Edebiyatımızın, tarihimizin, müziğimizin, kısacası kültürümüzün ‘iç tarihi’ni keşfedebilmek için mektuplar bize benzersiz imkânlar sunuyor. Şairlerin, yazarların, kitap meraklılarının birbirlerine gönderdikleri mektupları okumak, hem dil hem de kitap zevkini artırma açısından her zaman ayrı bir yerde durur. Bunun yanı sıra âşıkların, dertlilerin, nazlıların yazdıkları mektuplarda da bambaşka bir iklime uzanırız. Orada Hakk’la halk arasında gezinen duygular, niyazlar ve hatta sitemler iç içe geçer. ‘İnsanlık hâli’ne tutulan o başka aynalar, olaylara kuşbakışı bakmayı da öğretebilir bize. Bazen dert gibi gördüğümüz şeylerin aslında dert olmadığını böyle görürüz. İnsanın erdemleriyle kuvvet kazandığını, mutluluğun gelip geçici bir durak olduğunu keşfederiz mektupların satırları arasında.
Bir de azizlerin, mürşitlerin, velilerin yazdıkları mektuplar var. Onların seslenişlerinden öyle zengin fotoğraflar süzülüyor ki kâğıttan okunan harfler sanki evin duvarlarına, sokağın kaldırımlarına, ağaç dallarına, bulutlara birer nakış oluyor. Okudukça; dostluğun, yakınlığın, ünsiyet kurmanın, dertdaş olmanın, harflerle hasbihal etmenin, kelimelerden hakikate köprüler uzatmanın ne anlama geldiğini görüyoruz, öğreniyoruz böylece. Şair her ne kadar “aşk kâğıda yazılmıyor” dese de dil durmuyor, gönül evinin muhafızı olarak konuşuyor, konuşturuyor, yazdırıyor. Okuyana bazen susmak bazen coşmak düşüyor.
Annemarie Schimmel ile Sâmiha Ayverdi’nin mektuplaşmaları düştü geçenlerde aklıma. Gelişigüzel çevirmeye başladım sayfaları. Hayatın olağan akışı içinde arayışlar, buluşlar, kaybedişler, sonra tekrar arayışlar bir tarafta. Her şeye daha sakin bakan, “neden?” ve “nasıl?” sorularını çoktan geride bırakmış bir zihin, her yanda güzelliği ve hikmeti görebilen bir kalp diğer tarafta. Sonra bu iki kalbin birbiriyle cilvesi bize neler söyler? Yüksek anlayış, zamanın kuvveti, kaderin kudreti, insanı her anlamda yücelten hizmet bilinci, irfanın insanda ancak güçlü bir taleple yeşerebilmesi… “Ah Sâmiha ablacığım, bazen bu kadar lütufkâr mektuplar alınca, Allah neden benim kadar zayıf bir alet seçti diye düşünüyorum. O zamanlar da İncil’de en çok sevdiğim ayet hatırıma geliyor ki, ‘Sana inayetim yeter çünkü benim kuvvetim zayıflarda görünür’” diye yazmış bir mektubunda Schimmel. Başka bir yerde “İnsan yalnız Allah ile olan münasebeti sayesinde hakikaten insan olur” cümlesi gelir Ayverdi’nin gönlünden, şöyle bütün karanlığa bir perde çekiverir. Ama en hoşu da birbirlerine doğru kurdukları o kalpten kalbe yollar: “Mektubun bana sanki seni getirdi”, “𝖦𝖺𝗅𝗂𝖻𝖺 𝖻𝖺𝗁𝖺𝗋ı 𝖻𝖾𝗄𝗅𝖾𝗋𝗄𝖾𝗇 𝖻𝗂𝗋𝖺𝗓 𝖽𝖺 𝗌𝗂𝗓𝗂 𝖻𝖾𝗄𝗅𝗂𝗒𝗈𝗋𝗎𝗆”…
Şunu da ifade etmek gerekir; bazen tasavvufi kavramları zihnimizde bir yere oturtsak da kalbimizde bir köşeye yerleştiremeyiz. Hani, anlamakla idrak etmek arasındaki fark gibi düşünelim. İşte mektuplaşmalarda her nasılsa bir şey oluyor, bütün kavramlar gelip gönül köşemize yerleşiveriyor. Hemen bir misal: “İnsan kendi isteklerinden tamamen vazgeçmeli. Bir arzuyu, bir insanı terk ettim mi, onu daha derin manada bulmuş olurum. Bir insanı yahut bir şeyi kendim için almak istedim mi, ona temellük etmek arzusunda bulundum mu, onu kaybetmiş olurum. Belki hayatta en büyük prensip budur. Fakr budur, terk budur, tevekkül de aşktadır.”
18. yüzyılda yaşamış bir azize getirmek istiyorum sözü: Sezâî-yi Gülşenî. Tasavvuf mekteplerinden Halvetî-Gülşenî yolunun Sezâiyye kolunun kurucusu, yani pîri. Her gönül ehli gibi fevkalade sözlerin, nefeslerin de sahibi. Esas adı Hasan olan bu büyük sufiye Sezâî mahlasının Niyâzî-i Mısrî tarafından verildiğine dair bir rivayetten bahseder Hüseyin Vassâf. Sezâiyye, Edirne ve çevresinde yaygınlık kazanmış bir irfan ocağı. Kökü -aslında her yolda olduğu gibi- bir güle uzanıyor: Gülşenîyye. Mustafa Kara hocadan öğrendiğimize göre bu yolun isminin bir hikayesi var. Dede Ömer Rûşenî, has dervişlerinden İbrâhim Gülşenî’ye bir gül veriyor ve “Sen ol bâğ-ı bekânın gülşenisin” diyor. Dervişin daha evvelden Heybetî olan mahlası da böylece Gülşenî olarak değişiyor. İşte Hasan Sezâî-yi Gülşenî’nin irfan ocağı da bu yolun bir şubesi. Sözü toparlayalım: hepsi gül alıyor, gül satıyor.
Hasan Sezâî-yi Gülşenî’nin mektupları, sadeleştirilmiş bir şekilde elimizde nice zamandır. Ancak ‘popüler’ tasavvuf kitapları arasında çoğu zaman kayboluyor, görünmüyor. Gerçeğin, bunca tuhaflığın içinden zor seçilebilmesi gibi. Bu mektuplarda Sezâî-yi Gülşenî’nin oğluna, damadına, yetiştirdiği halifelerine, dervişlerine ve yakın çevresine, kimi zaman da devlet görevlilerine yazdıkları var. Mektuplar da tıpkı rüyalar gibi kişiye özeldir. Herkes kendi hâlince, derdince, niyazınca bir karşılık bulur, bulmak ister. Ancak Mektubat-ı Hazreti Sezâî’de başka bir hikmet var. Hatta, hazretin mahlasından yola çıkarak çok derin sezişler var dersek daha çok hoş olur. Neleri seziyor peki bu mektuplarda? Dervişlerin düştüğü kuyuları, gönül yorgunluklarını, nefsin bitmek bilmez oyunlarını, maişet meselelerini…
Pek çok kasidesi ve gazeli bestelenen hazretin sözleri, okuyanın yürek kuşunu havalandırmaya yetiyor. Hiç olmayacak yerlerden ne aydınlıklar doğuyor. Karanlık ve kasvet dağılıyor, üzerine tefekkür edilmesi gereken cümleler, müjdelerle iç içe geçip insanın iç dünyasını zengin kılıyor. Büyüklerin sözlerinin üzerine söz söylememek, küçük yaşlarımızdan itibaren bize verilmiş öğütlerden sadece biri. İş tasavvuf olunca, yani ilm-i batın söz konusu olunca, bu öğüdün ne kadar yerinde olduğunu anlayabiliyoruz. Mektubat-ı Hazreti Sezâî’den sadece bu günümüze değil her günümüze anlam katmasını temenni ettiğim birkaç inci şöyle:
- Benim oğlum; hiçbir şekilde afakî hususlar hakkında canını sıkma. Kabul et ki, her şey gönlün istediği gibi olmuş, ya da olmamış. Hepsinin sonu vardır. Sen seninle bâkî kalacak olan şeye gönül bağla.
- Benim kalp gözüm, oğlum. Vaktini ganimet bilip, nefsini bilmeye çalışasın.
- Dünyanın vakti üç beş gündür. Aldanıp da fırsatı kaçırmayasın ve mücahededen hâli olmayasın. Çünkü mücahede, müşahede denizidir.
- Daima insanların ayıplarını gizle, kimsenin ayıbını yüzüne vurma. Gazap ve kırgınlığını yenmeye çalış. Yaşlılara izzet ve hürmet eyle. Fakir gördüğün yerde, elinde bulunan ile onlara yardımcı ol. Bunlara riâyet edersen, yüce Mevlâ her yerde seni aziz eder. Çok yaşarsın.
- Benim oğlum; Kalp ve gönül gözü açıklığı içinde olup, bir an Hakk’tan gafil olmayasın. Dünya işleri mukadderat levhasında belirmezden evvel resmedilmiştir ki; ona zihin yormanın gereği yoktur. Maksad, hâsıl olanı tahsildir.
- Bahtiyar kardeşim; bu dünya üzerinde çeşitli müşküllerin görülmesi, perde arkasından hakikatin suretlerinin gidip gelmesi hadisesidir. Dışarıdan bakanlar, suretin hareketine irade isnad ederler. Ama duruma vâkıf olanlar ne yapsınlar. Hemen her meseleyi ilâhî iradeye havale etmek en iyisidir. Böyle yapanlar, duruma tedbir olma sıkıntısından halâs olmuştur.
- İlâhî oluşların devamlı olarak ve aynısı tekrarlanmaksızın sonsuz olması dolayısıyla, görünüşteki aklın debdebesine bağlanmakla, anlamsız hayal ile uğraşılmış olur. Her zuhuratı hak bilip, eşyaya varidat isnad etmeyip, Allah’ın dilemesinde olduğunu bile ve ona göre amel ede.
- Biraderin Derviş Ali dertlidir. Bizim Ayşe merhume gittikten sonra, yüz gün hasta oldu. Maddi ve manevi her türlü tedbir alınmasına rağmen bir faydası olmadı. Vakti tamam olmuş. Allah’ın rahmetinin civarına erişmiş olup bağrımızı yaktı. Amma elden ne gelir. Dünya âleminin gereği budur ve davamı yoktur. Buraya gelmeden maksat, manevî olgunluğu tahsil etmektir.
- Oğlum, canım. Allah yardımcın, Pîrim elinden tutar olsun. Varlık berzâhında her hâlde selâmette olasın. Dervişlik Muhammedî meslektir. Herkese o büyük özellik verilmez. Derviş ayıp örten, zehir içen, başı eğiktir. Cenâb-ı Hak bu büyük nimeti Allah dostlarına ihsan eder. İnsana, nefse güç gelen her şeyin, ondan daha hayırlısı olmaz.
Şu incilerin her birinde başka bir âlem var sanki. Her şeyden evvel tasavvufun özü var ama: bâr yolma, yâr ol. Yük kaldıran ol, sıkıntı hafifleten ol, bir sözünle bir selamınla gayret kemeri kuşat. "Gönül giydirmek" denir herhalde böylesine. Bu sözü Sâmiha Ayverdi'den okumuştum ilk. Türkü gibi, şiir gibi. Şunu ifade ediyor: selam ver, iyilik yap, hizmet et, güldür, kuvvetlendir, ferahlık sun, imkân aç. Ama karşılık bekleme, kenara çekil, bununla mutlu ol ve yola devam et. Böyle yaşa, yaşat. Hepimiz için, gönülden âmin.
Yağız Gönüler
x.com/ekmekvemushaf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder