27 Mayıs 2020 Çarşamba

Mesnevî'yi anlamaya ve anlatmaya adanmış bir ömür

"Gıdâ-yı rûhu ver kim reh-ber-i mi’râc-ı ulvîdir."
(Ey insan! Ruhuna gıdasını ver, kendi yüce miracına ulaşabilmen için o senin rehberindir.)
- Şeyh Galib Dede

Hani derler ya bir lisan bir insan diye, bazen de bir insanı tanımak bir asrı gözlemleme imkânı tanıyor. Üstelik o insan bir asra yakın yaşadıysa ve ömrünü güzele, iyiye verdiyse, emekleriyle ardından iz bırakabildiyse tanımak tanışmaya dönüşüyor. Şefik Can merhum da işte böyle bir zat. 1909 senesinde, memleketimizin 'manevî mimar' olarak çok önemli isimlerine ocak olmuş Erzurum'un Tebricik köyünde dünyaya gelmiş. Kitabın ilerleyen sayfalarından öğrendiğimize göre müftü olan babası, yine Erzurum'un büyüklerinden olup Gülzâr-ı Sâminî adlı iki ciltlik nefis bir mektûbat yazmış Osman Bedrüddîn Erzurûmî'nin dervişiymiş. Söz buraya gelmişken, çok kıymetli bir büyüğümün hediye ettiği bu mektûbatın tıpkı Lütfi Filiz merhumun dört ciltlik Noktanın Sonsuzluğu eserleri gibi hakkının verilmediğini düşünüyorum. Daha çok okunmalı ve haklarında bol bol yazılmalı. Şefik Can'ın söylediğine göre Osman Bedrüddîn Efendi babasına da bir mektup yazmış. Zira oldukça kalabalık olan ihvanıyla mektup vasıtasıyla haberleşiyor ve onları bu şekilde irşad ediyormuş.

Aile insanın ilk ocağıdır. Şefik Can da müftü olan ve Sa'dî ve Mevlânâ okuyan, mûsıkîye meraklı, tasavvuf ehli bir baba tarafından yetiştirilmiş evvela. Arapçayı ve Farsçayı ondan öğrenmiş. 1929'da Kuleli Askerî Lisesi'ni, 1931'de de Harp Okulu'nu bitirmiş. Millî Savunma Bakanlığı'nın izniyle İstanbul Üniversitesi'nde sınavlarını vererek öğretmenlik diploması almış. Peki stajını kimin yanında tamamlamış? İşte Şefik Can'ın ömründeki en önemli zamanlardan biri. 1935'te Kuleli Askerî Lisesi'nde, edebiyat tarihçisi, yazar ve şair Tâhirülmevlevî'nin (Tahir Olgun, 1877-1951) yanında stajına başlıyor.  1965 yılında emekli olana dek burada devam ediyor. Tâhirülmevlevî; Mevlevî şeyhi, şair, bestekâr ve tamburî Mehmed Celâleddin Dede'ye bağlı bir derviş. Yine Mevlevî şeyhi ve mesnevîhan olan Mehmed Esad Dede'den de mesnevîhanlık icâzeti almış. Esad Dede ile yaptığı hac yolculuğu sırasında Kahire, Mekke ve Medine’de bulunan tasavvuf ehli kimselerin sohbetlerine katılmış. Mekke Şeyhülmeşâyihi Ahmed er-Rifâî kendisine hem kādirî hem de rifâî tarikatlarından icâzetnâme vermiş. Hacdan döndüğünde Yenikapı Semâzenbaşısı Karamanlı Hâlid Dede’den semâ çıkarmış ve o dönemin en iyi semâzenlerinden biri olarak gösterilmiş. Memuriyetten istifa ettikten sonra 1001 günlük çileye girmiş. Mehmed Esad Dede’nin ölümünden sonra  (1911) kendisine teklif edilen Kasımpaşa Mevlevîhânesi mesnevîhanlığını, hocasına duyduğu saygı sebebiyle reddetmiş. Tâhirülmevlevî'ye dair teferruatlı bilgi için TDV İslâm Ansiklopedisi'nde Alim Kahraman'ın yazdığı maddeye bakılabilir. Velhasıl, hem babası hem de üstadı tarafından manevi bolluk içinde yetişmiş Şefik Can. Tâhirülmevlevî tarafından kendisine mesnevîhan icâzeti de verilmiş. O zamanın İstanbul halkı da pek talihliymiş. Camilerde şimdiki gibi hazır ve siyasi metinler değil; Yunus ve Mısrî divanları da okunurmuş, Mesnevî ve Gülistan da.

Mevlânâ'nın Mesnevî'sindeki "Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme" sözüne kulak vermiş Şefik Can. Çok erken yaşlardan itibaren nerede bir 'Allah dostu' olduğunu duysa, soluğu orada almış. Bu vesileyle birçok kimseyi tanımış: Nakşibendî-Hâlidî şeyhi Esad Erbîlî (1847-1931), Nakşibendî-Hâlidî şeyhi Mahmut Sami Ramazanoğlu (1892-1984), ricâlü’l-gayb'dan olduğu söylenen ve her yönüyle sırlı bir velî olan Ladikli Ahmed Ağa (1888-1969), Mevlevî şeyhi, şair ve edip Midhat Bahârî (1875-1971), Nakşibendî-Hâlidî şeyhi Muhammed Râşid Erol (1930-1993), son dönem Osmanlı âlimi ve Nurculuk hareketinin kurucusu Said Nursi (1878-1960), son devir Osmanlı devlet adamları, şairleri, mûsikişinasları ve hattatları üzerine biyografileri ve tarih bilgisiyle tanınmış âlim İbnülemin Mahmud Kemal (1871-1957), divan edebiyatı araştırmacısı, şair ve yazar Ali Nihad Tarlan (1898-1978), hatıra yazılarıyla tanınan Münevver Ayaşlı (1906-1999), ud virtüozu, viyolonselist ve bestekâr Şerif Mehmet Muhittin Targan (1892-1967), İstiklâl Marşı ve Safahat şairi Mehmed Âkif Ersoy (1873-1936), vâiz, sahaf, Halvetî-Cerrâhî şeyhi Muzaffer Ozak (1916-1985), devlet ve siyaset adamı, eğitimci, şair ve yazar Hasan Âli Yücel (1897-1961), Mevlevî şairi Yaman Dede (1887-1962), şair ve yazar Nâzım Hikmet (1901-1963), İstanbul’un en ünlü sahaflarından kitâbîyât bilgini Mehmet Raif Yelkenci (1894-1974) ve daha niceleri...

Şefik Can, ömrünü Mesnevî'yi anlamaya ve anlatmaya vermiş bir büyük araştırmacı aynı zamanda. Doğudan olduğu kadar batıdan da sayısız eser okumuş. Mesnevî'nin bilhassa bütün çevirilerini, şerhlerini, ona dair yazılan tüm metinleri okumaya gayret etmiş. Bunun sebebi, onu kendi toplumuna en doğru biçimde aktarmak. Sezai Küçük'ün kendisiyle yaptığı söyleşilerden oluşan ve Sufi Kitap tarafından neşredilen Mevlânâ ile Bir Ömür kitabı bu anlamda çok zengin. Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevilik üzerine birçok sorunun cevaplandığı kitapta aynı zamanda Mevlânâ'ya ait olmayan "Ne olursan ol gel" cümlesinin hikâyesi, cumhuriyet döneminden sonra Bektaşilerle Mevlevilerin bazı dergahlar sebebiyle iç içe geçmesinin yol açtığı olumsuz durumları, Şems-i Tebrîzî ile aralarındaki ilişkinin özü gibi birçok önemli mesele de yer alıyor. Şefik Can, edebiyat hocası olması hasebiyle bütün dünya edebiyatını tetkik etmiş. Vahiy ve ilham farklarına dair çok özel metinler yakalamış. Mesela şu örnek, Friedrich Schiller'in Dünyanın Taksimi adlı şiirindeki hikâye:

"Allah kâinatı yarattı ve herkese hissessini verdi. Krallara taç, taht, saraylar verdi. Çiftçilere tarlalar, çiftlikler verdi. Tüccarlara mal, emtia verdi. Elinde bulunan her şeyi dağıttı. Nihayet uzaktan bir adam geldi. Bir şairmiş. "Ya Rabbî, bana da nasip" demiş. Allah Teâlâ da; "Kulum bütün nimetleri dağıttım, sana verecek bir şey kalmadı" cevabını vermiş. Adam mahzun olarak geri dönüp giderken merhametlilerin en merhametlisi olan Allah, adama "Gel gel, ben sana krallara vermediğim bir şeyi vereceğim. Sana ilham vereceğim, bu sayede istediğin zaman benim yanıma gelebilirsin" demiş. Yani peygamberlere verilen vahiydir. İnsanlara, özellikle de şair ve duygulu kimselere verilen ilhamdır. Herkese verilebilir bu. Mevlânâ da "Bana vahyedildi" demiyor, "Bana ilham edildi" diyor. Eğer ilhama mazhar olmasaydı o kadar beyiti yazamazdı."

Yol boyunca çıkınımızda bulundurabileceğimiz eserlere dair de çok önemli önerileri var Şefik Can'ın. Mevlânâ'nın Mesnevî'si, Abdülkādir-i Geylânî'nin Sohbetler'i, Ahmed er-Rifâî'nin el-Burhânü’l-müeyyed'i, Yunus Emre'nin, Niyâzî-i Mısrî'nin Divân'ları, Eşrefoğlu Rûmî'nin Müzekki’n-nüfûs’u, tüm bunların yanında Konfüçyüs'ün ve Eflatun'un eserleri, Buda'nın konuşmaları, Epiktetos'un Düşünceler ve Sohbetler'i için "yanınızda olsun" diyor Şefik Can ve şu hayatî notunu da ekliyor: "Bunları hepsi de İlahî ilhamla yazılmıştır. Onun için bu eserler bizim kendimizde kendimizi bulmamıza yardım edecek eserlerdir. Tabii fazla kitaba boğulmamak lazım. Zaten içinizdeki iman, size doğru yolu gösterecektir. Hayvanlarda olduğu gibi bizde de organlar var. Ama bizim onlarda olmayanı bulmamız lazım. Yoksa Şâh-ı Nakşibend'i tanımayan, Mevlânâ'nın yolunda olmayan, "şeyhim" diye ortaya atılıp böbürlenen insanlardan kaçınmak lazım."

Şefik Can'ın Mesnevî'yi anlamaya ve anlatmaya adanmış dopdolu yaşamından kesitler okumak heyecan verici. 'Yitik malı' bulmak vesilesiyle insanı iştahlandıran bir kitap Mevlânâ ile Bir Ömür

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder