Jean-Louis Fournier etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jean-Louis Fournier etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Aralık 2022 Pazartesi

Zaman, sabır ve beklemek üzerine

Jean-Louis Fournier, 1938 yılında Arras’ta doğmuştur. Yazarlığının yanı sıra televizyon programları hazırlamıştır. Ayrıca 2008 yılında "Nereye Gidiyoruz Baba?” Adlı kitabıyla birlikte Prix Femina’yı kazanmıştır. Bekleyecek Vaktim Kalmadı Artık kitabını ise zaman, sabır ve beklemek üzerine kaleme almıştır. Gerek kendi çocukluk hatıralarıyla gerek insanî ilişkileriyle.

Nitekim hepimiz hız çağında yaşıyoruz. Gideceğimiz yerlere daha çabuk ulaşıyor, yemeklerimizi daha çabuk yiyoruz. Giysilerimizi bile eskitmeden hemen yenisini alıyoruz. Sevdiğimiz filmleri ya da dizilerin bölümlerini peş peşe izliyoruz. Markette kasa sırasını yahut ATM kuyruğunda beklerken dahi tartışmalar yaşayıp, kötü sözler de bulunuyoruz. Sabrımız giderek azalıyor ve tahammülsüzlüğümüz de bir o kadar artıyor.

Fournier ise sabırla ilgili fikirlerini kitabında şu sözleriyle beyan ediyor: “Sabırsız kişi ise tatmin olmaz, doyumsuzdur, yatıştırılamaz, erişilemez, disiplinsiz, idare edilemez, dengesizdir. Sabırsız kişi daha başlamadan bitirmek ister. Sabırsız kişi hep olmadığı yerde olmak ister. Sabırsız kişinin zamanı kısıtlıdır. Sabırsız kişi başkalarının zamanını düşünmez. Hep onun emrinde olunmalıdır.

Sabırsız kişi en iyisi olsun diye beklemenin zevkini bilmez. Henüz elimizde olmayan bir şeyin tadını çıkarmanın zevkini. Hatırlamanın, onu düşünürken geçen zamanın keyfini sürmenin zevkini. Bir şeftaliyi soyduğumuzda sahip olacağımız mutluluğu hayal etmenin zevkini. Sevdiğini beklemenin zevkini. Kekin pişmesini beklemenin zevkini. Suçlunun adını öğrenmek için filmin sonunu beklemenin zevkini. Mutlu bir olayı beklemenin zevkini...

Düşüncelerini beklemenin üzerine böyle ifade ederken çocukluğuna dair de pek olumlu şeylerden bahsetmez. Özellikle çevresindeki insanlardan ve onların yaptıklarından rahatsız olduğunu sürekli vurgular. Fournier için onlar budaladan başka bir şey değildir. Bu sebeple şikayetleri ve eleştirileri fazlasıyla olur. Tıpkı “Sırasını Beklemek” yazısında olduğu gibi.

Kuyrukta en sonda, bir kadının arkasındayım. Acelem var. Canım acayip camembert peyniri çekti. Kadın, güzel peynirci Justine’e önce şöyle dedi: "Ne alsam bilemiyorum." Çok iyi başladı doğrusu. Sonra şöyle sordu:

"Reblochon'unuz nasıl, iyi midir?" Ona şöyle yanıt vermek istedim: "Yok canım, berbat, yenecek gibi değil, burada her şey kötüdür zaten." Bir an önce gitsin de sıranın başına ben geçeyim. Justine, "iyidir" dedi. "O halde ondan alayım. Ama ne kadar alsam ki? Durur mu? Cumartesi çocuklarım gelecek. Bozulmaz değil mi?" "Tabii ki, bir şey olmaz. Ne kadar vereyim?" "Bilmem ki, tatlıya bağlı aslında. Tatlıyı çocuklar getirecek. Kremalı pasta getirirlerse peynir çok olmasın, değil mi? Pont-l'Évêque peyniriniz nasıl? Oğlum çok sever. Eskiden Pont-l'Évêque'teydi evi. Deauville'e yakındır, çok güzel bir yer." "Ne kadar vereyim?" "Bilemedim. Çocuklarla geleceklerse ona göre almak lazım. Bekleyin. Bir arayıp sorayım." Epey bir vakit aldı. Tatlı peynircinin dayanılmaz "Başka bir arzunuz?" sorularına dayanamadık. Hep bir yanıtı vardır bu sorunun. Pont-l'Évêque'ten sonra pek çok kez mola verip bütün Fransız peynirleri baştan sona değerlendirildi. Hatta yabancı peynirler bile: Yunan peynirleri, İtalyan peynirleri... Yeni bir "Başka bir arzunuz?" sorusuyla artık tahammül sınırlarımı aştım. Beynim döndü: Bağırmaya başladım, peynir bıçağını almışım. Gerisini hatırlamıyorum.


Bu yazısından da anlaşıldığı gibi insanlara asla sabır gösteremeyen bir kişiliğe sahiptir Fournier. Fakat bazı zamanlarda da hızlı olmakla, yavaş olmanın arasında sürekli gidip gelmektedir. Zira ânı yaşamak hususunda güzel düşünceleri de vardır. Bunlar bir kitabı yavaş yavaş okumak gibi, telaş etmeden ağır ağır yürümek gibi, karşımızdaki kişiye hareket etmeden öfkemizi kontrol ederek beklemek gibi ve daha nicesi...

Ayrıca kitabın 56. sayfasındaki şu cümlelerde beni okurken çok etkilemişti: “Her hafta sonu yollar tıklım tıklım, başka bir yerde olmanın daha iyi olacağını düşünenlerle dolu. O başka yere çabucak varmak için hız yapıyorlar. Sürekli koşturuyorlar, mutluluğun peşinden koşuyorlar. Mutluluk koşarak yakalanmaz hâlbuki, yürürken yakalanır. Yavaş yavaş yürürken, kendinle iyi geçinerek, kendinle iyi anlaşarak.

Eser, okuyucusuna her ne kadar kısa bir okuma yolculuğu yaşatsa da aslında çağımızla ilgili çok önemli noktalara değiniyor ve gerçekleri olduğu gibi dolaysız bir şekilde tadında yansıtıyor. Bu yönden Fournier’in kalemini sevdiğimi söyleyebilirim. Sizlere de tavsiye ederim.

Kitaptan sevdiğim birkaç alıntı:

"Beklemeyi öğrenmek gerekiyor."

"Düşünmek için yavaşlamak gerekiyor. Hatta durup düşünmek."

"Hayatta da aynı, her şeyi hızlandırıyoruz. Hep daha hızlı gitmek istiyoruz. Daha hızlı gitmek. Neden?"

"Eskiden büyümek için sabırsızlanırdım. Bütün hayatım önümde uzandığından, her şeyin hemen olmasını isterdim. Şimdiyse pek öyle acelem yok doğrusu, sanki bekleyebilirmişim de."

Fatma Saldıran
twitter.com/Fatmasldrn_

23 Ocak 2021 Cumartesi

Bu kadar kalabalığın içinde insan nasıl yalnız kalır?

Ben yalnızlığı istemiyorum ama yalnızlığa gereksinim duyuyorum."

Roland Barthes’in Yas Günlüğü kitabından yaptığı alıntıyla okuyucularına merhaba diyen Jean-Louis Fournier, yazdığı kitapları ile okuyucularına her zaman ki gibi duygu hazları yaşatmaya devam etmekte. Bu sefer ise yalnızlık üzerine bir kitap kaleme alır ve Yapı Kredi Yayınları tarafından Tek Yalnız Ben Değilim adıyla okuyucunun takdirine sunar. Kitabın ilk sayfasında yaptığı alıntıyı okuyunca 20. yüzyıla damgasına vurmuş sanatçı Orson Welles’in “Yalnız doğarız, yalnız yaşarız ve yalnız ölürüz. Sadece aşk ve arkadaşlık hissettiğimiz dönemlerde yalnız olmadığımızı düşünürüz” sözünü aklıma getirdi.

İki engelli evlada sahip bir babanın, çocuklarının hislerini, umutlarını, umutsuzluklarını, beklentilerini ve hayal kırıklıklarını samimiyetle kaleme aldığı "Nereye Gidiyoruz Baba?", Fournier’a ödül kazandırmakla beraber ünü Fransa sınırlarının dışına çıkıp geniş kitlelere hitap etmeye başlamasını sağladı.

Ayşe Ece çevirisiyle raflarda yerini alan Tek Yalnız Ben Değilim kitabı yalnızlıktan şikâyet etmemekte olup, bu kadar kalabalığın içinde insan nasıl kendisini yalnız hissettiğini sorgulamakta veya haykırmakta. "Bu kadar çok sayıda insanın yalnız olabileceğini hiç düşünmemiştim" cümlesiyle aslında kitabın içinde bize sesini duyurma çalışmaktadır.

Şuan yaşanan Covid-19 süreci belki bizi biraz birbirimize, iletişim halinde olmamıza bir dirhem olanak sağladı. Yalnız süreç içeresinde bizler sağlıklı iletişim kanalları içerisinde miydik? Cevap: Hayır. Elbette bu satıların size doğru iletişim kanallarını sunmayı vaat etmiyor ama iletişimin, sosyalleşmenin koptuğu bu çağda covid-19 ile birlikte daha da diplere indiği bir gerçektir. Sosyal medyanın başımızı gömdüğümüz kum olduğunu her gün bir uçak dolusu insanın vefat ettiği ortamda duyarsızlaşıp narsistik çağın hakkını vererek gösteriyoruz. İşte tam da burada Fournier yetişiyor imdadımıza, bu çağın başına gelmiş en büyük belanın kalabalık olduğunu satırlara düşerek.

İnsan sosyal bir varlık mıdır? İbn Haldun bu durumu "İnsan için, toplum içerisinde yaşamak zorunludur" diye belirtirken Fournier’da kitabında "Çiçeğin açmak için nasıl güneşe ihtiyacı varsa insanın da gelişmek için başka insanların sıcaklığına ihtiyacı var" diye yazar. Sanal bir kalabalığa dönüştüğümüz bir ortamdayız. Fakat Fournier kitabında bu yalnızlığın iç savaşını vermekte. İyi mi? kötü mü? Bunu okuyucunun görüşüne bırakmakta. Sizi bir yola sokmamakta ama yaşadığı tecrübeleri yalın ve mizahi bir dille eleştirmekten kaçınmamaktadır. Fournier hazırladığı bir belgesel sonunda bir mektup alır ve o mektupta kadın eşi ile arasında geçen diyaloğu anlatır. Fournier bu mektubun sonunda şöyle yazar: "Yalnızlık insanın başına gelecek en kötü şey mi yoksa en iyi şey mi?"

Burada Carl Gustav Jung’a kulak verelim: yalnızlık, çevrede insan olmaması değil, önemsediği şeyleri başkalarına ulaştıramaması ya da başkalarının olanaksız bulduğu bazı görüşlere sahip olduğunda hissedilen duygudur. İşte Fournier kitabında okuyucuya aslında bunu anlatmaktadır. Ve satırlarına kitabın ilk başlarında şu notu düşmektedir: "Yaşadığımız bu çağın vebası yalnızlık."

Bu kitapta gizli Şükrü Erbaş dizeleri gördüm. Yaş aldıkça yalnızlaştığını söyleyen Fournier, "çok kötüyüm… daha da acısı bütün kadınlar öldü" diye yazarken şair Erbaş'ın Ağaran Bir Suyum şiirinde “Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı / kadınlar gittikçe daha güzel” dizelerini aklıma getirdi.

Kırlarda hiç yalnız olmayız, hep bir gürültü olur der Fournier, devamında ise; “köy boşalır her yeri bir sessizlik kaplarsa, kuşlar bir yiyecek bulamazsa, geceleri şehir ışıklarının kör ettiği gece kuşları aramızdan ayrılıp soyları tükenmeye yüz tutmuşsa bende bu dünyada kalmak istemiyorum.” diye yazar.

Peki siz hangi yalnızlığı tercih edersiniz?

Yasin Baturhan Ergin
twitter.com/erginbaturhan