20 Mayıs 2020 Çarşamba

Bastırılan tüm duygular tatillerde ortaya çıkar

"Senin sosyallik ve dostluk maskenin arkasında barbar bir kimlik var."
- Wilhelm Reich, Dinle Küçük Adam

İnsanın ruh sağlığıyla psikologlar, toplumun vaziyetiyle de sosyologlar ilgilenir. Meslekî zorunluluklar bir yerde insanın yaşam biçimi hâline gelir. Dünyaya ve insanlara daima mesleklerinden, açılan yeni pencerelerden ve yollardan bakmak alışkanlık oluverir. Buna tutku da diyebiliriz. Peki edebiyatçılar ne yapar? Pardon, soruyu değiştireyim: İyi edebiyatçılar ne yapar? Onlar hem psikologların hem de sosyologların yap(a)madığını yazarlar. Önce yaşarlar, gözlem yaparlar, sık sık dalıp giderler -ki her dalıp gitme memleketin insanından ve vaziyetinden mütevellit kaygıyla korku arasında düşünmedir, bir gidip gelmedir- ve nihayet yazıya geçirirler.

Sema Kaygusuz, trajedinin tek bir insanın başına gelip onunla sınırlı kalmadığını gösteriyor Barbarın Kahkahası'nda. Facialar, rezillikler, utangaçlıklar, hor görülmeler tek bir insanın başına gelip de mekanı terk etmiyor. Halkalar hâlinde yayılıyor. Bu yayılış esnasında öfke nöbetleri, varoluş sancıları, ebeveyn kaygıları, ergenlik şımarıklıkları, özgüven eksiklikleri, bağnazlıklar, yobazlıklar, gevşeklikler de yayılıyor etrafa. Trajedi büyüyor. Bir barbar var roman, kim o barbar?

Barbar romandaki herkes. Hatta romanı okuyan herkes. Komple bir barbarlık var. Metindeki bu komple barbarlığa dair konuşmak yersiz, çünkü o zaman romanın büyüsü bozulacak. Şifresi demedim, büyüsü. Romanın bir şifresi yok, ipucu yok, çözülmesi gereken cinayetleri de yok. Herkesin aslında birbiriyle komşu olduğu fakat bu komşuluğu kabul etmemek için her türlü dolabı çevirebileceği bir ortamda, bir motelde, bir mahallede, bir semtte, bir şehirde, bir ülkede, bir coğrafyada, bir kıtada, bir dünyada, çözülebilecek tek şifre insanla çocuk arasındaki ilişki belki de. İnsanın çocukluğu, çocuksuluğu arasındaki paslanmış ilişki. Kısacası insanın kendisiyle olan ilişkisi.

"Gaibe karışan hayalettir çocukluğumuz. Kimi zaman matem havasında, kimi zaman nostaljik içlenmeyle yad ettiğimiz çağ, zannedildiği gibi çocukluğumuz değil, bağrımızda saklı çocuksuluğumuzdur."

Evet, ne demiştik? Bir motel ve birçok karakter. Ancak Sema Kaygusuz metni öyle bir kurmuş ki hiç hissettirmeden sizi önce o moteldeki bir odaya yerleştiriyor, sonra da elinize bir dürbün, bir not defteri, kalem ve soğuk içecek verip şipidak terliklerle o gölgelikten öteki gölgeliğe yürütüyor. Böylece olan biten hiçbir şeyi kaçırmadığınız gibi kendinizi de barbarların ortasında bir barbar olarak buluyorsunuz. Onların dilini bilmiyorsunuz, sizin dilinizi de onlar bilmiyor. Zaten barbar da o demek, yerleşik dili bilmeyen... "Ben bu insanı anlayamam" deyip kaçmak istediğinizde biri dikiliyor karşınıza, "biz de zaten senin dilinden anlamıyoruz" diye. Peki hem yakından hem de dürbünle izlerken olanları, ne tür barbarlar var sahnede? Bakalım bu tirat size de iyi(!) gelecek mi?..

"Sen yapabilirsin. En büyük meziyetin dağılıp tekrar şekil almak. Bütün dertlerini son kullanma tarihini doldurmadan tüketiyorsun. Ateşte erisen, başka şekil alırsın. Kendini kullanma kılavuzun var senin. Daha ne istiyorsun? Al tepe tepe çalıştır, bozulunca söker yenisini yaparsın. Ama ben bildiğin lastik top gibi bi şeyim. Duvardan seker yere düşerim, suya atlar yüzeye çıkarım. Her yere zıplar, aynı biçim geri dönerim. Sen şimdi bu topu alıp uçan balon falan yapmaya kalkıyorsun. Hayatta en illet olduğum şey, tekrar etmek. Eh niye beni tekrarlayıp duruyorsun canımın içi! Yoksa bende sana ait bir şey mi var? Hı?"

Hani sidik yarıştırmak diye bir deyim vardır ya, Kaygusuz bizi bu deyimin tam içine bırakıveriyor. Ortada bir sidik muhabbeti. Havlulara kim çiş yaptı? Kim o şerefsiz? Kim o hain? Kim o kendini bilmez? Kim o duygusal olarak sorunları olabilecek kimse? Kim o insan? Herkesin ağzından farklı bir sıfat türüyor böylece. Peki kim bu herkesler ve nasıllar? Evlenir evlenmez ciddi bir entelektüel kriz yaşayan çift, kasaba milliyetçisi, mutsuz Müslüman, pasif agresif, gıybet makinesi, kadim tıbbın tutkunu, bas bas onaylanma ihtiyacım var diye bağıran bir ergen, her şeyi bilen, hiçbir şeyi bilmeyen, orta yolcu. Karakterlerin isimleri önemli değil. Yazar hiç yormadan, psikoloji bilmişliği yapmadan bir toplumu olduğu gibi sığdırıyor motele. Yaz tatili, tatil olduğundan utanıyor neredeyse.

"Aşkı kemirerek de yan yana gelir insanlar. Onların ikisi de birbirinin kemirgeni olmuş bence. Gerçek arkadaş olsalardı çoktan bitmişti ilişkileri. Arzuyu kabullenip aşkı yaşasalardı altı aya varmaz ayrılırlardı. İkisini de beceremedikleri için sonunda yabancı topraklara esir düşmüşler. Birbirlerini suçlamaktan başka dil kuramıyorlar."

Sanki bir romanın içinde birçok hikâye varmış gibi geliyor insana. Benim hikâyem, senin hikâyen, onun hikâyesi. Hepimizin hikâyeleri yani. O çocuğun zıpkınla denize dalma hevesi, ölmek üzere olan hayvanları motelin orta yerine getirmesinde, hepimize dair bir şey yok mu? Görülme isteği, onaylanma ihtiyacı, aynalama, gölgeleme, 'var'ım deme, 'yok' sayılma ve daha neler neler. Çocuk çünkü. Kendinin düşmanı olurken bile insana dost olabilen. Dostluk için yaratılmış gibi duran. Peki aşk yaşadığını zannederken aslında sessizleşmeyi, sönükleşmeyi, şahsiyetsizleşmeyi tadan hiç yok mu aramızda? Elbet var. Tüm bunlar olurken bilgin ve dalgın bir tavırla olanı biteni kaydeden, ölümden sonrası için bir iz bırakmak isteyen yok mu? Çok var eminim ki, eminiz ki. Kaygusuz hepsini toplamış ve demiş ki kısaca: "Bugün sırdaşlık nedir biliyor musun? Saklanmaktır. İçin için delirdiğini herkesten saklamaktır. Gördüğün kabusu anlatmamaktır. Tırnağın kadar güvenmediğin puştlarla iç içe yaşamaktır."

İnsan ruhundaki karmaşayı bir yaz tatiline, o insanların yaşadığı ülkeyi de bir motele sığdırmış Sema Kaygusuz. Sevgi ve nefret, saygı ve hırçınlık, masumiyet ve intikam bu yüzden iç içe Barbarın Kahkahası'nda.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

1 yorum: