Yağız Gönüler'in "Şarkısı Biten Şehir" adlı kitabını okudum.
Kitap hakkında kendimce bir iki kelime etmezden önce Yağız ağabeyin bana bu paylaşımları yapmamda en büyük ilham kaynağı olduğundan bahsetmeden geçemeyeceğim. Önce bir Instagram sayfası, ardından da Blogspot platformu üzerinden yazdığım küçük, amatör yazıların beni günden güne geliştireceğine dair inancımda Yağız ağabeyi izlemek, çok ama çok fazla etkili oldu bende. Kendime örnek aldığım nadir şahsiyetlerden biridir kendisi. Daha nicelerine ışık olmuştur eminim. Kendisine buradan teşekkür etmek isterim.
Karakum Yayınları'ndan çıkan Şarkısı Biten Şehir kitabını bir tür deneme olarak nitelemek mümkün. Kitapta Gönüler'in denemelerinin yanısıra, şehircilikle meşgul olmuş insanlarla yaptığı çok uzun olmayan ancak hem sorularıyla hem cevaplarıyla birer bilgi birikimi haline gelmiş röportajları, kitaplar ve şahsiyetler hakkındaki çeşitli yazılarını görmekteyiz. Sadettin Öktem, Turgut Cansever, İsmet Özel, Ahmet Yüksel Özemre, Sinan Yılmaz adını sıklıkla duyacağımız isimlerden bazıları. Yazarın bir başka önemli fikri de şehir ile aileyi birbirinden ayrılmaz bir bütün olarak, birbirinin tamamlayıcısı, et ile tırnak gibi görüyor oluşuydu. Mekanik toplumdan organik topluma geçiş olarak değerlendirilen bizler gibi geçiş toplumlarında, geleneklerinden kopmamak adına mücadele eden bir avuç insanız şurada ve aile bizim bamtelimiz. Aile vurgusu bu yüzden beni ayrıca bir tatmin etti. Yağız Gönüler'in kitaplarla ilişkisini bilen bilir. Benim bu yazılarda şehircilikten hariç olarak en çok dikkatimi çeken şey, kitaplardan bahsederken yazarların kitaplarının ilk sayfalarında, kitaplarını kimlere ithaf ettiklerine yer verdiklerini önemsemiş olmasıydı. Daha önce bu atıflar hiç dikkatimi çekmemişti, ancak fark ettim ki gerçekten çok büyük zerafet, çok büyük incelik bulunduruyor içlerinde.
Doğma büyüme bir Üsküdarlı olarak kitabı okurken canım çok sıkıldı. Her gün sövdüğüm Üsküdar'daki meydan ve sahil şeridi genişletme projeleri ve Twitter'da dolaşan Çengelköy düzenleme planlarının yanında, ayakkabılarım İstanbul'un asla bitmeyen inşaatının içinde yıpranır giderken, zaten yeterince sövmüşken, tuz biber ekti bu kitap. En beğendiğim yazıların başlıkları şöyle: "Şehri Öl(dür)ürken Sessiz Kalabilen Katil", "İnsan ve Plastik" ve "İçinde Apartman, Site veya Kat Geçen Türkü Duydunuz mu?
Şehri, şehirleşmeyi, şehirleştirilmeyi dert edinmiş, Maslak'tan geçerken İstiklal'de yürürken "ulan bir yerlerde bir hata var ama?" diye aklından geçirmiş herkesin okumasını öneriyorum. Yazarın kendi görüşler ve bilgi birikiminin yanında atıfta bulunduğu nice yazar ve kitaplar da bize bu alanda kendimizi geliştirmemiz adına bir yol haritası çiziyor.
Her zamanki gibi buraya bir alıntı bırakıyor ve keyifli okumalar diliyorum!
"Türkler evlerinde hela (hala köylerde görmek mümkündür),evin aşağı yukarı 50 metre dışında olur. Orada destur denerek abdest bozulur. Mesela abdest bozmak diyoruz. Bundan Türk^ün abdestsiz gezmeyeceğini anlamamak, ya mankafaların işidir ya da Yahudilerin. Türk abdestsiz gezmeyi başına gelecek musibetlerin garantisi olarak görür. Bu yüzden 'şanssızlık oldu' demez, 'kaza oldu' der. Tuvalet, Türk evine dikilmiş incir ağacıdır."
Betül Kavalcı
twitter.com/kavalcibetul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder