"Her bir sözcüğünün sonu tanrıya varan arap dili, gerçeği kavramak için değil, örtmek için doğmuştur" cümlesini okuduğumda Daryush Shayegan'ın baktığı pencereyi sarsıcı bulmuştum. İran topraklarının ilginçliği olsa gerek, tarihin her devrinde 'deli-dolu' bir düşünür ortaya çıkarmıştır. Ancak o düşünürlerin sesi her zaman kısık olmuştur. Zamanla, her şeyin kutsallaştığı ve mekanik birer puta dönüştüğü şu çağda bazı kısık seslerin daha çok konuşması, yazması gerektiğini yine ve yine düşünmüştüm. Kısık sesler bir araya gelir, güzel bir orkestra çıkar, herkes duyar. Kim bilir.
22 Mart 2018'de Shayegan bu dünyadan göçtü. Türkçemize çevrilmiş iki kitabı da Metis Yayınları etiketli: Yaralı Bilinç (1991) ve Melez Bilinç (2013). İsimleri içeriklerini anlatan bu iki kitaptan ilki çatlamaların, uyumsuzlukların, çarpıklıkların kitabıydı tıpkı bölümleri gibi. Çin ve İslâm dünyası karşılaştırması, kimlik kaybı korkusunun derinliği, çelişkilerin zamanında yaşama çabası, bilinçlerdeki fikirsizlik gibi konuların yanı sıra entelektüeller, ideologlar, teknokratları da hırpalamıştı Shayegan. Bir de 'Tanrı stratejisinin uzmanları'nı. Geleneksel toplumlarda yaşanan kültür şizofrenisi üzerine yazmayı seviyordu Shayegan ve konuşmayı. Yani arada kalmışlığı ve arada kalanları.
Melez Bilinç'de bazı yüzleşmelerin ve helalleşmelerin yapılması gerektiğinden bahsediyor esasen Shayegan. Mimariden kentleşmeye, felsefeden siyasete kadar batılılaşma ve İslamileşme arasında gidip gelen insanların, insanlığın aslında hiçbir yere gidemeyeceğini ve artık bir yönde karar verilmesi gerektiğini söylüyor. Laikliği savunuyor, demokrasiyi savunuyor, inanç adı altında yapılan her türlü sömürünün karşısında duruyor. 'Geleneksel bir okuyucu' epey afallayabilir. Çünkü tam 'ben de böyle düşünüyorum' dediğiniz satırların akabinde 'o kadar da değil' diyebiliyorsunuz. 111 sayfalık kitap bu anlamda 'evet haklı' ya da 'hayır haksız' arasında gidip geliyor. Zaten Shayegan da orta yolu sevmiyor. Bir yöne ama muhakkak belirli bir yöne yürümeli insan. Bunun için de daima düşünmeli: "Düşünmek manen gençleşmektir; 'bir geçmişi yalanlaması gereken ani bir dönüşümü kabul etmek'tir aynı zamanda. Bir dönüşümü kabul etmek, kendini açmaktır; bizi tehlikeli maceralardan ve gaspa uğramaktan koruyan yumuşacık kozamızdan çıkmaktır."
Melez Bilinç küçük küçük bölümlere sahip büyük konuşan bir kitap. Zamanın Shayegan'da açtığı öfke hemen belli oluyor. Ancak metinlerini oldukça edebi, derli toplu kuruyor. Daldan dala atlamıyor, yararlanılması gereken sahalara işaret ediyor. Tek bir okuma türünün ya da düşünce türünün eninde sonunda donuklaşacağını vurguluyor: "Her sicilin kendi dili, her varlık tarzının kendi ortaya çıkışı, her bilginin kendi yorum anahtarı vardır. Mevlana ya da Hafız gibi klasik şairlerimizi okurken başka bir bilgi aygıtından, Descartes'ın ya da bir Kant'ın düşüncesine nüfuz edebilmek içinse başka bir bilgi aygıtından yararlanırız. Bu heterojen dünyaları yüklenen insanda bir şifre çözme anahtarı, uygun bir kavramsal araç takımı olmalıdır. Şizofrenimizi ve çelişkilerimizi ancak bu araçları bilerek kullandığımız takdirde evcilleştirebilir; çok eski zamanların usaresiyle dolu o farklı duyarlılıkların görkemli yelpazesini nihayet belirgin olarak gösterebilir; bundan da önemlisi, tarihsel açıdan çağdaş olmayan karşıt dünyaları aynı anda huzurla yaşayabiliriz."
Shayegan, İran'da Heidegger'in nasıl yorumlandığına ve okunduğuna dair yazdığı metninin hemen ardından batı-dışında sanatın nasıl düşünülebileceğine değiniyor. Okuyucu için metinler gayet güzel düzenlenmiş, sıralama pekiştirici nitelikte. Burada çakışan dünyaların sınırında duruyor Shayegan. O sınırda kültürün taklidi ve dolayısıyla yok oluşu söz konusu. Kültür sahte bir taklit bile değil ona göre: "Geleneksel sanat, daha yerini alacak başka bir şey çıkamadan gerçekten ölüp gitmiştir. Bunun ayırdına varmak için bugün İran'da inşa edilmiş olan sayısız çirkin camiyi görmek yeter. Bu yeni camileri Selçukluların, Timuroğullarının yaratıcı dönemleriyle ya da İsfahan'daki Safevi anıtlarıyla karşılaştırırsak, bu kadar bilinçsiz bir cüretle dikilenlerin, vaktiyle olmuş olanın acayip mi acayip karikatürleri olduğunu anlarız" diyor ve yabancılaşmanın kültür boyutunu şöyle irdeliyor: "Onları düzgün bir şekilde kopyalamayı bile becerememektedirler; ne o eski eserler elden geldiğince taklit edilebilmekte, ne de o anıtlara özelliklerini veren zarif orantılara uyulabilmektedir. Artık yenilik yapılamadığı gibi, geçmişin bu görkemli eserlerine ruhunu veren imaginal bakış da çöllerin kumunda kaybolup gitmiştir. Adeta estetik hafızamızdan ilelebet koparılmışızdır; artık onu küllerinden tekrar yaşama döndüremeyeceğizdir; aramızdaki ilişki tamamen yabancılaşmıştır."
Kitapta 15. yüzyılın sanatına da bir yolculuk yapıyor Shayegan. O yüzyılın öne çıkan değerlerine ve nasıl öne çıktıklarına değiniyor. Batı sanatı tarihinin rönesansla birlikte 'benzersiz' yenilenmesinde iki kişinin katkısını çok ciddi buluyor: Leonardo da Vinci ve Albrecht Dürer. Buradan nefis bir Leonardo biyografisi okumak mümkün. Shakespeare'in çok az Latince ve ondan da az Yunanca bilmesi karşılığında Leonardo'nun kendini 'uomo senza lettere' yani okumamış adam diye nitelemesini tesadüfi bulmuyor, aksine Leonardo için "nesneleri titizlikle gözlemleyerek her şeyi kendi başına öğrenmek istiyordu" diyor. Bu da akıllara 18. yüzyılın müzik dahisi Mozart'ı getiriyor. Shayegan mimariye geçiş yaparken çok doğru bir isimden söz açıyor ki çok doğru bir yer burası: "Rönesans'ta insan modelini belirleyen ideal biçimler, Romalı mimar Vitruvius'un tahayyül etmiş olduğu ilahi orantılardan esinlenmişti. Leonardo'nun bu orantıları isabetle kâğıda döktüğü bir resim amblem haline gelmiştir; onun gözünde mikrokozmosla makrokozmos arasında benzerlik vardır, zira -kendi deyişiyle- tabiat dev bir canlıdır."
Melez Bilinç'in son bölümü Tahran'ın amblem niteliğinde bir kent olup olmadığını sorguluyor. Amblet kentlere Shayegan'ın gözünden birkaç örnek: İsfahan, İstanbul, Floransa, Roma, Toledo. Burada Tahran'ın günümüzdeki hâliyle Shayegan'ın çocukluk günlerindeki hâli kıyaslanıyor ve ortaya kentleşmeden neoliberal mimariye uzanan o dev illüzyon çıkıyor. Yorum özellikle kentleşmenin geleneksel toplumlarda ve elbette devlet biçimlerinde nasıl yanlış yorumlandığını ortaya çıkarıyor: "Mesken yani inşa edilmiş mekân ile, şehir ile zihinsel mekân arasında, muhtelif denklikler vardı; bunların birinde değişikliğe gitmek, ister istemez diğerini bozuyordu; eninde sonunda bir şehrin yaşam alanı ve ruhunu şekillendirip yapılandıran da zihinsel mekândı. Düşünce patladığı zaman, ağırlık merkezini yitirerek yönünü şaşırdığı zaman, en akıl almazına varıncaya kadar bütün sapmalara tanık olunur. Maalesef günümüzde Güney'in megapollerinde ortaya çıktığı görülen de budur: Sadece havayı kirletmekle kalmayıp ruhumuzu zehirleyen, ahtapot gibi kollarıyla etrafımızı saran canavar şehirler. Zira çirkinlik sadece herhangi bir kirlenme değildir, estetik duygumuza hakiki bir tecavüzdür de."
İran gençlerinin (muhafazakarlar kastediliyor) makyaj, giyim, abartı ve yozlaşma konularında ciddi bir başkaldırı gerçekleştirdiğini düşünüyor Shayegan. Bilhassa Tahran'ın büyük bir dönüşüm içinde olduğunu düşünüyor. Bu 'kasvetli kent'in çevresinde eskisinden çok farklı yeni bir dünyanın ortaya çıktığını, kültürler arası kaynaşmayla beraber 'beklentilerin' tersyüz olacağını söylüyor. Bu tersyüz olma durumu aslında şimdiye kadar olması gereken bir durumdur ona göre: "İslami olduğu söylenen toplumun derinliklerinden taptaze su yüzüne çıkan laiklikltir bu."
Başta da belirttiğim gibi bu kısa kitap hem İranlı bir düşünürün kavramlara bakış açısı hem de geçmişle günümüz ve sanatla politika arasında kurduğu bağ açısından önemli. Şaşırtıcı ve sarsıcı. Shayegan'ın fikirlerini beğenmeyebiliriz ama önemseyebiliriz. Bilhassa doğu ve ortadoğu halklarının vaziyeti ile akıbeti için.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder