"Sen dipsiz bir kuyuya uzun uzun baktığında,
dipsiz kuyu da sana bakar."
- Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt
"Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor" cümlesini kuran her ne kadar Ahmet Hamdi Tanpınar olsa da, belki bütün sanatında Türkiye'yi merkeze almış bir zihindir o. Hem şiiriyle hem romanlarında, Türkiye'yi ve Türk insanını anlamaya çabasından başka bir şey görmek zordur. Huzur, yalnızca bir 'şairin romanı' değildir, hepimizin içine düştüğü kuyudur. Saatleri Ayarlama Enstitüsü, beynelmilel bir romandır bana göre. Fatih'te, Üsküdar'da yüzlerce Hayri İrdal vardır öte yandan. Sahnenin Dışındakiler ve Yaşadığım Gibi, bir şahsın zihnî haritası çerçevesinde, bu coğrafyanın alternatif tarihi olarak okunabilir.
Sahi, Tanpınar'ın bir zihin haritası var mıydı? Batıya ve modernleşmeye olan ihtirasına rağmen Tanpınar gemisi Yahya Kemal'in 'rüzgârıyle' ilerlemedi mi? Tanpınar, hem şiirinde hem romanında bu rüzgârdan kurtulmaya her çalıştığında yalpalamadı mı? Bendeniz bu konuda netim. Tanpınar'a belki gayriihtiyârî tohumu eken, Oidipus kompleksi içinde incelenmesi lezzet verecek olan, 'şeyhi' Yahya Kemal'dir. Yani aslında ikisinin toprağını Üsküp’teki Rufâî Tekkesi karmıştır. "Bursa'da Zaman" ile "Koca Mustâpaşa" yan yana konursa, hem şairlerinin hem de 'bu ülke'yi çözme anlamındaki ferasetlerinin bağı ortaya çıkar. Bir misal. Koca Mustâpaşa: "Ne saâdet! Bu taraflarda, her ülfetten uzak / vatanın fâtihi cedlerle berâber yaşamak!". Bursa'da Zaman: "Türbeler, camiler, eski bahçeler / şanlı hikâyesi binlerce erin."
Okuyucun belki de tam buradan itibaren sorması gereken sorular şunlar olabilir: 'Şu saat'ten sonra Saatleri Ayarlama Enstitüsü bize ne söyler? Huzur, cumhuriyet aydınını kimlik problemlerini anlatırken bizim şimdilerdeki amansız kimlik arayışımızı da anlatmıyor mu? Hem batıya hem de doğuya hayranlığı ortada olan bir 'kafa'dan bize ne sızar? Türk modernleşmesini anlamak için Tanpınar durağında beklemek, diğer mühim vasıtaları kaçırmamıza sebep olmaz mı? Şimdi, şu an, Tanpınar okumakla neyi elde edebiliriz? İşte tüm bu soruların cevabı kitabın zihniyet, şahsiyet, fikriyat ve cemiyet bölümlerinde gizli. Nihayet bölümünde söylenen, belki tüm bu sorulara bir cevap olabilir. Tanpınar, Türkiye'dir ve hatta Türkiye, özellikle şimdiki hâliyle tam manasıyla Tanpınar'dır. Tanpınar bir gölge gibi Türkiye'yi takip etmektedir. Türkiye de ne hikmetse Tanpınar'ın yazdıklarını belki farklı biçimlerde ama taklide dahi yanaşamayan bir kalitesizlikle yaşamaktadır. Sadece mimari anlamda yaptıklarımıza bir göz atmak bile bu meselenin ispatıdır.
Dellaloğlu, edebiyatı sosyolojinin önüne koyuyor ve böylece okuyucuyu en baştan uyarıyor. Hani kimi psikologlar Dostoyevski'yi ilk psikolog ilan ederek onun metinlerini önemser, hatta kutsar ya, Besim hocaya göre de edebi metinlerimiz bize bizi anlatan en önemli metinler. Bu haklı hatırlatma, kitap boyunca hocanın fikirleriyle Tanpınar'ın fikirlerini yan yana getirmesi anlamında bize lezzetli bir okuma sunuyor.
"İnsanlar yeterince güçlü bir değerler sistemi üretemediklerinde bayağılaşırlar. Kalıplaşmış değerlere sığınırlar. Görgüsüzleşirler." diyor Dellaloğlu. Batılı bir insanın tercihlerindeki oturmuşluğun bugün bir İstanbulluda olmadığını söylüyor. Her şeyin bu kadar hızlı değişmesinden yakınıyoruz fakat yaşam(a) kültürümüzün derinliğinden hiç bahsetmiyoruz. Yani ortada trajik bir durum var. Yine burada, bütün modernleşmelerin trajik olduğunu hatırlatıyor Dellaloğlu. Biz modernleşmek için takvime, şapkaya ihtiyaç duyduk. Batılı böyle bir şey yaşadı mı? Hayır. "Bu ülkenin modernleşmesi bir tür kendimiz olmaktan utanmanın hikâyesidir" sözü, trajedinin özü. İşte böylesine bir trajedide bilimden ziyade sanat ürettik. Edebiyat bize yol, Tanpınar yoldaş oldu. Toparlayalım: Türk modernleşmesi trajiktir, Tanpınar da bu trajedinin yazarıdır.
Vakti geldikçe gündeme oturan bir kavram var: kültürel Müslümanlık. Nereden nasıl doğduğu tam olarak bilinmese de Tanpınar'la modernleşme haritamız arasında çok ciddi bir bağ kuruyor. Tanpınar, "Tam bir Müslüman gibi düşünüyorum, fakat mücerret bir Müslüman gibi değil de bu şehrin ve etrafında, hülasa bu memleketin içinde yaşayan bir Müslüman gibi. İki yüz yıl bu memleketin hayatına karışmış yaşayan dedelerimizden bana miras kalmış bir Müslümanlık. Bu Müslümanlıkta Tekirdağ karpuzunun, Manisa kavununun, Amasya kayısısının, Hacıbekir lokumunun, Itri bestesinin, Kandili yazmasının, Bursa dokumasının hisseleri vardır" diyor Mahur Beste'de. Şimdi, araya hiç yorum katmadan, Besim hocadan okuyalım: "Tanpınar, dinle, gelenekle, onların toplumsallaşma biçimleri arasındaki bir alandan, zihniyetin en verimli toprağından besleniyor. Bunun için dindar olmaya gerek yok. Sosyolog olmaya da gerek yok. Aslında Tanpınar'ın kendine hayatına dair hiçbir Müslümanlık belirtisi yok. Oldukça bohem bir hayat sürmüştür. CHP milletvekilidir. Hem de tek parti döneminde. O halde niçin gelenekle, dinle bu kadar ilgilidir. Çünkü bu ülkede toplumsal zihniyet oradan kaynaklanır ağırlıklı olarak. Bu toplumu anlama gibi bir derdiniz varsa, bir entelektüel olarak gerekirse kendinizi aşıp bu alanlara merakla, ilgiyle yönelmek gerekir. Dert edinmek gerek yani!"
Dellaloğlu hoca, Tanpınar'ın kitaplarının Yapı Kredi Yayınları ve Dergâh Yayınları arasındaki değişimini kitabın başından sonuna dek akıllarda saklı tutuyor. Bu esasında okur zihniyetini de etkileyen bir şey. Okurun karar verme süreci yahut yazara yaklaşımı bile yayınevi ile sınırlı. Evet, sınırlı dedim zira biz hakikati kendi duygularımıza göre belirlemeyi seviyoruz. Böylece yazarı yalnız bırakıyoruz. Onlar yalnızlığı bile isteye seçmiyorlar. Dert sahibi okurlar görmeyince, çekiliyorlar. Nitekim Tanpınar, “Ben inzivayı seviyorum, yalnızlığı değil” derken Oğuz Atay da “Beni yalnız kalmayı tercih ettiğimi söyleyerek yalnız bıraktınız.” diyor. Bunlar sitemdir ve bizim korkularımıza doğrudur. Bilmemek, bilmek istememek cehaleti güdüler. Geçmişle bağ kurmanın adı muhafazakârlık olduğundan beri yaklaşımlar değişti, oysa hiçbir şey netleşmedi. Entelektüel ve aydın arasındaki ayrım belirginleşti. Geçmişi unutmak, modernleşmek oldu. Oysa Besim hoca, batının kendi geçmişini hatırladıkça modernleştiğini söylüyor. Aklî olanla makul olanın aynı şey olmadığını da söylüyor. Şurada dikkat: "Eskinin gölgesi yeninin kalitesini artırır. Türkiye modernleşmesinin en büyük eksiği budur. Kadim olan öylesine susturulmuş ki, ortalıkta yeninin sesinden başka bir ses kalmamıştır. Yeninin kalitesizliğinin bir nedeni de, eskinin eleştirisinden mahrum olmasıdır."
Kitabı okurken sık sık karşımıza çıkan Tanpınar paragrafları, hem onu yeniden anlamaya hem de modernleşme serüvenimizdeki çatlakları keşfetmeye müthiş destek oluyor. Hatta, yeniden Tanpınar okumaya dair bir şevk veriyor. Tanpınar'ın hakkını teslim etme çabası olan Modernleşmenin Zihniyet Dünyası, Tanpınar'ın Türkiye olduğunu evirmeden çevirmeden ortaya koyuyor. Öte yandan, Şerif Mardin vesilesiyle dilimize yerleşen Türk Modernleşmesi de en anlaşılabilir izahı Tanpınar'ın kılavuzluğunda buluyor. Bu da okuyucu için lezzetli bir düşünce yolculuğu demek oluyor.
Son olarak, Besim hocanın "Tanpınar benim bu memlekete bakış tarzımı değiştirmiştir. Elbette kendime bakış tarzımı da. Kendi oluş tarzımı da." cümlesi çok önemli. Bu cümle, birçok okur için çıkış kapısını gösteren bir 'dikkat' levhası olmalıdır. Memleketin dünü ve bugünü hakkında garabetten, kaostan, stresten kurtulmak isteyenler için...
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf