23 Haziran 2017 Cuma

Çeşitli kabuklara takılmadan, tasavvuf ve laiklik üzerine yeniden düşünmek

Âmiran Kurtkan Bilgiseven önemli sosyologlarımızdan. Aslında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu. Mezuniyeti müteakip çeşitli kurumlarda görev yaptıktan sonra İktisat Fakültesine Sosyoloji Asistanı olarak giriyor. Prof. Dr. Ziyaeddin F. Fındıkoğlu’nun asistanı… Hocasının tespitiyle milli endişe sahibi bir insan olan Bilgiseven 1970 yılında profesör olarak çalışmalarına devam ediyor. Âmiran Hanım özellikle din sosyolojisi alanında kayda değer çalışmalara imza attı. Akademik ortamlarda çok fazla söz konusu edilmeyen Türk/İslam kültür ve medeniyeti üzerine dikkat çekti. İslami kavramları sosyolojik bir bakışla yorumlayarak zamanında hem dini çevrelerde hem de akademi çevresinde pek alışık olunmayan bir yöntemi kullandı. Bilgiseven hem akademik açıdan hem de sosyal yaşantı açısından kaygıları, ümitleri olan sorumlu bir kişilik olarak tevarüs etti. Türk milletinin hem somut hem de soyut anlamdaki meseleleriyle hemhâldi. Toplumuna dışarıdan ya da akademinin fildişi kulesinden bakan biri olmadı. Toplumsal çözülme, kültürel gerilemeye bizi millet yapan değerlerin, öğretilerin rehberliğinde karşı durdu. En büyük iddialarından biri batı düşünce dünyasının yaşadığı birey/toplum çatışmasının İslami değerleri yaşadığımız sürece bizim toplumumuzda meydana gelmeyeceğiydi.

Bir sosyolog olmasına rağmen tasavvufla ilgisi gözden kaçırılmayacak boyutta. Tasavvuf tarihi ile ilgili çalışmaları ve tasavvufi öğretileri kendi hayatında uygulamaya çalışması da ayrıca dikkat çekici. Kendisi Melami meşrep bir hanımefendi. Tasavvuf tarihinin önemli şahsiyetlerinden Niyazi Mısri, Âmiran hanımın manevi rehberi. Mısri’nin açtığı yolda yürüyenlerden… Bunun yanında Yunus Emre ve Mevlana da hayatının önemli durakları… Kendini önemli ve özgün kılan olguların en başında mutasavvıfların görüşlerini, hayat pratiklerini uğraştığı akademik alana taşıması ve yorumlarını bu mutasavvıfların görüşleri ışığında geliştirmesidir. Düşüncelerinin temelinde İslam’ın ana öğretisi tevhid yer alır. İktisadi ve sosyal alanları vahdet-i vucud telakkisi ile birlikte değerlendirir. İslam’ın insana verdiği değeri hep göz önünde tutarak meseleleri yorumlar. Dünyevi kurumların, zenginliğin, sanayinin insanı ezmesine karşı çıkar. Üretimin ve paranın tekelleşmesini, sermayenin tek elde toplanmasını eleştirir. Küçük üreticilerin korunması gerektiğine inanır. Hayata bakışı tasavvufun vurguladığı insan sevgisini temel alır. Dediğimiz gibi Batı düşünce ve kültür dünyasının birbirinden ayrılan, birbiriyle zıtlaşan parçalanmış paradigmasını tevhid merkezli bir bakışla eleştirir.

Sosyolojik Açıdan Tasavvuf ve Laiklik, Bilgiseven’in 1977 yılında yayınladığı önemli bir kitabı. Kitabın hemen başında kitaba temel teşkil eden dört ana görüş dile getiriliyor. İlerleyen sayfalardaki fikirler bu dört ana görüş ekseninde. Temel görüşlerden birincisi, bir toplumun gelişiminin, ekonomik durumunun, kurumlar arasındaki koordinasyonunun yalnızca maddi faktörlerle açıklanamayacağı görüşü. Maddi unsurların en uygun koordinesi toplumsal uyumu sağlayamaz. Teşkilatlanma ve rasyonel zihniyet toplumun sosyal gelişmesini temin edecek yegâne unsurlar değil. Nitekim maddi gelişimini en mükemmel şekilde sağlayan bunun dışındaki bütün manevi unsurları, moral değerleri, insanları bir araya getirecek ahlaki öğretileri önemsemeyen sistemler uzun vadede yok olmaya, iflasa mahkûmdur. Nitekim yalnızca ekonomik göstergeleri düzeltmeye çalışan, maddi alanda iyileştirmeler yapan, yollara, köprülere, binalara ağırlık veren ama bunun yanında insanların manevi dünyasına hitap etmeyen, ahlakı, sanatı göz ardı eden, toplumu milli bir ruh etrafında kenetlemeyen, sahici olmayan bütün öğretilere sahip sistemler uzun vadede yıkım getirir. İlimden, irfandan ziyade maddi unsurlarla övünenler sağlam bir sosyal ve iktisadi yapı kuramazlar.

İkinci ana görüş bugün bile birçok insanın beyninin bir taraflarında duran asılsız bir inancın eleştirisini de içeriyor. Şöyle ki: Bugünkü toplumsal yapıyı, iktisadi değerleri, insan yaşamını, insan yaşamına yön veren prensipleri, var olan ahlakı, İslami değer hükümleri ile tahlil ettiğimizde bir geriye dönüşün ortaya çıkacağı gibi bir anlayış var. Âmiran Hanım ahlakın toplumdan topluma zamanın şartlarına göre değişebileceği gerçeğini göz ardı etmeden bile böyle geriye dönüşün asla ifade edilemeyeceğini dile getiriyor. Yazar araç gereç kullanımı açısından yani maddi kültür unsurlarını kullanma ya da tercih etme açısından geriye dönüşün olabileceğini belirtiyor. Bugün elektrik ışığı yerine gaz lambası kullanmanın, otomobil yerine kağnıya binmenin geriye dönüş olarak vasıflandırılabileceğini söylüyor. Maneviyatta, moral değerlerde, manevi kültür unsurlarında ilericilik, gericilik vasıflarının zamana bağlı olmadığını, zamanla değişmeyeceğini dikkatle vurguluyor. Ve burada çok manidar bir örnek veriyor. Batıdaki demokrasi kıvılcımları çok sönük bir şekilde 1215’lerde İngiltere’de görülüyor. Bunun yanında İslam Peygamberi karar alma sürecine bütün Müslümanları dâhil ediyor. Kadınlara da rey hakkı tanıyor. Daha ilk dönemlerde bile demokrasinin iddiaları bizzat uygulanma şansı buluyor. Yazarın bu yorumlarından yola çıktığımızda aslında bugün İslam’ın ilk dönemlerine göre daha geride olduğumuz söylenebilir. Evet, bugün birçok İslam toplumu sultanlıkla, krallıkla idare ediliyor. Geçmişteki manevi kültürümüzün kıymet hükümleri yeniden canlandırıldığında, İslam’ın özündeki eşitlik, hürriyet, adalet gibi değerler görülecektir. Bu kesinlikle bir gerileme olmayacak. Yani geriye dönerek, gerici olmuş olmayacağız.

Üçüncü ana görüş, İslam’ın bütün zaman ve mekânlar için değer taşıyan, maddi ve manevi dengeyi sağlayan ölümsüz felsefesini yani özünü muamelata ait lâfzî kalıplara kurban etmeden, özü şekle mahkûm etmeden anlamaya çalışmak. Yazar burada İslam’ın madde ve manayı dengeleyen ölümsüz felsefesinin mutasavvıflar tarafından çok iyi işlendiğini söylüyor. İslam’ın özünün şekli kalıplardan kurtararak, bu özün değerini sosyoloji ve sosyal psikoloji görüşleri ile ortaya koymanın öneminden bahsediyor.

Dördüncü ana görüş, Kur’an’ın toplumla, insanla ilgili bazı ayetlerinin sosyolojik görüşlerle tefsir edilmesi. Yazar Kur’an’ın fert ve cemiyet münasebetleri bakımından tefsirinde sosyologlara düşen bazı görevlerin olduğunu belirtiyor. Yazar değer hükümlerinin hem dini menşeli hem de ilim dallarının ana konularından olduğunu söylüyor. Değerlerin sosyolojisinin, ana konularından biri olduğunu ve Kur’an’ın sosyolojik bakımdan yorumunun kendisi için kaçınılmaz bir ilmi tecessüs olduğunu da vurguluyor.

Bilgiseven kitabının İslamiyet’in özüne ilmi bir bakışla bakmaktan duyulan büyük bir hayranlığın ifadesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. İslam kültürünün saf ve asli değerlerinin ortaya konduğu ve benimsendiği dönemde tevhidi düşüncenin etkisiyle insanlığın en mükemmel anları yaşanmış. Yazarın belirttiği gibi bu dönemler maalesef çok kısa sürüyor. Âmiran Hanım yukarıda belirttiğimiz dört ana görüşü merkeze alarak fert ve cemiyet münasebetlerine din sosyolojisi açısından bakıyor. Kur’an hükümlerini tasavvufi bir görüşle ele alıyor. Burada özellikle İslam’ın özünü teşkil eden birlik akidesine vurgu yapılıyor.

Sosyolojik Açıdan Tasavvuf ve Laiklik'te hem İslamiyetin tasavvufi derinliğinden habersiz Müslümanların hem de fert ve cemiyetle ilgili meseleleri Hıristiyan menşeli Batılı düşünürlerin etkisiyle ele alan aydınların tutumları eleştiriliyor. Her iki bakışın kendi milli kültürümüzün kıymet hükümlerini dikkate almadığını ve orijinal kanaatlere varılamadığını belirtiyor. Bilgiseven laikliği de bu zaviyeden değerlendiriyor. Yazar cemiyet ve insan münasebetlerinin düşünürken insanın gerçek manada insan olabilmesinin nefsini, hayvani egoizmini frenlemesinden geçtiğini belirtiyor. Gerçek manada insanın olduğu yerde cemiyetin de her türlü bölünmeden, ayrışmadan, kaostan kurtulacağına dikkat çekiyor. Türk-İslam felsefesindeki cemiyeti kendinde bulan insan kavramının dikkatle ele alınmasının önemi dile getiriliyor.

Gerçek tasavvufun talim ve terbiyesi altında tembellik ve miskinlik yuvasına dönüşmemiş tekkelerden çıkan düşünce, ferde insanın Kur’an’ın özünü yani tevhidi en mukaddes değer olarak aşılar. Dünya içinde ahreti, çokluk içinde tekliği gösterir. Tasavvufi terbiyeyle dindarlıkla dünya hedefleri iç içe geçirilir ve her daim Allah’la birlikte olma düşüncesi unutulmaz, ferd bütün cemiyeti kendinde bulur. Madde ve mana, dünya ve ahret dengesi, laik ve dini sınır tek bir terbiye çerçevesinde bir arada olur. Canlı ve cansız bütün mazharlara aynı dikkatle muamele eden insanlardan kurulu cemiyet tevhid akidesine uymanın ahengiyle maddi refah ve manevi saadete ulaşır.

Sosyolojik Açıdan Tasavvuf ve Laiklik, dikkatle okunmayı gerektiriyor. Kitap hakkında söylediklerimiz mutlaka eksik kalacak. Bir mutasavvıf sosyologun samimi üslubu ile meseleleri ele aldığı bir metin… Âmiran Kurtkan hem Batı’yı iyi tanıyor hem Doğu’yu hem de mensubu olduğu İslam’ı. Mensubiyetinden herhangi bir rahatsızlık duymadan aynı zamanda karşısına hem Batı menşeli düşünceleri alarak hem de kendi kültürüne yabancılaşmış aydınları alarak söylüyor söyleyeceklerini. Hiçbir tereddüde meydan vermiyor. Özellikle Müslümanların belki de haklı sebeplerle karşı çıktığı ya da anlamadan düşman olduğu bazı batı değerlerini ve özellikle laikliği bir de bu kitaptan okumak lazım. Çeşitli imajlara, kabuğa takılmadan işin özünü anlamak için…

Muaz Ergü
muaz-01@hotmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder