Elçin Poyrazlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Elçin Poyrazlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Mart 2021 Çarşamba

Adaletin peşinde koşan kadınlar

"Gel sen, ölmedim diye beni cezalandırma, benim bir derdim; kızımın bari mutlu olmasıdır. Can alan bir katil değil, can derdinde bir kadın de bana. Öldüyse hepsi benim suçum mu?"
- Çilem Karabulut'un mahkeme savunmasından

Muktedir olanın itaat edene -ya da itaat etmek zorunda bırakılana- gösterdiği şiddete her gün bir şekilde şahit oluyoruz. Sadece kadın kimlikleri nedeniyle farkında olarak ya da olmayarak ailelerinde, iş yerlerinde, okudukları okullarda, sokakta ve daha pek çok toplumsal alanda sosyoekonomik durumları fark etmeksizin birçok kadın bu şiddetin kendisine maruz kalıyor. Özgecan Aslan, Şule Çet, Münevver Karabulut, Emine Bulut ve daha nicesi… Adını bilmediğimiz, bilsek de artık hatırlamakta güçlük çektiğimiz kadar çok kadın sistematik bir şekilde katlediliyor. Hem de “Anne, lütfen ölme!” diyen evlatlarının önünde. Bir de Çilem Karabulut gibi hayatını kurtarabilmiş kadınlar var kocasının sakladığı silahı dayak yerken düştüğü yatakta eli yastığın altına giderek tesadüfen bulduğu için. Öldürmeseydi, ölecekti. Sizce bu davalarda suçlu -gerçek suçlu- kim? Öldüren mi yoksa ölen mi? Peki, cezasızlığın bir kültür halini aldığı toplumlarda adalet nasıl ve kim aracılığıyla sağlanabilir?

Gazeteci Elçin Poyrazlar, Doğan Kitap’tan Şubat 2021’de çıkan Ecel Çiçekleri kitabında tam olarak bu akıl tutulmasına işaret ediyor. Okurun ahlaki bakışını teste tabi tutuyor, vicdanını sınıyor. Haklının yanında mı yoksa güçlünün yanında mı yer alacağınıza karar vermenizi istiyor. Öldürmek, mutlak bir suç mudur? Ya da adalet, “suç” tanımının yere, zamana ve şartlara göre biçim değiştirebilmesi midir, bunun üzerinde düşünmenizi istiyor. Kitabın kapağında polisiye gerilim yazıyor ancak bu kitabı sadece polisiye bir tür olarak nitelendirmek yetersiz kalıyor. Bir tarafıyla roman olmasından ötürü kurguya yaslanırken öte yandan içinde isim ve soy isimleri değiştirilmiş olsa da gerçek kadın cinayetlerine de yer veriliyor. Polisiye türün eril tahakkümüne karşı yazarı ve kahramanlarıyla beraber, merkezine tümüyle kadınları alan bir roman Ecel Çiçekleri.

Anlatı, iki farklı dünya üzerinden başka başka kadınları merkeze alarak iki katmanlı olarak ilerliyor. Başrolü üstlenen üç karakter de çok güçlü ve hepsi de kadın. Erkeklerse aslında suç mahalli, cinayetler, teşkilat onların sahası gibi görünse de bu anlatıda yan karakter rolünü üstleniyorlar.

Birinci katmanda Ebru ve Burcu adında travmatik bir geçmişleri olan, kaçak olarak yaşayan, iki dolandırıcı kadın karakter var. Bu travmanın nerede ve nasıl başladığı ve neleri beraberinde getirdiği sonlara doğru çözüm bölümünde açık ediliyor. Yaptıkları dolandırıcılık işi, aslında erkekleri -seçilmiş, zayıf noktaları kadın olan erkekleri- bir şekilde kandırarak paralarını çalmak. Ancak öyle vicdanlı dolandırıcılar ki aldıkları paranın bir kısmını dolandırdıkları bir adamın terk ettiği karısına ve çocuklarına verebiliyorlar. Aslında yine bir şekilde kadın, kadının yanında yer almaya, onu koruyup kollamaya çalışıyor. Erkekleri tavlama işini Burcu üstleniyor, tabir-i caizse fizibilite çalışmalarını da Ebru yapıyor. Buradaki rol dağılımında bile erkeklerin kalıplaşmış beklentilerine bir gönderme yapıyor anlatıcı. Çünkü Burcu’nun yuvarlak hatları var, Ebru dümdüz erkeksi bir yapıya sahip. Burcu güzel, Ebru erkeklere göre çekici bir kadın değil. Öte yandan güzel ya da değil, zeki ya da aptal, zayıf ya da güçlü bu iki kadın dalga dalga yayılacak bir isyanın başlangıcını pimi çekilmiş bir bomba gibi atıveriyorlar toplumun üstüne. Yazar, adalet sorgulamasını önce onlar üzerinden yaptırıyor okuyucuya. Başlarda bu iki kadın üzerindeki duygular çok da net olmasa da çözüm bölümüne geldiğinde okuyucu, onlarla daha kolay empati yapabilir hale geliyor. Haliyle yaptıkları eylemler bir suç mu yoksa bir nevi adaleti tesis etmek mi, kafalar karışıyor.

Bir diğer katmanda ise İstanbul’daki seri cinayetlerin peşinde nefes nefese koşan Suat Komiser karakteri var. Maktullerin ve mesai arkadaşlarının hep erkek olduğu bir davada çalışıyor. Suat Komiser karakteri üzerinden kadınlık ve adaletle ilgili çok fazla gönderme ve mesaj var.

İsmi Suat olmasına rağmen, o bir kadın. Birçok ailede yaşanan bir erkek çocuk beklentisi ile adı, daha o doğmadan bu şekilde konuyor. Anne ve polis olan babasını bebeklik döneminde kaybedince, emekli polis olan dedesi tarafından büyütülüyor. Etrafında kadın rol model olarak alabileceği tek bir insan bile yok. Seçtiği meslekten ötürü de kadınlığını baskılıyor. Bu baskının büyüklüğü, Suat’ın regl olamadığını anlattığı iç seslerinde ve bu durumu tanımlarken kullandığı ifadelerde aşikar oluyor.

Öte yandan iş dünyasında, Suat erkek mesai arkadaşlarının harcadığından çok daha fazla emek veriyor işine. Okullarından hep birincilikle mezun oluyor. Soruşturma üzerinde hep daha çok çalışma performansı sergiliyor. Çünkü Suat, eril hakimiyetin olduğu bir iş sahasında kadın kimliğini ikinci plana atarak “Ben buradayım ve sizden çok daha başarılıyım.” mesajını vermek istiyor. Buna rağmen zaman zaman kendisiyle alay ediliyor, küçümseniyor ama o ipleri elinden hiç bırakmıyor, direniyor. Birlikte çalıştığı iki komiser de kendisini bir kadın olarak çekici buluyor ve onunla özel anlar yakalamaya çalışıyor. Suat’ın da komiserlerden biri ile bir ilişki yaşadığını görsek de bir şey onu arkasından hep çekiyor, engelliyor. Sanki kadın kimliği ile var olduğunda, böyle bir birliktelik yaşadığında mesleğine zarar verecekmiş gibi hissediyor.

Suat’ın kadın rolü yanında kendisine bir de polis kimliği ekleniyor anlatıda. Cinayetlerin peşinde koştururken ve bunların kadın katliamlarına dayandığını öğrenirken sorguladığı bir kimlik halini alıyor polislik. Öyle ki sivil bir kadını koruyabilmek adına, özellikle kadın göstericilere şiddet uygulamaktan haz alan, kadınsılığını yok edebilmek adına testosteron hormonu aldığı söylenen başka bir polis kadına silah çekebilecek hale geliyor. Öldürülen erkeklerin, kadın şiddetiyle olan bağlarını gördükçe yaptığı işi de bu işin adalete olan katkısını da sürekli sorgular hale geliyor.

Ecel Çiçekleri, seri cinayetlerle öldürülen erkeklerin, kadınlarla ilgili şiddet suçu işlemelerine rağmen hiçbir ceza almamış olmalarını merkeze alarak, yani cezasızlık kültürünü odağına yerleştirerek bir dünya yaratıyor. Öyle bir dünya ki aslında hiçbir suç cezasız kalmıyor, bu seri cinayetler zulüm görenin zulmedene başkaldırmasının fitilini ateşliyor. Polisiye bir tür olarak, sonunu tahmin etmenin kolay olmasının tek eksiği olduğu Ecel Çiçekleri, okuyucuya “Katil kim?” diye sordurmaktansa biraz da güncel üzerinden, kurgusal bir yapıya yaslanarak “Doğru hangisi? Adalet nerede başlıyor, nerede bitiyor?” gibi soruların cevabını düşündürmeyi amaç ediniyor.

Feyza Gönüler
twitter.com/FeyzaGonuler