“Ben yalnızlığı istemiyorum ama yalnızlığa gereksinim duyuyorum."
Roland Barthes’in Yas Günlüğü kitabından yaptığı alıntıyla okuyucularına merhaba diyen Jean-Louis Fournier, yazdığı kitapları ile okuyucularına her zaman ki gibi duygu hazları yaşatmaya devam etmekte. Bu sefer ise yalnızlık üzerine bir kitap kaleme alır ve Yapı Kredi Yayınları tarafından Tek Yalnız Ben Değilim adıyla okuyucunun takdirine sunar. Kitabın ilk sayfasında yaptığı alıntıyı okuyunca 20. yüzyıla damgasına vurmuş sanatçı Orson Welles’in “Yalnız doğarız, yalnız yaşarız ve yalnız ölürüz. Sadece aşk ve arkadaşlık hissettiğimiz dönemlerde yalnız olmadığımızı düşünürüz” sözünü aklıma getirdi.
İki engelli evlada sahip bir babanın, çocuklarının hislerini, umutlarını, umutsuzluklarını, beklentilerini ve hayal kırıklıklarını samimiyetle kaleme aldığı "Nereye Gidiyoruz Baba?", Fournier’a ödül kazandırmakla beraber ünü Fransa sınırlarının dışına çıkıp geniş kitlelere hitap etmeye başlamasını sağladı.
Ayşe Ece çevirisiyle raflarda yerini alan Tek Yalnız Ben Değilim kitabı yalnızlıktan şikâyet etmemekte olup, bu kadar kalabalığın içinde insan nasıl kendisini yalnız hissettiğini sorgulamakta veya haykırmakta. "Bu kadar çok sayıda insanın yalnız olabileceğini hiç düşünmemiştim" cümlesiyle aslında kitabın içinde bize sesini duyurma çalışmaktadır.
Şuan yaşanan Covid-19 süreci belki bizi biraz birbirimize, iletişim halinde olmamıza bir dirhem olanak sağladı. Yalnız süreç içeresinde bizler sağlıklı iletişim kanalları içerisinde miydik? Cevap: Hayır. Elbette bu satıların size doğru iletişim kanallarını sunmayı vaat etmiyor ama iletişimin, sosyalleşmenin koptuğu bu çağda covid-19 ile birlikte daha da diplere indiği bir gerçektir. Sosyal medyanın başımızı gömdüğümüz kum olduğunu her gün bir uçak dolusu insanın vefat ettiği ortamda duyarsızlaşıp narsistik çağın hakkını vererek gösteriyoruz. İşte tam da burada Fournier yetişiyor imdadımıza, bu çağın başına gelmiş en büyük belanın kalabalık olduğunu satırlara düşerek.
İnsan sosyal bir varlık mıdır? İbn Haldun bu durumu "İnsan için, toplum içerisinde yaşamak zorunludur" diye belirtirken Fournier’da kitabında "Çiçeğin açmak için nasıl güneşe ihtiyacı varsa insanın da gelişmek için başka insanların sıcaklığına ihtiyacı var" diye yazar. Sanal bir kalabalığa dönüştüğümüz bir ortamdayız. Fakat Fournier kitabında bu yalnızlığın iç savaşını vermekte. İyi mi? kötü mü? Bunu okuyucunun görüşüne bırakmakta. Sizi bir yola sokmamakta ama yaşadığı tecrübeleri yalın ve mizahi bir dille eleştirmekten kaçınmamaktadır. Fournier hazırladığı bir belgesel sonunda bir mektup alır ve o mektupta kadın eşi ile arasında geçen diyaloğu anlatır. Fournier bu mektubun sonunda şöyle yazar: "Yalnızlık insanın başına gelecek en kötü şey mi yoksa en iyi şey mi?"
Burada Carl Gustav Jung’a kulak verelim: yalnızlık, çevrede insan olmaması değil, önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramaması ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğunda hissedilen duygudur. İşte Fournier kitabında okuyucuya aslında bunu anlatmaktadır. Ve satırlarına kitabın ilk başlarında şu notu düşmektedir: "Yaşadığımız bu çağın vebası yalnızlık."
Bu kitapta gizli Şükrü Erbaş dizeleri gördüm. Yaş aldıkça yalnızlaştığını söyleyen Fournier, "çok kötüyüm… daha da acısı bütün kadınlar öldü" diye yazarken şair Erbaş'ın Ağaran Bir Suyum şiirinde “Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı / kadınlar gittikçe daha güzel” dizelerini aklıma getirdi.
Kırlarda hiç yalnız olmayız, hep bir gürültü olur der Fournier, devamında ise; “köy boşalır her yeri bir sessizlik kaplarsa, kuşlar bir yiyecek bulamazsa, geceleri şehir ışıklarının kör ettiği gece kuşları aramızdan ayrılıp soyları tükenmeye yüz tutmuşsa bende bu dünyada kalmak istemiyorum.” diye yazar.
Peki siz hangi yalnızlığı tercih edersiniz?
Yasin Baturhan Ergin
twitter.com/erginbaturhan