Masumiyetin Son Günleri, Selahattin Yusuf’un ikinci ve son romanı. Profil Yayınları'ndan yenice çıktı. Daha çok edebiyat üzerine yazdığı deneme ve köşe yazılarıyla tanıdığım yazar, Türkiye siyasi tarihine dair yaptığı farklı ve ufuk açıcı okumalarıyla da dikkatimi çekmişti.
Virginia Woolf, Kurmaca Karakter isimli denemesinde romanı yazdıranın kurgudan çok karakter olduğunu anlatır. Ona göre roman bir doktrin vaaz etmez, şarkı söylemez ya da Britanya İmparatorluğu'nun zaferlerini göğe çıkarmak için yazılmaz. Olmadık bir zamanda yazarın önüne ya da zihnine öyle bir karakter peyda olur ki onu yazarak refaha erer. Bir nevi karakter kendini yazdırır.
Romanın kahramanı Masum aslında Selahattin Yusuf’un “İsa Hanginiz” adlı romanında da vardı. Oradan taşıp müstakil bir kitaba taşınması bende demek ki yazarın aklı o karakterde kalmış ve kendisini yazdırmış hissiyatı uyandırdı. Roman boyunca 1970’lerde moda halini almış küçük burjuva radikalizmi olarak gelişen solun bireyler üzerindeki etkisine tanık oluyoruz. Kendine yetecek kadar bir metafizik barındırmayan hayatlarıyla bir süre sonra kendilerine nasıl tosladıklarını okuyoruz.
Üniversitenin oldukça karizmatik ve gözü pek bir lideri Masum ve okulun en güzel kızlarından biri Handan ilişkilerini evlilik mertebesine taşırlar ve zamanla hayatları bir kâbusa döner. Handan’ın zaten problemli bir çocukluğu vardır. Babası onu radikal sol idealleriyle bağdaşmadığı gerekçesiyle babasız bırakmıştır ve Handan babasına karşı ezeli bir öfke biriktirmiştir. Haliyle bu öfke onda derin yaralar açmıştır. Bir de üzerine oluşturmaya çalıştıkları aileleri de geleneksel ailenin sağaltıcılığından uzak ve problemli olunca işler çığırından çıkar. Şişirilmiş egoların çarpışmasına evrilen ilişkileri onlarda ciddi yaralanmalara ve savrulmalara da yol açmaktadır. Masum tutunamayan bir karakterken, Handan kendisine yeni bir dünya kurmuş ve orda mutlu görünmeye çalışmaktadır ama ilişkiler iyice çapraşıklaşmaktadır. Tüm bu hikâye içinde Masum’un değişmesine, kendi kabuğu içinde kıvrılmasına ve daha da yalnızlaşmasına tanık oluyoruz. Yazar bu evreleri Rusların ünlü şairlerinden Mayakovski üzerinden örneklendirmektedir. Bilindiği üzere bireyi ön planda tutan şiirler yazan Mayakovski’ye Lenin, toplumcu şiirler yazması yönünde telkinde bulununca hayal ettiği dünyanın çok ötesinde katı bir gerçeklikle yüzleşmek zorunda kalan Mayakovski bir süre sonra intiharı seçer ve Lenin de bunun üzerine “bireyci Maya, toplumcu Maya’ya suikast düzenledi” der. Hatırlarsak Stefan Zweig da bir cennet tasavvur ederken Hitler dünyasıyla yüzleşmek zorunda kalmış ve intiharı seçmişti. Üstelik güvende sayılabileceği kadar uzaktayken. Masum’daki değişimi de bu hikâyeyi anlatmadan onun üzerinden bir nevi ters örneklendirmeyle açıklamaya çalışır Selahattin Yusuf. Kahramanımız Masum, insan, kapitalizm, psikiyatri ve mesleğiyle yüzleşmek zorunda kalır ve zaaflarıyla baş edemeyince kendine toslayıverir. Devrimci ve idealist tarafı gerçek hayatla karşılaşınca dünyanın ne menem bir şey olduğunu anlamaya başlar. Ama ne yazık ki bununla mücadele edecek savunma mekanizmaları edinmeyi atlamıştır devrimcilik oynarken ve kendisiyle baş başa kalır.
Masum ve Handan arasındaki iletişimsizlik ve sınıf farkının belirginleşmesi hayatlarını kâbusa döndürürken Masum Handan’dan takıntılı bir şekilde ve her şeye rağmen bir türlü kopamaz ve onu geri kazanmak için çareler arar. İkinci sınıf dizi yönetmenliğinden sanat yönetmenliğine terfi peşindedir ve hikâyesini duyduğu Servet’in peşine düşer ve onu ikna eder. Tüm bunları biraz da Handan’ın gözüne girmek için yapar. Hikâyede sürpriz bir son beklemektedir okuyucuyu.
Dile hâkimiyetiyle damakta güzel bir tat bırakan Selahattin Yusuf’un Masum karakteri biraz konforumuzu bozsa da gerek ruhsal çözümlemeleri gerekse hayata dokunan yapısıyla kendini okutuyor. Arnold Bennet, karakter gerçekse romanın hayatta kalma şansı olabileceğini söylemişti. Bu yönüyle romanın şansının yüksek olduğu kanısındayım.
Kenan Yusuf Taşkın
twitter.com/knnysf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder