İzdiham, son yıllarda kâh yayınlarıyla kâh dergisiyle genç olsun şiir yolculuğunda kendini ispatlamış olsun bazı şairleri Türk edebiyatıyla buluşturuyor. Bu buluşmada hassas bir nokta var: İzdiham'dan şiir kitabı yayımlanmış, yayımlanacak olan hiçbir şair pıtrak gibi ortaya çıkmamış. Yıllardır edebiyat dergilerinde şiirleriyle yahut yazılarıyla çalışkanlığını göstermiş. Çalışkan olmak ne kadar şerefli bir şeyse o kadar da başa bela getiren bir şeydir. Derdinizi izah etmek için hem nazımı hem nesiri tercih ettiğinizde bu çalışkanlık yanlış anlaşılabiliyor. Çünkü ülkemizde hâlâ "Şair sen sus, otur şiirini yaz!" gibi abuk subuk bir terane dolaşıyor. Dönen milyonlarca dolaptan biri bu. Susmayan şairlerden biri de Süleyman Unutmaz. 1977'de konuşmaya başlamış, söyleyecek çok şeyi var. Hem de Fena.
Naçizane; 2014 yılında yayımlanan şiir kitapları arasında en çok Onur Bayrak'a ait "Şairi Öldürdüler" adlı kitabı beğenmiştim. 2015 yılında ise Süleyman Unutmaz'ın "Fena"sını. Yılın henüz bitmemiş olması umurumda değil zira muhatapla yapılan bütün muhabbetin akıbetini ilk cümle belirler. Coen kardeşlerin 2009'da gösterime giren "A Serious Man" filmini belki beş kere izlemişimdir. Şairin kitaba bu filmden bir replikle başlaması, okuyucunun gönlüne neler getireceğinin fragmanı gibi: "Bize cevapları vermeyecekse neden soruları hissettiriyor?"
Altı bölüme ayrılan kitap Münacat ile başlıyor. Şairin bu şiirdeki "Ve bana göster rüyamda sonsuzluğu" dizesi Yahya Kemal'in "İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar" dizesine bir reddiye gibi. Oldukça da doğru bir reddiye. İsmet Özel, Üç Mesele adlı eserindeki "Rüya ve Siyaset" serlevhalı makalesinde, Yahya Kemal'in bu sözünden hoşnutsuz olduğu belirtir ve noktayı şöyle koyar: "Bir uyanıklık, bir teyakkuz olan rüyayı övüyorum ve bir müphemlik, bir narkoz olan hayale lânet ediyorum.''
Kitabın ikinci bölümü olan Çöl Saati şairin şiddetli darbelerini göstermeye başladığı yer. Bu yazıya başlığını veren şiir "Mesnevi okuyup sigara içen mütesettir kızlar beni neden sevmezler erkan" hem toplumcu gerçekçi hem de sert bir eleştiri mahiyetinde. "Öyle şey mi olur Erkan niye yüzüm ekşisin İsrail’i lanet mitinglerinde / 4X4’lerde Filistin bayrağı bana neden vermesin gaza sevinci / iftarda Cola Turca içen kardeşlerim yıkacak bir gün İsrail’i / kalbim mühürlendiyse o benim iman eksikliğim" dizeleri hâlâ yaşanan bir gerçekliğin nabzını tutuyor. Şiirin adının, okuyucuyu nereye götürdüğünü Mustafa Kutlu "Bu işte Çorlulu Medresesi, At Meydanı, Tophane’yi çağrıştırıyor ve iki arada bir derede kaldığımızı gösteriyor" diyerek açıklamıştı. Lakin kendisinin bu tip, hızlı okunması gerekebilen dizeler barındıran şiirler için yaptığı "rap şiir" tanımı beni memnun etmedi. Ortada vahim bir gerçek var ve bunun rap müzikle herhangi bir alakası yok diye düşünüyorum. Rap insanları ikna etmeye, inandırmaya çalışır. Şair yanına dertdaş arar. Rap'in muhatabı geniş kitleler olabilir, şair kitleyi bırakıp gönüllere girmeyi ister. Ya da ben bugün sigarayı çayı fazla içtim, bilmiyorum. Ritmik manada da çok rap gibi gelmiyor bana Süleyman Unutmaz şiiri. Mesela Göksel Baktagir'in bir hüzzam saz semaisini dinlerken okuduğum şiir beni ritmik manada zorlamıyorsa ben ona "rap şiir" diyemem. Keza Reşat Aysu, Udî Nevres Bey ve hatta bu yazıyı yazarken arkada döndürüp durduğum Nedim Ağa'nın sultâniyegâh saz semaisi de bu "test"e tabii... Elbette ülkemizde bu rap şiire merak sarmış şairler vardır, olabilir. Rap müzik Tupac Shakur hâlâ çözülmemiş bir suikastla öldürülene kadar sosyal ve siyasi sorunları erkekçe dile getiriyordu. Kaldıysa Jedi Mind Tricks kalmıştır ama o da korkusundan olsa gerek yerin üstüne çıkamıyor. "Design in Malice" adlı şarkılarında şöyle bir söz geçer: "Over a billion Muslims, you could never stop Islam."
Rap'i bırakıp şiire geri döneyim. Şairin İlk Kitabı bölümü bir yüzleşme gibi. Şiirlerin isimlerini sıralarsak daha belirginleşiyor: Bi Şeyim Yok, Ruhun İşleri, Duyuyorum, Kaşıntı, Elma. Bir sonraki bölüm olan Ölümün Çocukluk Fotoğrafları'nda duvarlara yazılmaması gereken bir şiir var: Persona Non Grata. "Geciktim tarihime asker toplamaktan", "Ve hep küçük harflerle düştüm kendimden", "Ne geldiyse yüklendim yanlış sevişmelerden", "Hayat neyi saklıyor çürüyen limanlarda?" gibi usta işi dizeler bu şiirde saklı.
Kitabın beşinci bölümü Allah'ın Bütün İsimleri'ndeki şiirlerde, diğer bölümlere ve şiirlere nazaran biçim daha oturaklı, liriğe yakın, heceleri belirgin, peşrev havasında. "Annesinin yerine üşüyen çocuk"lardan "çıkılmaz sokaklara kıvrılan yol"lara kadar beyhude ömrün tüm arayışlarını şiire yansıtmış şair. Bunu yaparken gayretini gözümüze sokmuyor, düz konuşuyor. Memleketimizde herhangi bir düzlüğün nadir bulunduğu zamanlardayız, bu zamanları da gözetiyor Süleyman Unutmaz. Şehri eleştiriyor, insanını eleştiriyor. Kavuşma Bitti adlı son bölümde, bölümle aynı ada sahip ve Kürt başlıklı bir şiir yer alıyor. Kavuşma Bitti oldukça uzun, Savaş Bitti'yi hatırlatırcasına. "Cennette olacağım yaşa geldim" dizesiyle başlıyor. "Anlattıkça inandığım bir kader yazdım" dizesini gençler umarım dövme yapmazlar kollarına çünkü insanın zihnine olduğu gibi kazınıyor. "Bozulmuş bekâretin bozuk sütü / ağzımın kenarında" dizeleriyle biten şiiri bir gün okuyup kendi başıma dinlemeyi düşünüyorum. Böyle uzun şiirler başkaları tarafından seslendirildiğinde kıymeti daha bir ortaya çıkıyor sanki ya da bana öyle geliyor. Öyle olsun. Kürt adlı şiirde Süleyman Unutmaz'ın diğer şiirlerinde zaman zaman rastlanan tasavvufî tarafını daha pürüzsüz yakaladığım dizeler oldu. Özellikle "Kâğıttan ateş yapsak ister misin tutuşmak" dizesi -ki son dizedir- aklıma Muallim Nâci'nin "Ter geçme ateş-i teri ey rind-i bi-haber / yakmıştır al ile o nice hanümanları" beyitini getirmiştir.
Sözün kısası; kapağıyla, şiiriyle, şairiyle fena bir kitap. Şiir için fenalaşmaya değer.
Yağız Gönüler