23 Mayıs 2014 Cuma

Satırdan değil, sadırdan okumak

"Akıl öyle bir acizdir ki ancak acizlere yol gösterir."
- Hz. Mevlânâ

"Ağlayıp nâlân edip düştüm yola tenhâ garip
Dîde giryân, sine biryân, akıl hayrân bîhaber."

- Niyâzî-i Mısrî

"Düşünce, akılla olur. Tasavvuf gönülle olur. Akılla gönül, bir araya gelmez. Gönül devreye girdi mi, akıl firar eder."
- Ömer Tuğrul İnançer

Gönülsüz yapılan hiçbir işten hayır gelmez. Yahut gönülsüz hiçbir iş yapılmaz. Bunun farkına varamayanlar olduğu gibi bir de tamamen gönülleriyle yaşayanlar vardır ki; onları anlamaya bizim dimağımız yetmez. Burada imdadımıza Ziya Paşa, "İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez / zira bu terazi bu kadar sikleti çekmez" sözüyle yetişebilir. Nitekim herkes her şeyi anlayabilseydi, herkes anladığını herkese aktarabilseydi; eli öpülesi hocalarımızın ne kıymeti kalacaktı? Hoca, hocadır. Hocalık da hocalara mahsustur. Dolayısıyla tasavvuf hakkında konuşmak da hocalara mahsustur; romancılara yahut televizyon şöhretlerine değil. O hocaların sohbetlerinden ve yüce gönüllerinin kapısından mahrum bir ilim, ilim midir? "İlim ilim bilmektir / ilim kendin bilmektir" diyen Yunus Emre'miz, aslında "Nefsini bilen, Rabb'ini bilir" yoluna ışık tutmamış mıdır? Sezai Karakoç, "İnsandan insana şükür ki fark var" derken gönül ehillerini çok ayrı bir köşeye koymamış mıdır? Soruların cevabını bilemeyiz. Cevap verirsek de hadsizlik ederiz. Tasavvuf, bu sorular ve cevaplar arasında ilmek ilmek dokur şahsı. Çok uzun, çileli bir yol olduğu ne kadar klişeyse o kadar gerçektir. Derviş, o çilede incelir, incelir, incelir... Artık kitaba girelim, Ömer Tuğrul İnançer hoca şöyle der: "Dervişlik, imbikten geçirilmiş Müslümanlıktır."

Bu kitap önerisinde, eğer kitabın içeriğinden çıkıp tasavvuf hakkında ahkam kesme gafletine düşersem önce Allah, sonra da tasavvuf ehilleri beni affetsin. Zira amacım, kitabı önermek. Lakin konunun temelinde gönül olunca, insanın ağzı durmuyor. Durdurmak lâzım, çünkü selâmet'ül insân fi hıfz'il-lisan. Yani insanın selameti, dilini tutmasındadır. Tirmizî'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte de "Dilini tut, evini genişlet, günahlarına da ağla!" buyrulmuştur. Konuyu daha fazla dağıtmadan, öncelikle kitabın konu başlıklarını sıralayayım: Melâmet, sohbet ve halvet, ilim ve cehalet, esmâ ve tecellî, râbıta ve seyru sülûk, velîlerin içtihadı, derviş ve siyâset, tasavvuf ve günlük hayat.

Ayşe Şasa'nın sorularına Ömer Tuğrul İnançer hocanın verdiği cevapları Berat Demirci kitap haline getirmiş, ismi de Vakte Karşı Sözler olmuş. Neden böyle olduğu da kitabın ilk konularında hemen ortaya çıkıyor. İnsanın, toprakla ve dolayısıyla kadim gelenekleriyle hiçbir bağının kalmadığı modern dönemlerde tasavvufun ne kadar önem kazandığı ortada. Fakat bu önemi modern Türk edebiyatının en büyük "baskı" yaptıran konu (tasavvuf) olarak ve Pîr'i (Hz. Mevlânâ) daima romanlara "konu" etmek de bir o kadar moda. Modaya maruz kalmamak, herkesin uğradığı akıbete uğramamak için kitaba sadece göz ve kulak değil, gönül vermemiz gerekiyor. Çünkü:

"Şunu unutuyor insanoğlu: Allah, tornadan çıkma, hepsi birbirinin aynı olan kullar istemiyor. Böyle bir isteği yok Allah’ın. Onun için ‘İkra’ kitâbek!’ diyor. Herkes kendi kitabını okuyacak..."

Sömürüye dayalı çalışma hayatı içinde tasavvufun nasıl yaşandığına dair sorulara, hoca oldukça keskin cevaplar veriyor. Tasavvufun bir düşünce değil, yaşam biçimi olduğunu sıklıkla tekrar ediyor. Bir dervişin, tasavvuf dışında başka bir şeyle yaşamasının mümkün olmadığını belirtiyor. Tüm bunlara rağmen kendine "çile" seçmeye çalışan ama aslında gaflete düşenleri de uyarıyor. Tasavvufun, kendi başına öğrenilecek bir şey olmadığının kat'iyetle üzerinde duruyor.

"Tasavvufun altın kuralı söz dinlemektir. Kimse bu yolda kendi kendine ilerleyemez."

"Mesela hacca gitmek, uçakla gitmek ve soğuk hava tertibatı olan bir çadırda, Arafat’ta oturmak imkânı varken "Daha çok ecir kazanayım!" diye güneşin altında oturmak Müslümanlık değildir. Hint fakirliğidir."

"Batağa batmaktan korunarak, biraz çamur da bulaşsa saza dala tutunarak, yardım alarak, belki biraz daha yavaş ama mutlaka yol alınacak… Yol oradan geçiyorsa “Bataklık var, ben kaldım!” denilemez. Ama düz asfalt varken, ecir alacağım diye bataklığa da sapmamak lâzımdır."

Maalesef tasavvuf gibi bir umran okyanusunu, hümanizm fincanına doldurmak isteyen gafiller var. Tıpkı kadının kutsiyetini feminizm, doğanın emanetlerine ihanet etmemeyi çevrecilik kavramlarına büründürmek isteyenler gibi. Gafiller dedim, çünkü gafiller. Bu gafiller bu kafalarından dolayı Yunus Emre'yi idealist, Karacaoğlan'ı lâik, Hz. Mevlânâ'yı da hümanist bilirler ve öyle tanıtılsın isterler. Rahatsızlıkları aslında çok açıktır:

"İslâm’ın kadına verdiği değeri ve onun haklarını bilseler, insanlar ayrıca feminist olmazlar. Hazret-i Peygamber’in mesela "Kıyametin koptuğu ânı görseniz, elinizde bir fidan varsa dikiniz!" emrini veya tavsiyesini işitmiş olsalar, ayrıca "çevreci" diye bir akıma lüzum kalmaz. Müslüman olmak kâfidir. Daha evvel konuştuğumuz, Allah’ın hudutlarını muhafaza etmek mevzuunda, insanın kendisi dâhil, her şey ona bir emanettir. Emanete riayet, imanın şartlarındandır."

İman da maalesef kiminde oluyor kiminde olmuyor. Onu biz bilemeyiz. Ama görünen bir köy vardır, kılavuza da bir ihtiyaç yoktur o köy yolunda. Hocanın keskin ve hakikatli sözleri arasında bizim gibilere başta tuhaf, sonra da haklı gelenleri oldukça anlamlı. Mesela "Allah'ın dediği olmaz!" sözü. Çünkü Allah'ın dilediği olur. Bu minvalde "Eğer Allah dileseydi Hz. Adem’in o ağaca yaklaşmasına mâni olurdu. Allah’ın dilediğinin gayrısında yaprak düşmez" der hoca. Bir de "Her canlı bir gün ölmeyecektir, ölümü tadacaktır" der ve bunu da şöyle derinleştirir: "Beden değişiyor. Ama biz değişmiyoruz. Hep varız. Ve bundan sonra da var olacağız. Yok olmak için var değiliz. Allah, halifesini yok etmek için yaratmamıştır.

Kitabın özellikle son bölümü olan "Tasavvuf ve günlük hayat", hocanın yıllar evvel Türk Edebiyatı Vakfı'nda yaptığı bir konuşmanın metni. Bu konuşmada tasavvuf kavramlarını, deyimlerini ve sözlerini aslında günlük hayatımızda ne kadar da çok kullandığımız aşikâr oluyor. "Bel bağlamak", "çile çekmek", "abdala mâlum olmak", "çelebi adam", "eyvallah", "illallah", "ağzı kara", "lokma görmek" bunlardan sadece bazıları.

İnsanız ve bir çabamız olması lazım. Hoca, bu olması gereken çabayı şöyle açıklıyor: "Her devirde, sahip olanlar da kaybedenler de hep vardı, hep var olacak. Sahip olanların çoğaltılması, kaybedenlerin kayıplarına kavuşturulması çabası içinde olmak lâzımdır."

Dolayısıyla gönülle yaşarken ve bunu öğrenirken satırdan değil, sadırdan okumak gerekiyor. Bu yolu sadırdan okuyup sadırda yaşamak isteyenler için bol hatırlı bir kitap...

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder