencilleşmektedir. Bu bencilleşmeyle insan sadece kendine zarar vermiyor, küresel boyutta ekolojik bir kirlenmeyi de beraberinde getiriyor. Oysa gerçek özgürlük için yükselmek gerekiyor, yükselmek ise vermekle, en az kendin kadar bir başkasını düşünebilmekle, sendekini paylaşmakla başlıyor.
Psikoloji alanında çok ilerlememize rağmen insanların neden tekrar eden depresyonlara, kaygıyla ilgili hastalıklara duçar olduğu sorusunu akla getiren kitap bu soruya verdiği tatmin edici cevaplarla benim başucu kitaplarım arasında yerini aldı. Bir kez daha görmüş oldum ki geçmişimiz, büyüklerimiz, verdikleri eserler, dikkat çekmek istedikleri noktalar çok kıymetli. Böyle bir geleneğin içerisinde, hak dine gönül vermiş zatların ardından var olmak da öyle. “Cihân-ârâ cihân îçindedir ârâyı bilmezler / O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler” dizelerinde Fuzûlî’nin dikkat çektiği gafillerden olmayıp kendi değerlerimize sahip çıkarak önce onları özümseyebilmek ne kadar da önemli. Yeni çağ manevi arayışlarının çokça arttığı şu günlerde inancımızın, özümüzün, gerçek huzuru bulan büyüklerimizin kıymetini bilenlerden olmak ümidiyle…
Zeynep Odabaş
twitter.com/zeynneppakyol