"Olacaklar hep elzem
Depresyon gettoya kısmet
Ve de kaygıya saplanmış
Herkes mi zorlayan üstelik
Yaşama sevincine el koyan denge."
- Gazapizm, Heyecanı Yok
Akıp geçen zamanı özümseyerek, idrak ederek yaşamak çok önemli bir meziyet. Bunu hakkıyla gerçekleştiren şairler ve yazarlar kendilerini bir şekilde belirgin kılarlar, haklarıdır. Onların metinleri bize ve birbirimize şifa olabilir. Bakış açılarıyla nefsimizi örseleyebilirler, bize var oluşun sahillerinden bahsedebilirler, başka insanların ve coğrafyaların bizimle ortak inançlarından, kaderlerinden ve kederlerinden söz edebilirler. Ahmet Murat, yazılarında daima bu bilinci taşır. Yaşadığımız kötülüklerden dahi bahsederken o kötülükler üzerinde asılı kalmaz. Başka taraflara da çevirir bakışlarını, metinlerini, fikirlerini. Ötekiyi ve ötede kalanı görmemizi sağlar.
Belki de Üzülmeliyiz, Ahmet Murat'ın Gerçek Hayat dergisinde yazdığı son dönem yazılarından oluşuyor. Benim gibi dergiyi 'gerçekten' takip etmeyenler için bu yazıların kitaplaşması önemli. Hatta dergiyi sıkı takip edenler için de önemli. Çünkü Ahmet Murat ismi bende biraz da özümsemeye çağrıştırıyor. Bırakıp geçmeyi değil takılıp düşünmeyi. Dergi arşivlemek çok güçtür, dergi takip etmek kadar. Dolayısıyla oradaki yazıların farkını fark etmek de güçtür. Kitaplaşınca iş biraz daha sadeleşir. Bu basitlik bize sağlıklı bir okuma yapma imkânı sunar. Profil Kitap tarafından neşredilen Belki de Üzülmeliyiz yanlış saymadıysam 43 yazıdan oluşuyor. Bu yazılardan bazılarını özellikle birkaç kez okumuş, notlar almıştım. Başlıkları bir şeyler söyleyecektir: Sıradan Şeylerden Bahsetmenin Sıradışılığı, Arsalarda Çocuklar, Bir Şehri Tanıma Yolu Olarak Sularından İçmek, Şehirlerimize Çöken Kabus, Davetli Listesinde Kaç Meczup Var?, Geleneğin Suyu mu, Çeşmesi mi?, Cumaya Giden Süper Kahraman Kız, Telefon Rehberindeki Hoca Numarası, Hocalar Yüzde Kaçlık Bir Kitleyi Muhatap Alıyor?, Hutbe Meselesi, Deneme ve Şerh, Küresel Ergenlik Çağı, Muhafazakar Siyasetçi İçin Kısa Kültür-Sanat Rehberi, İktidarın Kültürle İmtihanı, İktidar mı İklim mi?, Kültür Şûrası ve Kravat ve Yirmi Yaş Çetesi.
Görüldüğü gibi Ahmet Murat son dönemde şehir meselesiyle de kültür-sanat etkinlikleriyle de (yazının başında ismi geçen rapçimiz "herkes delirmiş, hiç etkinlikler etik değil" der söz konusu şarkıda) bolca ilgilenmiş. Bazen gündemin içinde sürüklenmekten gündemi meşgul etmesi gereken asıl meseleyle ilgilenmeyiz. İşimize gelmez ya da kaçırırız. Yazılarda bazı konulara tekrar dönüp hakikatla irtibat kurma noktasında önemli frekanslar yakalayabiliyoruz. Mesela son dönemde hutbelerin birer siyasi manifesto metinlerine dönüşmesi ve hocaların sadece yüzde elliyi hitap kitlesi olarak görmesi ciddi bir sıkıntı. "Görünen o ki, hocalarımızdan önemli bir kısmı ülkenin sadece yüzde ellisini muhatap kabul ediyor. Bu kitleyle siyasi bir tarafgirlik hizasında buluşarak, siyasetin dilini yankılayan bir din dili kuruyor ve kullanıyorlar." diyor Ahmet Murat. Bu durumun önüne geçmek için "Din, bir ideoloji olmadığı gibi, bir parti programından ibaret de değildir. Bu sebeple inhisarcı bir dil kullanmamalıdır. İnsanların Allah'la ilişkisinin imkanlarını tıkamamak, aksine açmak ama bunu yaparken de tavizkar, modernist, savunmacı olmaya da gerek duymamalıdır." yorumunu yapıyor ve çözümünü sunuyor: "Ve kestirmeden söylemem gerekirse, tasavvufi gelenek, bu imkanı içinde barındıran yegane seçenektir."
Hutbelerdeki sürekli kendini tekrar eden, bayık, sönük, pasif metinler konusunda da değinmiş Ahmet Murat. Ne zamandır hakkında yazmak istediğim bir meselede aynı şeyi düşünmemizin sevincini yaşadım. Hutbeleri daha enerjik, uyutmayan, harekete geçirici, gönle hitap edecek biçimde şekillendirmek için bir sürü reklamcı, stratejist ve hatta senaryo yazarı var. Nasıl ki siyasi partiler 'o gün geldiğinde' bu imkânları kullanıyorlarsa, bu tip durumlar için de yararlanılabilir. Kısa bir sürede önemli bir metni okumak, o metni dinleyenin zihninde canlandırabilmek, bir hikâye sunabilmek (ki buna bizim meslekte storytelling deniyor, bir de art of storytelling var) oldukça kritik şeyler. İnsan hikâyelerle yaşar. Kendi hikâyesini anlamlandırmak, o hikâyeye bir yoldaş bulmak ister. Aksi hâlde yokluk başlar. Yokluk ağırdır. İnsan sesine ses, derdine dertdaş ister. İnsana şifayı faturalar, aidatlar, dekontlar, ekstreler ve diğer otomatik yazılmış metinler-rakamlar veremez. Bunlar olsa olsa zehir verir. Düşünsenize hutbeleri bir psikolog, sosyolog, metin yazarı, şair ve senaristten oluşan ekibin oluşturduğunu? O namaz daha lezzetli olmaz mı? O cemaat, camiden çıkıp da kitapçı bulmak için sokakları tırım tırım etmez mi? Eder. Şairden okuyalım: "Üzerinde düşünmemiz gereken, bir çoğumuz için haftanın yegane dini dersi olan hutbeden, bize bir haftalık zihni, kalbi, manevi malzemenin çıkıp çıkmadığıdır. Bu meselenin sadece Diyanet yetkilileriyle, İlahiyatçılarla değil, edebiyatçılarla, senaristlerle, metin yazarlarıyla, televizyoncularla, psikologlarla, sosyologlarla birlikte ele alınma zorunluluğu var artık. Bir kampüs camiinde okunan hutbenin diliyle, bir dağ köyünde okunan hutbenin dilinin niçin ve nasıl farklı olacağına; eksikliğini gederek daha sık hissettiğimiz dramatik unsurların (kıssaların, menkıbelerin vb) hutbelere nasıl geri çağrılacağına, o tatlı şiveleriyle kalbimizde taht kurmuş mahalli hatiplerin niçin cemaati yakalamakta başarılı olduklarına dair bazı cevaplar bulup, bazı dikkatler de geliştirebiliriz böylece."
Dünyanın bize yakın ya da uzak başka bir şehrinde, bir dükkana girdiğinde, hemen kapının karşısındaki duvarda asılı olan dede-baba fotoğrafları ilgisini çeker Ahmet Murat'ın. Yaşlıların fotoğraflarda neden ellerinin hep dizlerinde olduğunu düşünür. Bir Marvel karakterinin Müslüman süper kahraman oluverme ihtimali heyecanlandırır. Sezai Karakoç'un Mona Roza'yı 19, İsmet Özel'in Evet İsyan şiirini 22 yaşında yazmış olmasına karşın genç şairleri, yazarları hiçe sayan 'yetkililere' şaşırır, şaşırmakla kalmayıp çok kritik telkinlerde bulunur, sorular sorar: "Hal böyleyken, yani kültür ve sanat beğenimizi yirmili yaşlardaki şairler, yazarlar, dergiciler belirlemişken, biz yirmili yaşlara fikirlerini sormayı niçin düşünmeyelim?"
Kitabın ilk yazısında koyduğu başlığı hatırlatırcasına daima düşünmek için yazar Ahmet Murat. Dolayısıyla okuyanı düşündürür. Ama hiç düşürmez. Hep belli bir ortalamada tutar. Canımızı sıkan konularda bizim canımızı 'yeniden' sıkmaz, sadece yeniden yorumlar. Bir nevi, meseleler üzerine deneme yazmak yerine şerh düşer. 'Bakın bir de şu var' der gibi, gösterir, hayal kurdurur. Yorgun, kırgın ama ümitli, umutlu bir üzgünlük düşer okuyucuya. Çünkü bu hayatın heyecanının kalmadığını düşünen okuyucu, aslında bu heyecansızlıkta pay sahibidir. Her eşyasını 'update' eder de kendini etmez. Gerçekten üzülürse, belki yeniden başlayabilir.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
yazarın ilk okuduğum deneme kitabı, yazar anladığım kadar şair daha çok şiir üzerine eserler veriyor, sizden ricam bu kitap benzeri yeni kitaplar önermeniz. bu aralar bu tip hayata dokunan içinize dokunan kitaplara yöneldim. teşekkürler.
YanıtlaSil