Barış Bıçakçı ile yaklaşık iki ay önce Bizim Büyük Çaresizliğimiz adlı romanıyla tanıştım. Çok sevmiştim o romanı okurken. Daha sonra okulda aldığım bir ders vesilesiyle Baharda Yine Geliriz adlı öykü kitabını okudum. İlk romanı olan Herkes Herkesle Dostmuş Gibi'yi okumak, bugüne kısmetmiş.
Bir yazarı okurken, bir kitabında aynı yazarın başka bir kitabının atmosferini solumak çok olağan bir durumdur. Barış Bıçakçı’da da aynı durum söz konusu oluyor. Ancak bendeniz bunun fazlasını gözlemledim. Şimdilik üç kitabını okumuş olmama rağmen, Herkes Herkesle Dostmuş Gibi kitabında, Baharda Yine Geliriz kitabındaki Anlamayan Kadınlar öyküsünün adını ve Bizim Büyük Çaresizliğimiz romanının baş karakterleri Ender ve Çetin’in de küçük öykülerini buldum. Bunun yanında henüz okumadığım Veciz Sözler kitabının adı da bu romanda bir cümlenin içinde geçiyor. Yazarın ilk kitabı olduğu düşünülürse, Herkes Herkesle Dostmuş Gibi ve bundan sonra yazdığı diğer kitaplarındaki karakterler ve tabii ki atmosfer, bu kitapta toplanmış diyebilirim. Barış Bıçakçı’nın diğer kitaplarını okuduğumda bazı isimleri görüp, tekrar bu kitabı hatırlayacağımı düşünüyorum.
Roman, Abidin karakteriyle başlayıp, Burhan ve Mustafa Amca karakterleriyle sona eriyor. Esasen kitap, olaydan çok, duygusal dünya ve karakterler üzerine kurulmuş. Karakterlerin yaşamlarından kısa kesitler ve karakterlerin duyguları anlatılmış kitapta. Ancak, bu kısacık yaşam kesitlerinin, çok mühim, yaşamsal dönüm noktaları olmaması dikkat çekici. Gün içinde bir arkadaşınızla telefonlaşmanız kadar basit zaman dilimleri ele alınmış. Ya da evde yemek yaparken bir lise anınızın aklınıza gelmesi gibi. Hayatta gözümüze çok önemsiz görünen basit şeyler vardır ya, ama onları içimizde biriktirdikçe büyük sorunlar haline gelirler. İşte Barış Bıçakçı, bu küçükken birikip kocaman bir dağa dönüşen gündelik sorunlarımızı aydınlatmakta, oldukça usta. Aynı zamanda kitapta adı geçen kahramanların hepsinin birbiriyle arkadaş olduğunu düşündüm okurken.
Kitapta iç monolog ve bilinç akışı tekniğiyle yazılmış kısımlara rastlamak mümkün. Olay bütünlüğü olan bir roman şeklinden çok karakterler üzerine kurulu öykülerin ucu ucuna eklenmesiyle oluşturulmuş gibi görünüyor kitap. Bu da incecik bir kitapta, pek çok duyguyu tatma fırsatı bulduruyor okura. Anlatım ve hissettirilen duygular bakımından bazı paragraflarda Oğuz Atay kokusu aldım diyebilirim. Ayrıca birbiriyle arkadaşmış gibi görünen insanların öykülerini ele alması yönünden de Oğuz Atay anlatılarıyla kitap arasında bir benzerlik kurulabilir. Barış Bıçakçı’nın duygusal atmosferinin ise Behçet Çelik’le benzeştiğini düşünüyorum.
Okuduğumuz kitaplarda yazarın kendisini aramamız, okur olarak sık yaptığımız bir şeydir. Ve genellikle metinlerde yazarın kendi hayatından parçalar bulunur. Bu eserde ve yazarın diğer eserlerinde yazar karakterlere rastlanması, Barış Bıçakçı için bu durumu destekliyor. Kitabın tamamına yoğun, incelikli bir anlatım hâkim. Yani dikkatle okunduğunda basit görünen cümlelerden oldukça duygu yüklü anlamlar çıkarılabilir. Kitapta beni etkileyen birkaç kesiti paylaşmak isterim:
“Böyle şeyler köyde o kadar olağandır ki! Orada herkes doğuştan bir ölü yıkayıcıdır. Köylüler doğar, yaşar ve ölür, şehirliler ise doğuyorlar, yaşıyorlar ve ölümden korkuyorlar.”
“Hayat yine de kitapta durduğu gibi durmuyor, demişti Sulhi.”
“Uzun bir fermuarın dişlileri gibi birbirine kenetleniyor kendisi ve şu dünyanın dertleri. Kalbine dikiş iğneleri, topluiğneler, tığlar gibi saplanıyor tasalar."
“Çünkü zamanla her şeyi sever insan. Çünkü bir gün öleceğini anlar.”
Herkes Herkesle Dostmuş Gibi, benim için, anlatılarını tanıdığım yazarların, hayatın ve gençliğin kokusunu aldığım, bazen anlık kahkahalar attıran, bazen acı tebessümler ettirip, bazen de hayrete düşüren satırlarla karşılaştığım, okurken çok zevk aldığım bir eser oldu. Kitabı okuyacak olan herkese keyifli okumalar dilerim.
Nidâ Karakoç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder