Bazı coğrafyaların kendine has içecekleri vardır bu içecekler yaşamın her anını renklendirir, çeşitlendirir. Bu öyle bir çeşittir ki yazma ve okuma eyleminden muhabbete ve hatta ibadete kadar uzanır. Çay, ucu bucağı belli olmayan coğrafyaların içeceğidir. Toplamasından paketlenmesine, demlenmesinden içilmesine dek 'sırlı' ritüellere sahiptir. Her coğrafya çayı farklı yorumlar, farklı demler, farklı sunar. Dolayısıyla çayın tarihi incelendiğinde aynı zamanda geçmişten günümüze çok ciddi bir kültür araştırması da yapılmış olur.
Japon Güzel Sanatlar Akademisi'nin kurucularından (1890) biri olan Okakura Kakuzo, Boston Güzel Sanatlar Müzesi Asya Sanat Bölümü'nün ilk başkanı (1904) aynı zamanda. Avrupa, ABD, Çin ve Hindistan gibi ülkelerde Japon geleneksel sanatlarını araştırmış, Batı kültürünün taarruzu altındaki Doğu kültürünün en ciddi temsilcilerinden biri olmuş. Japon kültürel mirasını korumak için sürekli yazmış, tüm dünya bu kültürü tanısın istediğinden İngilizce yazmış. Martin Heidegger, Ezra Pound, Rabindranath Tagore ve Isabella Stewart Gardner gibi isimlerle arkadaşlık kurmuş, onlar üzerinde etkiler bırakmış. 1863 - 1913 yılları arasında yaşamış Kakuzo, Japonya dışında da çok sevilmiş olan The Book of Tea adlı kitabın yazarı. Kitabın dilimize çevrilmiş bir baskısını geçtiğimiz günlerde Palto Yayınevi neşretti, Özge Özkan çevirisiyle. "Yaşama Sanatının Dini" alt başlığını taşıyor: Çay Kitabı.
Kakuzo kitabının başında, bir ilaç olarak ortaya çıkan ve bir içeceğe dönüşen çayı, felsefî olarak yorumluyor. Bu felsefenin bir adı var: çayizm. İçinde estetizmi, hijyeni, ekonomiyi ve ahlaki bir geometriyi barındırıyor bu felsefe. Çay felsefesi "doğu'nun gerçek demokrasi ruhunu temsil eder" yazara göre. Japon kültürünün her meraklısı ve öğrencisi muhakkak çayla yola revan olur. Japon mimarisi, çiçekçiliği ve dili, çaydan nasibini alır: "Gündelik dilimizde, kişisel dramanın yarı ciddi yarı şaka yönlerine duyarsız olan insanlara 'çaysız' deriz. Yine benzer şekilde, sıradan trajediye tamamen duyarsız olup, özgürlüğe kavuşma duygularıyla ayaklanma çıkaranlara da 'çayı fazla kaçmış' deriz." [sf.6]
Kitapta yoğun biçimde batı-doğu 'kapışmaları'na da değiniyor yazar. Özellikle Japonların kültürleri ve yaşam biçimleri (âdetler, gelenekleri vs.) dolayısıyla duyarsız, rahat, zevk düşkünü olarak gösterilmesine tahammülü yok. "Kendilerinde önemli noktaların eksikliğini hissedemeyenler, önemsiz noktalardaki büyüklüğü de görmezden gelirler." derken yazar, doğuda iltifata cevap verildiğini belirtiyor; anlamsız sataşmalara ve dalaşmalara değil. Modern insanlığın zenginliği ve gücü cennet olarak tasavvur ettiğini, bunun da sonsuz bir bencillik ve kabalık yarattığını düşünüyor yazar. Vicdanların satın alınabilir bir şey olduğuna değinerek iyi niyetin bir çıkar amacı olduğunu söylüyor. Çayımızdan bir yudum almaya davet ederken bizleri, 'şeylerin tatlı sarhoşluğu'nda yaşamın gizemini keşfetmemiz gerektiğini öğütlüyor.
Çay Kitabı'nın en ilginç bölümlerinden biri; çay ekolleri. Burada çay bir sanat olarak yorumlanıyor, dolayısıyla usta ellere olan ihtiyacından bahsediliyor. Her coğrafyanın çayı farklı yöntemlerle içmesinin altında "yaşam bir ifadedir" sözü anlam buluyor. Mimari olarak Japonya'da çayın ayrı bir yeri var: çay odaları. Taoizm etkisiyle birlikte çay ve çay odaları, bizde dergâhlar için yapılan yorumlara benzer bir yorum buluyordu; şifa sunmak ve şifa arayana yol göstermek. Yazardan okuyalım: "Çay, saflığa ve arınmaya tapmanın bahanesi oldu; ev sahibinin ve konuğun dünyevilik içinde mümkün olabilecek güzelliği ortaya çıkarmak için bir araya geldikleri kutsal bir ritüel haline geldi. Çay odaları, varoluşun kasvetli çölünde, sanat severliğin ortak pınarından içebilmek için yorgun gezginlerin bir araya gelebildikleri bir vaha idi. Seremoni, ana fikri çay, çiçekler ve tablolar üzerine örülmüş doğaçlama bir tiyatrodur. Ne odanın nüansını bozacak bir renk ne nesnelerin ritmini bozacak bir ses ne ahenk üzerine empoze edilecek bir jest ne de ortamın birliğini kıracak bir kelime... Tüm hareketler çay seremonisinin amacına uygun olarak basitçe ve doğal olarak yerine getirilmeliydi ve gariptir ki genelde de bu konuda başarılı olunurdu. Her şeyin altında kurnaz bir felsefe yatmaktaydı: Çayizm, Taoizm'in kılık değiştirmiş bir haliydi." [sf.20-21]
Kitabın en felsefî bölümü Taoizm ve Zen. Her iki inancın çayla olan irtibatının yanı sıra yaşama ve sanata bakış noktaları da okura sunuluyor. Oldukça zevkli ve tahrik edici bir bölüm. İnsan bu bölümden sonra kitaba mola verip Taoizm ve Zen üzerine bir şeyler okumak istiyor. Yazara göre ne Taoizm ne de Zen adına başka dillerde yapılmış yeterli bir sunum yok (yazarın yaşadığı yılları hatırlayalım). Kakuzo kısa tanımlamalarla okuyucuya yardımcı oluyor, elbette Taoizm'i önceliyor. "Yaşama sanatı çevremizde sürekli kendimizi adapte edip, onunla uyum içinde olmaktır. Taoizm dünyayı olduğu gibi kabul eder; Konfüçyüsçülük ve Budizm'in aksine, dünyamızın güzelliğini endişe ve üzüntünün içinde bulmaya çalışır" cümlelerini okurken Müslüman bir insanın aklına şüphesiz 'havf ve reca' geliyor.
Merhamet, tasarruf ve tevazu; Taocu görüşe göre hayatın üç cevheri. Bu üç cevher, çayla somutlaşıyor bir nevi. Çünkü çay gerek toplanma ve demlenme sürecinde, gerekse sunumunda merhametli ve tasarruflu olmayı, daima tevazuda kalmayı tabiri caizse emrediyor. Çayın, tüm içenlerle birlikte ciddi tartışmaları ve tefekkür anlarını da beraberinde getirdiği muhakkak. Bu anlamda yazar için Taoizm'in getirdiğini Zen tamamlar: "Çayizme dair tüm idealler Zen'in yaşamın en küçük olaylarında bile mükemmeli görme algısından kaynaklanmaktadır. Taoizm, estetik ideallerin temelini oluşturmuş, Zen de onları hayata geçirmiştir." [sf.32]
Çay odası ve mimari bölümü, meraklısı için çok cezbedici. İnsan birkaç fotoğrafa ihtiyaç duyabiliyor okurken. Genel düşünce bu odaların bol rehavet, miskinlik ve dalgınlık hâli getirdiği yönünde olsa da aslında durum tam tersi. Çay odalarının mimarisiyle ilk beklenen uyanık bir ruh hali yaratmak. Çünkü ancak uyanık bir ruhun farkındalığı yüksektir, kendiyle olan iletişimi. Bu odalara bir samuray girecekse kılıcını bırakmalıdır evvela. Kim olursa olsun tapınağa sessizce yaklaşmalı ve o yüksekliği en fazla bir metre olan kapıdan geçmelidir. Yani eğilmelidir. Unvan ve rütbe 'yerlerde' olmalıdır. Bu mimari anlayışı "tevazuyu pekiştirmeyi amaçlar" Kakuzo için ve yazar sorar: "Sanatçı ruhların özgürce birleşmesi için mümkün olan tek fırsat bu odaydı. Harika bir sanat eseri karşısında daimyo, samuray ve sıradan halk arasında bir ayrım yoktu. Günümüzde tüm dünyaya hakim olan sanayileşme, gerçek arınmayı her geçen gün gittikçe zorlaştırıyor. Acaba günümüzde çay odasına her zamankinden daha fazla mı ihtiyacımız var?" [sf.43]
Sanat anlayışı, çiçekler ve çay ustaları kitabın son üç bölümü. Bu üç bölümde de güzeli ortaya çıkarmanın kısa misalleri ve günümüzde her yanı kaplayan çirkinliğe önemli eleştiriler var. Yazar burada herkese aslında ne çayın ne de geçmişteki çay göreneklerinin romantizmden ibaret olduğunu söylüyor, gösteriyor. Çünkü insan öyle veya böyle aslında güzeli arıyor. Ne zaman güzelle buluşsa orada kendini de buluyor. Çay da Okakura Kakuzo için bu buluşmanın en eski araçlarından biri. Sanatla ya da çiçeklerle meşgulken de çay, insan ruhunun dehlizlerini yoklayan, kimi zaman harekete geçiren kimi zaman da düşünce ve eleştiri gücünü artıran bir içecek.
Japon kültüründe sanata büyük hizmetlerde bulunmuş bir grup; çay ustaları. Şöyle diyor Kakuzo: "Klasik mimari ve iç dekorasyonda tamamen devrim yapmışlar ve 16. yüzyıldan sonra yapılan sarayları ve manastırları etkileyerek yeni bir tarz yaratmışlardır... Japonya'nın tüm ünlü çay bahçeleri çay ustaları tarafından düzenlenmiştir. Çanak çömleğimiz çay ustalarına ilham vermiş olmasaydı muhtemelen bugünkü mertebeye ulaşamazdı. Çünlü çay seremonilerinde kullanılan çanak çömleklerin yapımı çok ince işçilik ve zekâ gerektirmektedir... Tekstil fabrikalarının çoğu renklerini ve desenlerini tasarlayan çay ustalarının adını taşımaktadır. Doğruyu söylemek gerekirse, çay ustalarımızın dehasının izlerini taşımayan bir sanat dalı bulmak imkânsızdır. Resme ve vernik sanatına yaptıkları muazzam katkıdan bahsetmeye gerek bile yok." [sf.65-66]
Çay ve çay ustaları, sadece damak tadına değil 'yaşama felsefesi'ne lezzet katmışlardır. Böylece değerleriyle yaşayan bir gelecek ve unutulmaz bir gelenek inşa etmişlerdir. Kakuzo, "Yalnızca güzellikle yaşayan güzel ölebilir" derken buna en büyük örnek olarak çay ustalarını gösteriyor. Çünkü: "Büyük çay ustalarının son anları da hayatları gibi enfes bir zarafetle doluydu. Her zaman evrenin içindeki ritimle uyumlu olmak için çabalamış olduklarından bilinmeyene gitmeye hazırdılar." [sf.67]
Bu küçük kitap, aslında bizlere varlığın ve yokluğun nasıl bir sonsuzluğa ait olduğunu lezzetli ve doyurucu biçimde aktarıyor. Çay da öyle değil mi? Bittikçe yeniden başlar, sonsuz bir döngü. Bizim gibi. Çünkü biz de "her dem yeniden doğarız"...
Yağız Gönüler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder