"-Ama sonunda kaybeden siz
olmuşsunuz.
-Kayıp mı? Kaç kişi böylesine
sevebilmiştir dünyada?
-Ama kucağında bir kucak korla
kalan siz olmuşsunuz.
-İyi ya, boş değil kucağım.
-Ama yandınız, kül oldunuz.
-Ama vardım, kül bunun kanıtı.”
Bir aşk insanı ne kadar yakar? Ne kadar
uzun sürer acısı? Aslında unutmak diye bir şey yok, hepimiz öyle olduğuna
inanıyoruz o kadar. Ayfer Tunç, "Suzan
Defter" de unutulmayan bir aşkı iki
farklı günlük sunarak anlatıyor. Bir tarafta hayatının saman çöpü kadar değeri
olmadığına inanan bir adam, diğer tarafta “üç kişilik bir aşk hikâyesi.”
Tarihler aynı, anlatıcılar farklı.
Kitabın sol sayfalarında hayatı yaşayamamış, aşkın gölgesinden bile geçememiş
bir adamın, sağ sayfalarında ise dahil olan herkesi yakıp kavurmuş bir aşkın mahremine
giriyorsunuz.
Aşkı yaşayıp her gün acısıyla nefes almak mı daha kötü, yoksa saman çöpü değerinde bir hayat yaşayıp kucağı bomboş olarak zamanın geçmesini beklemek mi?
Ayfer Tunç “Hikâyeye gerçek kadar üzülmemiz gerekmez, inansak bile.” dese de Suzan’ın aşkının hepinizin içini en az kitabın kahramanları kadar yakacağına eminim.
Bazen hayatta hiçbir şey olmaz, ama yine de bir yanınız mutsuzdur, ağlamak içinizi boşaltmak istersiniz. Bu aralar tam da bu ruh halindeyim, ağlayarak rahatlamak istiyorum diyorsanız tek ihtiyacınız olan şey Suzan Defter. Kim bilir belki de böylesine bir aşka tanık olmak sizin unutamadıklarınızın acısını da dindirir, çünkü bazen yüzleşmek en etkili unutma biçimidir.
Not: Kitap okurken sürprizlerden
hoşlananlardansanız kitabın önce sol sayfalarını sonra sağdakileri okumanızı
öneririm.
Ümran Kio