13 Şubat 2024 Salı

Validelerimizi tanımak Efendimizi yakından tanımaktır

"Ol cihânın fahrinin sırrına kurbân olayım
Hutbe-i levlâk âyetin şânına kurban olayım
Kaab-ı kavseyn-i ev ednâsına kurbân olayım
Ben anın ilm ile irfânına kurbân olayım
Ben anın esrâr-ı Mi’râc'ına kurbân olayım."
- Niyâzî-i Mısrî*

Ömer Tuğrul İnançer Efendi'nin âlem-i cemale yürüyüşünün üzerinden bir seneyi aşkın zaman geçti. Onun gidişiyle birlikte kavrulan gönüller, bir şeyin farkına vararak bir nebze ferahlık buluyor: Murâdî Hazretleri kelâmıyla, hâliyle, eserleriyle, emekleriyle, her zaman örnek tavrıyla, her an eyvallahsız duruşuyla, Fahr-i Kainat Efendimize ve Türk Bayrağına olan yüksek hassasiyetiyle her an aramızda.

Zaman ilerledikçe sözlerinde, davranışlarında ve hassasiyetlerinde ne kadar haklı olduğunu, bu hassasiyetlere sarıldığımız müddet içinde elde ettiğimiz kazançtan anlayabiliyoruz.

Ne elde ediyoruz, nedir kazancımız? Evvela Allah'ı bilmemize, bulmamıza ve böylece daha çok sevmemize yegâne vesile olan Peygamberimizi daha çok tanımak. Tanıdıkça daha çok bilmek, bildikçe daha çok sevmek. Tıpkı Mevlâ'mızla aramızdaki ilişki gibi. Böylece varlık âleminde tek var olanın Hakk olduğunu bilmek, kâinata böyle bakabilmek, en yakından en uzağımıza bu bilinçle hizmet edebilmek. Vatanımızın, kültürümüzün, medeniyetimizin kadrini kıymetini anlamak. Dört bir yanımızda ve elbette Anadolu'muzda yaşanmaya devam eden tasavvuf iklimine mûsıkîyle, nutk-i şeriflerle, hurde-i tarîke olan hassasiyetiyle emek vermiş büyükleri hatırlamak, onları anlatmak ve dolayısıyla hâlâ hayatta oluşlarından yeni hisseler devşirmek. Saymakla bitmiyor ama şurası gerçek ki sadece saymakla bile insan neşe buluyor. Bir de yaşanıyorsa, ne âlâ.

Tuğrul Efendi dendiğinde akıllara ilk gelen kelimelerden biri maariftir. O tek başına bir bilgi ve kültür hazinesidir. Onu iyi takip edenler ve gönül kulağıyla dinlemiş olanlar şu hayati meseleleri hayatlarında farklı bir boyuta taşımış olmalılar: Peygamber sevgisi, bayrak hassasiyeti, müziğinden edebiyatına ve mimarisinden ahlakî yaşamına dek Türk tarihi, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Mevlevîlik. Bendeniz birkaç yıldır yaptığım çevrimiçi atölyelerde acizane söylerim; Mevlânâ sultanımız ve Mevlevîlik üzerine ne buldumsa okumaya çalışıyorum. Ancak pek çoğu Tuğrul Efendi'den okuduklarımın ya da işittiklerimin yanında sönük kalıyor. Bu da bir bahs-i diğer... Yine Tuğrul Efendi'nin sadece son yıllarında değil -burayı özellikle vurgulamak isterim- ömrü boyunca dile getirdiği bir başka hassasiyet noktası da Peygamber Efendimizin hanımlarıdır. Sure-i Ahzâb'ın altıncı ayetine binaen Ümmehâtü’l-mü’minîn ya da Ezvâc-ı Tâhirât şeklinde tabir edilirler. Söz konusu ayet, Peygamberimizin hanımlarına gönlümüzün ne yanıyla bakmamız gerektiğine dair de yegâne işarettir: "Müminler için Peygamber, kendi nefislerinden daha evladır. Peygamber'in zevceleri müminlerin anneleridir."

Mustafa Tınmaz ile İzzet Yılmaz'ın hazırladıkları Mübarek Annelerimiz, 2024 yılının Sufi Kitap nezdindeki ilk kitaplarından oldu. Tuğrul Efendi'nin 2013 yılında umuma açık olarak yaptığı sohbetlerden derlenen bu kitapla birlikte, Tuğrul Efendi'nin "İnşallah bu sohbetleri bir yayıncı ele alır ve hazırlayıp kitap hâliyle neşreder" temennisi de tecellîye dönüşmüş oluyor. Peki, okuyucuları Mübarek Annelerimiz kitabında neler bekliyor? Efendimizin zevceleri hakkında oldukça öz ve faydalı bilgiler, on üç validemizin hayatlarından hadiselerle birlikte bazen nükteler bazen de günümüze tesir eden meseleler, asr-ı saadette cereyan eden bazı önemli olaylara nasıl bakmamız gerektiğine dair ince yorumlar... Kitabın sonunda ise yine Tuğrul Efendi'nin vaktiyle tarif ettiği, çizdirmeyi istediği, mübarek annelerimizin odacıkları (hücreleri) hakkında bir kroki yer alıyor. Sohbet, tasavvufta işte böylesine önemli bir araç. Yaşıyor ve yaşatıyor zira kaynağı belli, sebebi belli. Burada Mustafa Kara hocamın şu latif sözlerini hatırlatmak isterim: "Herkes severse, Sevgili etrafında sohbet döner durur. Mevlânâ da İbnü’l-Arabî de bunu anlatıyor, bizim Yûnus'umuzun da derdi budur, başka bir derdi yoktur. Gönül adamlarının, gönül erlerinin başka bir derdi yoktur. Yaşadıkları sevdayı bizim de yaşamamızı istiyorlar."

Tuğrul Efendi, gerek televizyon programlarında gerek konferanslarda özellikle bazı konulardaki hassasiyetini net biçimde ortaya koymuştur. Bir Müslümanın yaşamındaki olmaz olmaz kaideleri hem ifadeleriyle hem de bu ifadeleri dile getirirken takındığı tavırla belli etmiştir. Kamu nezdinde kimi zaman 'celalli' görülen bu hâllerin kaynağında sevginin olduğuna asla şüphe edilmemelidir. Zira ancak seven, çok seven bir insan bu kadar dert sahibi olabilir. Ancak bu kadar dert sahibi olan biri başkalarının dertlenmesini ister. Öte yandan şu kaide de unutulmamalıdır: Asabiyet-i diniyesi olmayanın imanı tehlikededir... Herkes için "Ben Hakk'a âşığım" demek kolaydır ama eskilerinde buyurduğu gibi ispat isterler, delil isterler. İşte o ispatlar ve deliller içinde şu zamanda en anlamlısı da bir tavrı hiç eğip bükmeden ortaya koymaktır. Tuğrul Efendi bunu yer, mekan, zaman fark etmeksizin yapmış, çoğu zaman da hem halk hem de yöneticiler nezdinde bazı önemli değişiklerin olmasına zemin hazırlamıştır. Perşembe geceleri (cuma gecesi) okunan salalar sadece bir geleneğin sürdürülmesi için değil, Fahr-i Âlem Efendimize olan sevgimizi aşikâr etmenin, sahiden de sevebilmenin bir gereğidir. İşte nicedir unutulan bu hassasiyet, Tuğrul Efendi'nin bilhassa televizyon ekranlarından yaptığı çağrının bir neticesidir: "Perşembe günü akşamları, salâ, İstanbul'da kalktı, yok! Salâ verilmiyor. Neden? Yani İstanbul'da kanun başka; Konya'da, Malatya'da, Sivas'ta başka mı? Bendeniz 42 senedir Konya'ya Hazret-i Mevlânâ ihtifallerine giderim. Her Perşembe akşamı, oh, elhamdülillah, salâ dinlerim! İstanbul'da niye dinlemiyorum?! Hangi münasebetsiz buna mani oluyor veya kim mani oldu da kim yeniden ihdas etmeğe cesaret edemiyor? Cevabı yok! Buyurun! Ve bunu bendenizden başka söyleyecek adam yok mu? İstanbullu Müslümanlar ne yapıyor? Yoksa salât okunmamasından rahatlar mı, memnunlar mı?"

İşte, Mübarek Annelerimiz de bir sevginin ve hassasiyetin neticesi olarak şimdi kitaplık raflarımızda. İnşallah satırlardan sadırlara, gönüllerden gönüllere ulaşır ve annelerimizi daha çok bilerek Efendimiz Hazretlerini de daha çok bilir ve severiz. Vesilelere ihtiyacımız var, bilgi bu anlamda değerli bir araç. Yoksa herkes bir şeyler okuyor ve kitaplığına geri koyuyor. Biz Türkler asırlar boyunca Peygamber sevgisiyle tanınmış bir milletiz. Çünkü bunu hep aşikâr etmişiz ve asla vazgeçmemişiz. Sevgiden, hele ki Peygamber sevgisinden vazgeçilir mi? Bir insanın, bir topluluğun kendini bitirmesi için tek başına yeter bir sebeptir bu. Kitaptan okuyalım: "Kat'i bir kanaatle söyleyebilirim ki cemiyetimizin hastalıklarının tamamı sevgisizlikten kaynaklanmaktadır. Bu sevgisizliğin temelinde de Risâletpenah Efendimiz Hazretlerini (sav) tanımamak, dolayısıyla onu örnek almamak vardır. 'Tanıyoruz' diye itiraz ediyorlar. Lisanen tanıdıklarını söyleseler bile zihinlerinden, gözlerinden anlaşılıyor tanımadıkları. Varlığından haberdar olmak, tanımak demek değildir. Biz Efendimizin sadece varlığından haberdarız. Tanımıyoruz. Efendimizi tanıyıp da sevmemek mümkün değildir. Biz tanımadığımız için yeterince sevmiyoruz. Sevmeyince de toplumumuzun hastalıklarını çözemiyoruz."

Mübarek Annelerimizin evvela isimlerini sırasıyla bilelim. Hz. Hatice, Hz. Sevde, Hz. Ayşe, Hz. Hafsa, Hz. Zeynep binti Huzeyme, Hz. Ümmü Seleme, Hz. Cüveyriye (Cevriye), Hz. Zeynep binti Cahş, Hz. Reyhâne, Hz. Mâriye, Hz. Safiyye, Hz. Ümmü Habîbe, Hz. Meymûne. Sonra hayatlarından hiç değilse ummandan birer katre öğrenelim. Bu öğrendiklerimizin, hayatımızı (okul, iş, aile, eş, sosyal veya ticari ilişkiler) ne kadar dönüştüreceğini muhakkak yaşayacağız. Kademe kademe hayatımıza bir pratik olarak sokarsak eğer öğrendiklerimizi, sevginin nelere vesile olacağını tadıp, gönül safası bulacağız. Kitaptan birkaç paragraf aktarıp yazımı nihayete erdirirken, cümle İslâm âlemi için Ezvâc-ı Tâhirât validelerimizin şefaatlerini Cenab-ı Hakk'tan niyaz ederim.

- Aşk asla tek taraflı olmaz. Karşılıklı iki gönlün muhabbetidir aşk. Bu gönlün biri Resûlullah'ta öteki de Hz. Hatice'de. Nasıl bir aşktır ki o, Efendimiz dünyadan çekilinceye kadar devam etmiştir. Hazreti Hatice dünyadan çekilinceye kadar değil.

- Cenâb-ı Ali Efendimiz bir hadis rivayetinde Hazreti Ayşe'den bahsederken "Resûlullah'ın sevgilisi" diye söylüyor. Hazreti Ali hiç Resûlullah'ın sevgilisine muhalefet edebilir mi? Tâbiînden Hazreti Mesrûk ise Hazreti Ayşe Validemizden rivayet ettiği hadislerin senedinde "Allah'ın sevgilisinin sevgilisi, semadan inen âyetle temize çıkan validemiz" ifadesini kullanmıştır.

- Efendimizin Hazreti Ayşe Annemizle ilgili bir sözü var. "Ben, beni sevdiğin zamanları ve bana nispeten kızgın olduğun zamanları biliyorum" diyor Efendimiz. "Nasıl ya Resûlallah?" diyor Hazreti Ayşe. "Bana kızgın olduğun zamanlar İbrâhim'in Rabbine yemin ederim ki dersin. Beni çok sevdiğin zamanlar Muhammed'in Rabbine yemin ederim ki diye konuşursun."

- Herkes kafasına da gönlüne de çok iyi yazsın. Hulefâ-yi Râşidin Efendilerimizin hepsi bilaistisna seçimle gelmiştir. Muaviye'den itibaren böyle değildir. Muaviye kendi kendine halifeliğini ilan etmiştir. Bu hareket yanlıştır. Hazreti Hasan Efendimiz yeni bir fitne çıkmasın diye Muaviye'nin lehine hilafetten feragat etmiştir. Şiileri sadece İran Şii'si zannediyorlar. Otuz küsur tane Şii grup var. Bir Şii grup Hazreti Hasan'a her gün söverler biliyor musunuz? Niye? Muaviye lehine hilafetten feragat etti diye. Fesubhanallah! Sonra bunlar Resûlullah'ı sevdiğini söylüyorlar. Sonra bunlar Müslümanlık iddiasında.

- Biz Efendimizin sevdiklerini severiz, sevmediklerini sevmeyiz. Efendimizin sevmediği kimse yoktur. Efendimizin sevmediği sıfatlar vardır. Onun için Müslümanlar hiçbir meseleyi kişileştirmezler, şahsileştirmezler. Hiçbir Müslüman, hiçbir sarhoşa düşman değildir fakat sarhoşluğa düşmandır. Hiçbir hırsıza düşman değildir. Hırsızlığa düşmandır. Hiçbir kâfire düşman değildir, küfre düşmandır. Bunları doğru anlamamız, anlatmamız lâzım.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
*Niyâzî-i Mısrî Hazretlerinin bu nutk-i şerifi, Neyzen M. Hakan Alvan tarafından bestelenmiştir. Şuradan dinlenebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder