‘Çağın uykusuz filozofu’ tanımlaması yapılan Emil Michel Cioran’ın kitaplarının dilimize bir bir çevriliyor olması, düşünce dünyamıza katkı bakımından son zamanlardaki en önemli şeylerden biri. İçinde bulunduğumuz yıl içinde önce, Redingot Yayınları’ndan Yeni Tanrılar ve şimdi de Jaguar Kitap’tan yayımlanan Umutsuzluğun Doruklarında kitaplarıyla, bu uykusuz filozofu anlama yoluna bir taş daha koyuyoruz. Elbette, ben, Umutsuzluğun Doruklarında’yı Cioran’ın dilimize çevrilen diğer eserlerinin yanında ayrı bir yere koyuyorum. Çünkü bu kitap yazarın henüz 23 yaşında kaleme aldığı bir eser ve külliyatının ilk kitabı. Yani yazarın o girift ve ilginç beyninin en ham hali diyebiliriz. Ve uykusuzluk illetinin onu bulduğu zamanların bize yansıması olduğu için, bu eserde, rafine fikir birliklerinden ziyade birçok şeyi ilk halleriyle bulmak mümkün.
Cioran’ın Metis Yayınları’ndan neşredilen ve Ezeli Mağlup adına sahip söyleşilerine ayrı bir önem veririm. Aslında sadece Cioran’ın değil hemen her yazarın söyleşilerine önem veririm. Çünkü yazarların, kitaplarında yaptıkları bazı ‘numaraları’ söyleşilerinde yapmadıklarına inanırım. İşte, Cioran’ın adı geçen kitaptaki söyleşilerini iyi okuyan bir okur, yazarın hayatındaki birçok önemli âna hâkim olacaktır. Bunlardan biri Cioran’ın o meşhur uykusuzluğudur. Yazar, bu söyleşilerinde uzun uzun, hayatının en önemli ve rahatsız edici anları olarak, ilk gençlik yıllarındaki uykusuzluk illetini ve bu zamanlardaki düşüncelerini gösterecektir. O anların ruhuna nasıl etki ettiğini sorular karşısında açıkça, bazen muzipçe anlatır. İşte bu kitabı, Umutsuzluğun Doruklarında’yı, uykusuzluğun doruklarında olarak okumak da mümkün:
“Uykusuzluk, cenneti bir işkence odasına dönüştürebilecek baş döndürücü bir bilinç açıklığıdır.”
Ek olarak şunu söyleyebiliriz: Bu kitap kanaatimce, yazarın Türkçeye çevrilen kitapları içerisinde en sade dile ve üslûba sahip olanı. Elbette bunu ‘su gibi okunuyor’ anlamında söylemiyorum. Ama bir Çürümenin Kitabı’nın yoğunluğuna da sahip değil. Ve konu skalası oldukça geniş olan Çürümenin Kitabı’nın aksine, Cioran’ın beyninin daha kişisel taraflarını açığa çıkaran denemelerden oluşuyor.
Cioran dendiğinde benim aklıma en önce iki şey geliyor: Uykusuzluk ve onun nihilizmi. Her ne kadar nihilist olduğunu kabul etmese de, nihilizmi onun bu kitaptaki yazdıklarında sonuna kadar görüyoruz. Aslında bu kitap öncesine kadar ben de Cioran’ın nihilistten ziyade kuşkucu olduğunu düşünüyordum ancak bu kitap beni onun nihilist olduğuna ikna etti diyebilirim. Evet, bir söyleşisinde “daima inkârın cazibesine kapılmış olsam da nihilist değilim. Tanımlayamadığım bir ilham sonucunda hiçlik duygusunu ilk yaşadığımda çok gençtim, neredeyse çocuktum. Reddetme daima kendini kaptırmaktan daha güçlü oldu bende. Hem mutlaklık eğiliminin hem de ısrarlı bir boşluk duygusunun etkisi altındayken, nasıl ümit edebilirdim ki?” dese de, bu son kitabında “…İnsan o zaman dünyanın hiçliğinden, kendi hiçliğinden başka bir şey var mı diye sorar kendine” gibi ifadeleri çok sık kullanır. Aslında bu durum onun başlarda nihilistken sonradan kuşkuculuğa geçiş yaptığını gösterebilir .
Cioran gibi olabilmek için madden olmasa da ruhsal olarak çok yalnız olmak gerekir. Cioran’ın yalnızlığında ve umutsuzluğunda şu ana kadar okuduklarım arasında sanırım sadece Simone Weil’i gördüm; ancak bence Cioran yalnızlığına kattığı ironiyle hayatla başa çıkmaya çalışır. Zihne ulaşmak için ne kadar büyük bir yalnızlık gerekiyor bize diyen filozofun yaşamı yadsıması da son derece doğaldır. Tabiî bir yadsımadır bu, zorluksuz ve acı çekerek:
“Yalnızlık yaşamı öylesine yadsır ki, içsel parçalanmalardan doğan zihinsel açılım neredeyse katlanılmaz olur.”
Ne demişti büyük şair buna karşılık: hep döşümde yaratkan, patlayıcı bir kimya/beynimde hep manalı bir uçurum.
Cioran, kitaptaki bütün denemelerde okuru illa ki bir yerden yakalıyor ancak en çok sarsan bölümlerin başında, diğer denemelere göre de uzun sayılabilecek 7.5 sayfalık Ölüm Üstüne denemesi geliyor. Yazar, ölüm duygusunu tam olarak kavramış ve bu konu hakkında içsel deneyimler geçirmiş bir düşünürdür. Fakat her an ölüm duygusuyla yaşamak, insana dünyada bulunduğu her dakika için ızdırap verir. O, bu ızdırabı daha çok gençken yaşamaya başladığı için ona anormal görünmez; ancak normal bir birey, belli bir zamandan sonra her an ölümle yaşamayı kaldıramayabilir. Burada kastedilen ölümü hatırdan çıkarmamak değil, ‘öleceğim ve acaba ne olacağım’ endişesidir:
“Ölümü varlıktan ayrı düşünülemeyecek bir alın yazısı olarak değil de dışarıdan ortaya çıkıveren bir şey olarak görmek normal insanlara özgüdür. En büyük yanılsamalardan biri yaşamın ölüme tutsak olduğunu unutmaktan kaynaklanır.”
Cioran ölüm üzerine yazdığı denemede bu kavramı bir ruh bilimci gibi incelemiştir. Ve ayrıca diyebilirim ki, nihilist olduğuna kanıt olabilecek en sarih cümlelerin çoğunu bu denemesinde kaydetmiştir.
Umutsuzluğun Doruklarında, adından da anlaşılabileceği ve daha önce belirttiğim gibi, yazarın fikirlerinin en ham halini barındırıyor. Böyle olduğu için de, Cioran’ın ruhsal bunalımlarını en saf haliyle görebiliyoruz. Zaten çoğu denemesi muhtemelen buhran anlarında ve yoğun duygular altında yazıldı. İlk gençlik dönemlerinde yaşadığı o umutsuzluk, satırlarda çok net göze çarpıyor. Çelişkili bir şekilde olsa da:
“Şu anda hiçbir şeye inanmıyorum, hiç umudum yok. Yaşama çekicilik katan her şey bana anlamsız görünüyor. Ne geçmiş duygusu var içimde ne de gelecek; şimdi de gözümde yalnızca bir zehir. Umutsuz muyum değil miyim bilmiyorum; çünkü insanda hiç umut olmaması ille de umutsuzluğa işaret etmez. Hiçbir niteleme bana zarar veremez çünkü yitirecek hiçbir şeyim yok. … Her şeyden ne kadar da uzağım!”
Cioran bu ilk kitabında sadece felsefe yapmaz, sadece kendi ruhsal bunalımlarıyla ilgilenmez. Henüz 23 yaşında kaleme aldığı bu eserinde, birçok sosyologun, teologun, modern dünyaya düşman olan birçok düşünürün (mesela Byung-Chul Han) son yıllarda söylediklerini henüz 1934 yılında söylemiştir. Ona göre bunca çaba, bunca hırs niye’dir ve insan sessizlik duygusunu yitirmiştir. İnsan artık şimdide yaşayamadığı için, kendisini bunaltan, köleleştiren gereksinim dışı şeyleri biriktirir; gelecek duygusu onun için bir felaket olmuştur der.
Cioran söyleşilerinde, kendisinin hangi kitabının ilk olarak okunması gerektiğiyle ilgili soruya ‘fark etmez’ minvalinde bir yanıt vermiştir ancak bu yanıtı ben benimsemiyorum. Evet, Cioran belki temel olarak zıt şeylerden bahsetmez ancak ilk kitaplarının ve bir buhran zamanlarında ortaya çıkan kitapların ve düşüncelerin yeri farklıdır (olumlu-olumsuz). Ve ilk kitaplar her zaman özeldir. Özellikle Cioran felsefesinin çıkış noktası olan bu kitabı diğerleriyle, “bu açıdan” bir tutmanın çok doğru olmadığını düşünüyorum. Bu kitap çünkü bir kaynak kitabı gibidir. Çürümenin Kitabı kadar sert, Burukluk kadar ironik, Gözyaşları ve Azizler kadar aykırı olmasa da, bir doğuş görülüyor bu kitapta.
Ve ne demişti şair: Acı duymak ruhun fiyakasıdır. O acıyı en iyi duyan düşünürlerden biri Cioran’dır, bu acıyı en iyi yansıttığı kitabı da Umutsuzluğun Doruklarında kitabıdır.
Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10
yazarı biraz karamsar buluyorum. karamsar ama gerçekçi. "insan türü kendisini mahvedene hayran olur." demiş bi yerde. ne kadar sahi.
YanıtlaSil