Jean-Louis Fournier, 1938 yılında Arras’ta doğmuştur. Yazarlığının yanı sıra televizyon programları hazırlamıştır. Ayrıca 2008 yılında "Nereye Gidiyoruz Baba?” Adlı kitabıyla birlikte Prix Femina’yı kazanmıştır. Bekleyecek Vaktim Kalmadı Artık kitabını ise zaman, sabır ve beklemek üzerine kaleme almıştır. Gerek kendi çocukluk hatıralarıyla gerek insanî ilişkileriyle.
Nitekim hepimiz hız çağında yaşıyoruz. Gideceğimiz yerlere daha çabuk ulaşıyor, yemeklerimizi daha çabuk yiyoruz. Giysilerimizi bile eskitmeden hemen yenisini alıyoruz. Sevdiğimiz filmleri ya da dizilerin bölümlerini peş peşe izliyoruz. Markette kasa sırasını yahut ATM kuyruğunda beklerken dahi tartışmalar yaşayıp, kötü sözler de bulunuyoruz. Sabrımız giderek azalıyor ve tahammülsüzlüğümüz de bir o kadar artıyor.
Fournier ise sabırla ilgili fikirlerini kitabında şu sözleriyle beyan ediyor: “Sabırsız kişi ise tatmin olmaz, doyumsuzdur, yatıştırılamaz, erişilemez, disiplinsiz, idare edilemez, dengesizdir. Sabırsız kişi daha başlamadan bitirmek ister. Sabırsız kişi hep olmadığı yerde olmak ister. Sabırsız kişinin zamanı kısıtlıdır. Sabırsız kişi başkalarının zamanını düşünmez. Hep onun emrinde olunmalıdır.”
“Sabırsız kişi en iyisi olsun diye beklemenin zevkini bilmez. Henüz elimizde olmayan bir şeyin tadını çıkarmanın zevkini. Hatırlamanın, onu düşünürken geçen zamanın keyfini sürmenin zevkini. Bir şeftaliyi soyduğumuzda sahip olacağımız mutluluğu hayal etmenin zevkini. Sevdiğini beklemenin zevkini. Kekin pişmesini beklemenin zevkini. Suçlunun adını öğrenmek için filmin sonunu beklemenin zevkini. Mutlu bir olayı beklemenin zevkini...”
Düşüncelerini beklemenin üzerine böyle ifade ederken çocukluğuna dair de pek olumlu şeylerden bahsetmez. Özellikle çevresindeki insanlardan ve onların yaptıklarından rahatsız olduğunu sürekli vurgular. Fournier için onlar budaladan başka bir şey değildir. Bu sebeple şikayetleri ve eleştirileri fazlasıyla olur. Tıpkı “Sırasını Beklemek” yazısında olduğu gibi.
“Kuyrukta en sonda, bir kadının arkasındayım. Acelem var. Canım acayip camembert peyniri çekti. Kadın, güzel peynirci Justine’e önce şöyle dedi: "Ne alsam bilemiyorum." Çok iyi başladı doğrusu. Sonra şöyle sordu:
"Reblochon'unuz nasıl, iyi midir?" Ona şöyle yanıt vermek istedim: "Yok canım, berbat, yenecek gibi değil, burada her şey kötüdür zaten." Bir an önce gitsin de sıranın başına ben geçeyim. Justine, "iyidir" dedi. "O halde ondan alayım. Ama ne kadar alsam ki? Durur mu? Cumartesi çocuklarım gelecek. Bozulmaz değil mi?" "Tabii ki, bir şey olmaz. Ne kadar vereyim?" "Bilmem ki, tatlıya bağlı aslında. Tatlıyı çocuklar getirecek. Kremalı pasta getirirlerse peynir çok olmasın, değil mi? Pont-l'Évêque peyniriniz nasıl? Oğlum çok sever. Eskiden Pont-l'Évêque'teydi evi. Deauville'e yakındır, çok güzel bir yer." "Ne kadar vereyim?" "Bilemedim. Çocuklarla geleceklerse ona göre almak lazım. Bekleyin. Bir arayıp sorayım." Epey bir vakit aldı. Tatlı peynircinin dayanılmaz "Başka bir arzunuz?" sorularına dayanamadık. Hep bir yanıtı vardır bu sorunun. Pont-l'Évêque'ten sonra pek çok kez mola verip bütün Fransız peynirleri baştan sona değerlendirildi. Hatta yabancı peynirler bile: Yunan peynirleri, İtalyan peynirleri... Yeni bir "Başka bir arzunuz?" sorusuyla artık tahammül sınırlarımı aştım. Beynim döndü: Bağırmaya başladım, peynir bıçağını almışım. Gerisini hatırlamıyorum.”
Bu yazısından da anlaşıldığı gibi insanlara asla sabır gösteremeyen bir kişiliğe sahiptir Fournier. Fakat bazı zamanlarda da hızlı olmakla, yavaş olmanın arasında sürekli gidip gelmektedir. Zira ânı yaşamak hususunda güzel düşünceleri de vardır. Bunlar bir kitabı yavaş yavaş okumak gibi, telaş etmeden ağır ağır yürümek gibi, karşımızdaki kişiye hareket etmeden öfkemizi kontrol ederek beklemek gibi ve daha nicesi...
Ayrıca kitabın 56. sayfasındaki şu cümlelerde beni okurken çok etkilemişti: “Her hafta sonu yollar tıklım tıklım, başka bir yerde olmanın daha iyi olacağını düşünenlerle dolu. O başka yere çabucak varmak için hız yapıyorlar. Sürekli koşturuyorlar, mutluluğun peşinden koşuyorlar. Mutluluk koşarak yakalanmaz hâlbuki, yürürken yakalanır. Yavaş yavaş yürürken, kendinle iyi geçinerek, kendinle iyi anlaşarak.”
Eser, okuyucusuna her ne kadar kısa bir okuma yolculuğu yaşatsa da aslında çağımızla ilgili çok önemli noktalara değiniyor ve gerçekleri olduğu gibi dolaysız bir şekilde tadında yansıtıyor. Bu yönden Fournier’in kalemini sevdiğimi söyleyebilirim. Sizlere de tavsiye ederim.
Kitaptan sevdiğim birkaç alıntı:
"Beklemeyi öğrenmek gerekiyor."
"Düşünmek için yavaşlamak gerekiyor. Hatta durup düşünmek."
"Hayatta da aynı, her şeyi hızlandırıyoruz. Hep daha hızlı gitmek istiyoruz. Daha hızlı gitmek. Neden?"
"Eskiden büyümek için sabırsızlanırdım. Bütün hayatım önümde uzandığından, her şeyin hemen olmasını isterdim. Şimdiyse pek öyle acelem yok doğrusu, sanki bekleyebilirmişim de."
Fatma Saldıran
twitter.com/Fatmasldrn_