Turgut Uyar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Turgut Uyar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Mart 2015 Çarşamba

Biz hâlâ “Turgut Uyar’ın Dizeleriyiz”

Gezi’ye aktif bir şekilde katılan ya da katılmayan herkes yukarıdaki sloganı tebessümle hatırlıyordur eminim. O gazın, hengâmenin, siyasi kibrin, ikiyüzlülüğün arasında, evimizin sıcaklığına dönmek gibiydi bu sloganı duvarda görmek. Belki de o zamanların travmasıyla, geçtiğimiz aylarda İletişim Yayınları’ndan çıkan, Derviş Aydın Akkoç’un hazırlamış olduğu Turgut Uyar’ın Çocuklarıyız isimli kitabı görünce de aynı sıcaklığı hissettim.

Bu defa sloganın kahramanı Turgut Uyar’ın biyolojik çocukları: Semiramis Uyar, Şeyda Uyar Dikmen, Tunga Uyar ve Turgut Uyar. Derviş Aydın Akkoç soruyor, onlar babalarını anlatıyorlar. Babalarını, çocukluklarını, dönemin edebiyat çevrelerini, Tomris’i, Edip’i, Bilge Karasu’yu, Yaşar Kemal’i…
Aslında Orhan Koçak’ın “Sunuş” yazısında belirttiği, Derviş Aydın Akkoç’un da belli aralıklarla tekrarladığı gibi, Turgut Uyar’ın pek de memnun kalacağı bir çalışma değil bu. Mahremiyetine özen gösteren, vasiyetiyle ona ait mektupların bile imha edilmesini garantiye alan bir şair Turgut Uyar. Derviş Aydın Akkoç da bu hassasiyeti aklında tutarak hazırlamış kitabı. Önsözde bu kitabı hazırlarken Cemal Süreya’nın “Şairin hayatı şiire dahildir,” sözünü akılda tuttuğunu söylüyor: “Bu söz uyarınca çetrefil bir soru çıkıyor ortaya tabii. Uyar’ın hayatı şiirine nasıl ve hangi şekillerde dahil olmuştur? Çalışmayı yapmaktaki başlıca maksadım işte bu soruya ucundan kıyısından cevaplar aramaktı.

Orhan Koçak, “Şairin bir biyolojik evlatları vardır, bir de kelimelerden, harflerden yapılmış çocukları,” diyor. Ama Derviş Aydın Akkoç Turgut Uyar’a bu çocukları arasında seçim yaptırmıyor. Çünkü iyi baba, kötü baba sınavından geçirmiyor şairi. Kendi deyimiyle “babalık hallerini mercek altına almaya” çalışıyor. “Hayatım düpedüz ve kupkurudur,” demiş bir adamın hayatından, çocukları aracılığıyla anı biriktiriyor okurlar için.

Uyar’ın ilk çocuğu Semiramis, 1947’de, ikinci çocuğu Şeyda 1950’de, ilk oğlu Tunga 1952’de, Tomris Uyar’dan olan oğlu Turgut ise 1969’da doğmuş. Çocukların hepsi şimdi bize, “kıyıp da tek kelimeyle çağıramadıkları”, her zaman “siz” diye hitap ettikleri babalarını anlatıyorlar. Karşımıza bambaşka bir Turgut Uyar çıkarıyorlar.

20 yaşında baba olmuş Turgut Uyar. İlk göz ağrısı ise Semiramis. Posof’ta Turgut Uyar’ın asker olarak görev yaptığı zamanlarda doğmuş. Turgut Uyar’ın kızı olmaktan önce babasının kızı olmayı seven Semiramis Uyar, sürekli değişen evlerini, babasının ikinci evliliğini, hastalık günlerini anlatıyor. Hastalığı süresince her akşam babasının başında beklemiş. Ölüme hazırlandığını, ölümünü bildiğini anlatıyor. Son günlerde masasında tek bir kâğıt, tek bir yarım kalmış şiir bırakmadığını, ölüme hazır olduğunu söylüyor.

Şeyda Uyar Dikmen aslında Turgut Uyar’ın üçüncü kızı. İkinci kızı Serap 1949’da doğmuş, çok küçükken kaybetmişler. Şeyda Uyar Dikmen’in anlattığına göre, bu konu her konuşulduğunda gözleri dolarmış Turgut Uyar’ın. Şeyda Hanım, gülleri çok sevdiği için her doğum gününde bir gül, bir de pastayla eve gelen babasını anlatıyor. Daha sonra gelip Giresun’da yanında kalan, hastalık döneminden hemen önce, Tomris’le ilişkisi yolunda gitmediği zamanlarda gidip kızının yanına yerleşmeyi planlayan, ama ne yazık ki ömrü bu plana yetmeyen babasını…

Şairin ilk oğlu Tunga Uyar’da ise durum biraz farklı. Kızların babalarıyla sevgi dolu anıları Tunga Uyar’da baba-oğul çatışmasına bırakıyor kendini. Baba sevgisi eksikliği çekmediğini, ama bu sevgiyi tam olarak da yaşayamadığını söylüyor. Babasının intihar girişimini yakalayan da intihar ederken babasına yakalanan da o olmuş. “Babama kızgınlığım yok. Çocukluğumda yahut ilk gençlik yıllarımda varsa bile zamanla silindi. […] Babamdı işte, adı Turgut Uyar’dı,” diyor.

Yazarın Tomris Uyar’la olan evliliğinden tek çocuğu Turgut Uyar ise belki de aralarında en şanssız olanı. Lise yıllarında kaybetmiş babasını. Ama yine de sahip çıkmış babasına ve şiirlerine. Mektupları kıyamayıp bir süre saklayan ama sonra annesiyle babasının vasiyetine saygısızlık yapmamak için imha eden de o. Diğer çocuklardan farklı olarak babasına “siz” diye hitap etmemiş. Annesi ve babasıyla meyhanede dizlerinde uyuduğu günleri, evlerine gelip gidenleri küçük bir çocuğun gözlerinden anlatıyor.

Kitabı bitirdiğinizde Turgut Uyar’a da şiirlerine de bir adım daha yaklaştığınızı hissediyorsunuz. Sakinliğini, gerginliğini, öfkesini bir nebze daha tanımış olarak ayrılıyorsunuz anılardan. Kendisi istemese de daha çok tanımalı Turgut Uyar’ı insan, daha çok okumalı. Ne de olsa biz hâlâ, göğsümüzü gere gere, “Turgut Uyar’ın Dizeleriyiz”.

Ümran Kio
twitter.com/umrankio
* Yazı daha önce Cumhuriyet Kitap'ta yayımlanmıştır.

23 Mayıs 2013 Perşembe

Her dize bir çâredir arayana

"Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum."
- Turgut Uyar, Geyikli Gece

İkinci Yeni dendiğinde akla gelen trio bellidir: Edip Cansever, Özdemir Asaf ve Turgut Uyar. Sonrasında gelecek olan isimler de malumdur: Ece Ayhan, İlhan Berk, Ülkü Tamer. İnatla Sezai Karakoç'u dahil etmiyorum bu akıma, edemiyorum. Haddim değil ama vicdan çoğu zaman hadden önce gelir. Gerçi Sezai Karakoç'un İkinci Yeniciler arasında gösterilmesi için nedenler olduğu gibi, onlardan çok ayrıştığı nedenler de vardır. Her neyse, konumuz Turgut Uyar şiiri ve YKY'nin Doğan Kardeş serisindeki seçme şiirlerden oluşan Göğe Bakma Durağı adlı kitabı.

Dönemin en haşmetli şiir eleştiricisi Nurullah Ataç tarafından takdir ve takdim edilen Turgut Uyar Kaynak Dergisi'nin şiir yarışmasında ona ikincilik kazandıran Arz-ı Hal adlı şiiriyle ile tüm gözleri dizelerine doğru çevirdi.

"Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!...
Eğer bilmiyorsan işte, haberin olsun.
Ekmek derdi, aşk derdi unutturdu seni.
İnsan hatırlamıyor dün ne yediğini.
Zaten yediğimiz ne ki hatırda dursun.
Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!..."


1949'da yayımlanan Arz-ı Hal kitabından sonra sırasıyla Türkiyem (1952-1963) ve Dünyanın En Güzel Arabistanı (1959) kitaplarıyla zirveye ulaştı Turgut Uyar. İlk kitabındaki hece ölçüsüyle yazılmış toplumsal konuların ağırlıklı olduğu şiirleri, sonraları içe dönülmüş yalnızlığın, çaresizliğin ve sıkıntının şiirleri olarak zuhur etti. Her ne kadar yenilikçi olsa da Turgut Uyar'ın gönlünde vazgeçilmez bir eskinin olduğuna inanıyorum. 1970'de yayımlanan Divan kitabı bunun ispatı gibidir. 1974'te Toplandılar ve 1982'de Kayayı Delen İncir'de bu kez sınıfsal mücadeleleri irdeledi şair. Halkın nefesi olmaya çalıştı sayfalarda.

"Tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
İlkbahar geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazen yaz ortasında gündüzün
Sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse."


1966'da eşinden ayrılıp Ankara'dan İstanbul'a gelen Turgut Uyar, Cemal Süreya ile ilişkisi bitme aşamasında olan Tomris Uyar ile şiir üzerine mektuplaşmaya başlar. Sonrasında ise evlilik ve bir çocuk: Hayri Turgut Uyar. Şimdilerde İTÜ'de öğretim görevlisi olan Hayri Turgut Uyar'a, babası Turgut Uyar "Yapı" adlı bir şiir yazmıştır.

"Bir çocuk -adı hayri'ydi onun
Bir çocuk için hayli büyük bir ad
Ama büyüyecekti nasılsa
Severdi adını ayrıca
-görmediği dedesinin adıymış-."


Bir bireyin mutlu olabilmesi, toplumun da mutlu olabilmesi anlamına geliyordu önceleri Turgut Uyar için. Sonraları ise tam tersini; mutlu bir toplumun mutlu bir bireyi yetiştireceğini dile getirmeye çalışıyordu. Çaresizliğe en büyük tepkinin şiir olduğunu düşünürsek, her dize bir çaredir de aynı zamanda.

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler

26 Şubat 2012 Pazar

Sıkıntı, umutsuzluk ve yalnızlığın saati

Hayat, büyük bir saat. Her günümüzü, ayımızı ve yıllarımızı bu saatin içinde çeşitli hayallerle geçiriyoruz. Kimi zaman çok mutsuz, kimi zaman çok yalnız, kimi zaman çok hayalsiz olduğumuz zamanlar da olmuyor değil. Bu zamanlarda bazen çantamızda bazen de başucumuzda genelde hep aynı kitaplar oluyor. Bazılarımız tasavvufi bir kitapta, bazılarımız bir şiir kitabında, bazılarımız da bir aşk romanında kendini arayabiliyor.

Turgut Uyar denince akla "sıkıntı" ve "umutsuzluk" geliyor. Birbirine yakın iki kelime. "Benim her duygum biraz hüzün gibidir" derken Turgut Uyar, şöyle de ekliyor:

"Bana en yaraşan durumdur sıkıntılı olmak. Sevincin o amansız, o aşağılayıcı bönlüğünden korur beni."

"Büyük Saat", Turgut Uyar'ın Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkan ve içerisinde tüm şiirlerini barındıran, Türk şiirinde en önemli yeri tutan eserlerden biri. İlk sayfasından son sayfasına kadar Turgut Uyar'la birlikte onun ruh halleriyle yolculuğa çıkıyor, sıkıntılı anlarınızda umut arıyorsunuz. Birçok şiir de bu umudu da bulabiliyorsunuz aslında. Kitabı bitirdiğinizde içinizde amansız coşkular oluyor. Bir kurtuluş çabası, bir harekete geçme isteği ve daha ötesi. Şiirlerinin eşsiz derinliğinde kaybolduğunuz da oluyor. Sonra bir şiirde kaybolduğunuz yerden gün ışığına çıkıyor, selamlıyorsunuz umutları. "Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum" dizesini okuduktan sonra ruhunuzda yeni bir dönem açılıyor. "Benim dengemi bozmayınız"da çevrenize biraz isyan edebiliyor, "Bütün mümkünlerin kıyısında" yeni güzellikler arıyorsunuz.

Sıkıntılı anlarını sonuna kadar yaşamak isteyip, sonrasında umuda doğru koşmak isteyen ruhlara tavsiyemdir "Büyük Saat".

Yağız Gönüler
twitter.com/YagizGonuler