29 Şubat 2024 Perşembe

Yazarak önce kendimize dost oluruz

Neden yazıyorum sorusuna, herhalde insan nefesleri adedince cevap verebiliriz. Daha iyi anlaşılacağını düşünmek, etraftan ilgi ve sevgi görmek, anneyle babayla arayı iyi etmek ya da onlarla hesaplaşmak için güçlenmek, dünyayı ve hayatı yazarak daha iyi anladığına inanmak, hayal dünyasının ya da gözlem yeteneğinin gücünden yararlanmak, duygusal yüklerini hafifletmek. Yazmayı bir tutku olarak görenlerin cevabı ise aşağı yukarı aynıdır: varlığın yazarak daha anlamlı olduğuna inanmak, yazdıkça yaşadığının farkında olmak.

Peki bu nasıl olur? Birçok şey gibi adım adım. Çok uzun ve meşakkatli bir yol, orası kesin. Ama bu yolda insanın en büyük yol arkadaşı, yine kendisi. Çünkü insan her yeni yazısında, her başka bir alanı didikleyişinde kendini yeniden tanıyor. Daha önce görmek istemediği bir özelliğini keşfediyor. Olumsuz taraflarını törpülüyor, olumlu taraflarında daha iradeli olmaya çalışıyor. Giderek kendiyle olan dostluğu belirginleşiyor. Okumak ve yazmak, en etkili terapilerden ikisi. Başlıca sebebi de hiç şüphesiz kişinin kendi kendine gerçekleştirdiği eylemler olmaları. Tek başımıza okuruz, tek başımıza yazarız. Bu bir tercihtir. Yalnız bırakıldığımız ya da yalnız kaldığımız için okuyup yazmak da vardır elbette. Bunlarsa trajiktir.

Natalie Goldberg’in 1986 yılında yayınlanan kitabı İliklerine Kadar Yazmak (Writing Down the Bones) nihayet dilimize kazandırıldı. Damla Göl’ün çevirdiği, Hep Kitap etiketiyle okurlara sunulan İliklerine Kadar Yazmak, hem içinde bir yazar olduğunu hissedip bir türlü işe koyulamayanlara hem de halihazırda yazar olsa bile içindeki yazarı beslemekte zaman zaman zorlananlara hitap ediyor. Bir atölye kitabı olma özelliği taşıyan bu çalışma özellikle iki konunun üzerinde duruyor. Birincisi, yazma rutinine kavuşmak, yani disiplin. İkincisi, yazmanın önündeki engelleri yıkmak, yani giderek tutkuya dönüştürmek. Okurlar son derece basit bir üslupla, oldukça akıcı biçimde yazılmış bu kitapla birlikte, yazarın dile getirdiği şu gerçeği yoğun biçimde hissedeceklerdir: “Yazmaya başlamak için bir yol belirlemek önemlidir; aksi takdirde, bulaşık yıkamak dünyadaki en önemli şey haline gelir, sizi yazmaktan alıkoyacak diğer her şey gibi. En nihayetinde insan sadece susmalı, oturmalı ve yazmalıdır.

Özellikle yazma heveslileri hemen “İyi de nasıl?” diye soracaklardır. İşe kolayından başlamak gerekiyor. Bu yüzden gayet kolay bir sıralama üretiyor Goldberg: 1. Elleriniz sürekli çalışsın, yazdıklarınızı kontrol bile etmeyin. 2. Hiçbir şeyin üzerini karalamayın, yazarken bir şeyleri düzeltmeye çalışmayın. 3. İmla, noktalama, dilbilgisi gibi konularda hemen endişelenmeyin. 4. Giderek kontrolü kaybedin ve bunu yoğun bir konsantrasyon gibi düşünün, belki de meditasyon.5. Yazdıklarım ne kadar mantıklı oldu diye düşünmeyin, hatta hiçbir şey düşünmeyin. 6. Kimseden çekinecek bir şeyiniz yok, bodoslama dalın, yazın, yazın, yazın.

Natalie Goldberg, 1974 yılında oturma meditasyonu yapmaya başlamış. 1978’ten 1984’e kadar da Minneapolis’teki Minnesota Zen Merkezi’nde Dainin Katagiri Roshi ile Zen çalışmış. Bu çalışmalarından elde ettiği tüm neticeleri yazma eylemine de işlemiş. Kitapta ara sıra hocasıyla buluştuklarında gerçekleşen konuşmalardan da örnekler veriyor. Ne zaman Katagiri Roshi’ye gidip Budizmle ilgili bir soru sorsa, Roshi cevaplamaya “Yani tıpkı yazı yazarken...” diye başlıyormuş. Hocasının yazmaya atıflarda bulunmasıyla birlikte Goldberg de Budizm’i daha iyi anlamaya başlamış. Yazmak da tıpkı Zen pratikleri gibi kişinin kendi hayatına bütünüyle nüfuz edebilmesini ve aklı başında kalmasına yardımcı olacak yollar keşfetmesini sağlıyor. Bunun için Roshi ona bir gün “Neden oturma meditasyonuna devam ediyorsun? Artık iyice yazma pratiğine yönelmelisin. Eğer yazarken yeterince derine inersen, bu seni her yere götürebilir.” demiş.

Zihnimize bir şey yaptırmak zorunda olmadığımızı söylüyor Goldberg. Zihnimizin yolundan çekilmemiz gerekiyor yazarken. Burada en önemli olan şey, düşünceler zihnimize nasıl akıyorsa oldukları gibi onları kâğıda dökmek. Düzeltmeler, filtrelemeler, yeniden yorumlamalar daha sonra gelecek. Bunu sık sık uygulayan biri hem yazma pratiğini daha kolay kazanabilir hem de kalbini, zihnini yumuşatır, esnekleşir, iyi-kötü, güzel-çirkin arasında bir fark görmeden tabiatı, kâinatı kucaklar. O büyük akışa katılır. Pek çok manevi pratiğin de insanlara bunu öğrettiği açıktır. Burada en mühim mesele iradedir. Yeterince iyi kullanılan ve disiplinli biçimde faaliyete geçirilen irade, insanı kararlılıkla mühürleyecektir. Nitekim Katagiri Roshi bir gün Goldberg’e şöyle demiş: “Senin küçük iraden tek başına hiçbir şey yapamaz. Bunun için Büyük Kararlık gerekir. Büyük Kararlılık sadece sizin çaba göstermeniz anlamına gelmez. Tüm evren arkanızda ve sizinle birlikte demektir – kuşlar, ağaçlar, gökyüzü, ay ve on yön.

Yazmak; hayat yolculuğumuzda bize eşlik ederken kimi zaman arkadaşımız olur, kimi zaman terapistimiz, kimi zaman ailemizden biri. Dolayısıyla bizimle pek çok sır paylaştığı gibi en zor zamanlarımızda saplandığımız bataklıktan, düştüğümüz kuyudan, kapıldığımız karanlıktan da bizi çekip çıkarır. Goldberg eşinden ayrıldığında Roshi ona “Yalnız yaşamayı öğrenmelisin. Nihai mesken orasıdır.” demiş. Yalnızlığa alışmanın zorlukları içinde Goldberg’i ayakta tutan hep yazmak olmuş. Nihayet yalnızlık, kullanışlı bir enstrümana dönüşmüş yazma yolunda. Yazarın bu konudaki tavsiyesi şöyle: “Sanat iletişimdir. Bir başına kalmanın acısını tadın ve oradan yola çıkarak tüm yalnız insanlara yönelik bir bağ ve şefkat geliştirin. Sonra yazdıklarınızda, birini düşünerek ve hayatınızı ona ifade etmek isteyerek kendinizi bu yalnızlıktan kurtarın. Yazdıklarınızla başka bir yalnız ruha ulaşın… Yalnızlığı kullanın. Onun sızısı dünyayla yeniden bağlantı kurmak için aciliyet yaratır. Bu sızıyı alın ve konuşmak, kim olduğunuzu ve ışığı, odaları ve ninnileri nasıl önemsediğinizi söylemek için duyduğunuz ifade ihtiyacınızı daha derine ilerletmek için kullanın.

Bazen bir restoranda yazmak durumunda kalabiliriz. Tam konuya yoğunlaşmışken evimizi arkadaşlarımız istila(!) edebilir. Aklımıza hiçbir konunun gelmediği sabahlar olabilir. Bugün tam da yazı yazılacak bir gece diye düşünürüz ama o gece geldiğinde bütün yazma hevesimiz uçup gidebilir. Hayatta her şaşırılacak hadise kâğıda geçmeyebilir. Neticede her şey yazılacak diye bir kaide yok. Ama yazmak zorunda oluşla birlikte yazılması gereken oldukça zor konular da var. Din öyle, siyaset öyle, cinsellik öyle. Tüm bunlar için oldukça faydalı yollar sunuyor Goldberg. Durumlara bu kadar sade ve çözüm dolu bakışlar atmasında, hep bahsettiği ve başvurduğu Zen pratiklerinin de mutlaka faydası var, bu açıkça görülüyor. Çünkü çok dingin ve çok sakin. Kendini bilen de ne yapacağını mutlaka biliyor. Yazmanın başında da sonunda da kendine samimi olmak var. Ne gerekiyorsa onu yapmak var. Tıpkı bir Zen deyişindeki gibi: “Konuştuğunuz zaman konuşun, yürüdüğünüz zaman yürüyün ve öldüğünüz zaman ölün.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder