Yaşamakta olduğumuz zamanın en güzel çözümlemesi geçmişi layıkıyla tanımak ve bilmekten geçer. Geçmiş, geçmiş değildir aslında. İnsanlığın, medeniyetin, kültürün bugünkü durumunu kavrayabilmek onun geçirdiği evreleri yani tarihi bilmekle mümkün olur. Tarihin içinde aynı zamanda millet olabilmenin, bir arada yaşayabilmenin kodları da gizlidir. O sebepten kim olursa olsun herkesin kendini bilmesi geçmişini, mazisini, tarihini bilmesiyle eş değerdir.
Hangi kavimden, ırktan, soydan soptan olursa olsun Müslümanların, İslam’ın etrafında oluşmuş ortak bir tarihleri var. Bu tarihi kavramak çok gerekli. Müslümanların bu tarihi de İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in öğretileriyle şekillenmiştir. Bütün Müslümanların İslam Peygamberini iyi tanımaları ve anlamaları gerekir. İşte Peygamberimizi ve Onun yaşam biçimini tanımak ve tanıtmak gayesiyle Siyer-i Nebi adıyla bir ilim dalı teşekkül edilmiş ve bu isimle kitaplar yazılmış. Siyer davranış, hal, gidişat, hayat hikâyesi gibi anlamları olan siret kelimesinin çoğuludur. Yukarıda da söylediğimiz gibi Siyer-i Nebi Peygamberimizin 63 yıllık hayatını, peygamberliğini ve mücadelesini her yönüyle ele alan ilim dalıdır. Siyer-i Nebi hepimiz için örneklik olan Peygamberimizin hayatının anlatılmasıdır.
“Peygamberimiz: İslâm Dini ve Aşere-i Mübeşşere” kitabının yazarı, önemli siyerci, siyer alanındaki çalışmalarıyla derin izler bırakan M. Zekai Konrapa kitabında şunları söylüyor: “İslam dünyasında tarih, Müslüman âlimleri tarafından önce Siyer ve Meğazî şeklinde başladı ve Fütuhat Tarihi, Tabakat, Umumi Tarih, Halîfeler Tarihi, Şehirler Tarihi gibi çeşitli isimler altında on türlü olarak yazıldı. Rasûl-i Ekremin hayatını öğreten tarih şekline “Siyreti Nebeviyye” veya “Siyeri Nebi” denildi. Hz. Muhammed (s.a.v) İlhî Peygamberlerin sonuncusudur. Bu sebepten Kur’an-ı Kerim Hatemül Enbiya (Nebilerin sonu) olarak vasıflandırılmıştır.”
Bolu Gündem Gazetesinde M. Zekai Konrapa hakkında şu bilgiler yer alıyor: “Mehmet Zekâi, 13.01.1888'de Bolu'da doğdu. Şeceresi, baba tarafından Azerbaycan'a uzanır. Büyük dedesi Hacı Ali Ağa, Büyük Bozgun da denilen 93 Harbi, (1877-78) Osmanlı-Rus Harbi esnasında, Azerbaycan'dan Van iline göç eder.(II. Abdülhamit döneminde yaşanan bu büyük facia sırasında, Balkanlar'da ve Kafkaslar'da milyonlara varan sayıdaki Osmanlı tebası, katliama ve soykırıma maruz kalır. Ve yine milyonlarca sivil ahali de, bin bir müşkülatla Anadolu topraklarına sığınır.) Büyük dede Hacı Ali Ağa'nın ailesi, 1914'de I. Cihan Harbi'nin başlaması üzerine, Çarlık ordularının ve Ermeni birliklerinin Trabzon'dan Van'a uzanan hattın doğusundaki Osmanlı vilayetlerini işgal etmesi ile yüz yüze kalır. Özellikle Ermeni birliklerinin, Çarlık Rusyası'nın kendilerine vaat ettiği Büyük Ermenistan Hayali ile, toplu Müslüman katliamına girişmeleri sebebiyle, bölgenin Müslüman ahalisi Orta ve Batı Anadolu'ya göçe başlar. M. Zekâi'nin dedesi Vanlı Mehmet Ağa, askerlik vazifesi sebebiyle Bolu'dadır. Ailesinin, Van'da kalan üyelerinin âkıbeti meçhuldür. Vanlı Mehmet Ağa, Bolu'da kalır ve Türkmenoğulları ailesinin kızı ile evlenir. Bu izdivaçtan doğan Vanlızâde Cemal Efendi, esnaflığa yönelir. Büyük Camii'n Güneyinde, büyükçe bir bakkaliye mağazası işletir. Vanlızâde Cemal Efendi'nin, Cebecioğulları ailesinden bir hanımla evliliğinden doğan ilk erkek çocuğa Mehmet Zekâi adı verilir. (1888) Ailenin ortanca oğlu Mustafa Sabri 1893'te, küçük oğul Ahmet Şerafettin ise 1898'de doğar.”
M. Zekai Konrapa'nın ortanca kardeşi Mustafa Sabri, Balkan Harbi’ne yedek subay olarak katılır. Irak Cephesine sevkedilir. Kutül Ammare savaşında yaralanır ve hastaneye kaldırılır. Hastanede şehit düşer. Küçük kardeş Ahmet Şerafeddin ise Suriye-Filistin cephesinde savaşırken İngilizlere esir düşer.
M. Zekai Konrapa yazımızın başında izah etmeye gayret ettiğimiz gibi Müslümanlar açısından çok önemli olan bir tarihi misyonu üstlenmiş güzel insanlardan. Müslümanların rehberi Hz. Muhammed’i hakkıyla tanıtmak için gayret etmiş, ter dökmüş. Bugün çok fazla bilinmese bile bir nesli yazdığı Siyer-i Nebi ile derinden etkilemiş. İlk eğitimini memleketi Bolu’da aldıktan sonra İstanbul Dârülfünunu Dârülmuallimîn-i Âliye Edebiyat Bölümü’nden mezun oluyor. Buradaki Salih Zeki, Ali Kemal, Mehmet Akif Ersoy, Rıza Tevfik ve Emrullah Efendi gibi hocalardan çok etkilenir. Mezun olduktan sonra ülkemizin birçok yerinde öğretmenlik yapıyor. Çankırı, Yozgat, Bolu, Düzce, Yalvaç, Denizli, Uşak, Konya, İstanbul… Emekli olunca İstanbul İmam-Hatip Okulu ve Yüksek İslâm Enstitüsü’nde ahlâk ve Siyer-i Nebî dersleri vermeye devam ediyor.
Konrapa, Şam’da da öğretmenlik yapmış. O zamanlar bugünkü gibi suni sınırlar, kalemle çizilmiş coğrafyalar söz konusu değil. Daha sonra Konrapa öğretmenlik yaptığı bir başka yerde: “Şam’da öğretmenlik yaptım” der. Öğrencinin biri bunu yadırgar. “Şam yabancı bir memleket” der. Konrapa: “Yanlış düşünüyorsunuz. 20-30 yıl evvel, bugün Konya, Adana nasılsa, Şam’da öyleydi. Memleketimizin şehirlerinden biriydi” diye cevap verir.
Konrapa çok titiz, işini layıkıyla yapmaya çalışan biri olarak karşımıza çıkar. Hazırlamış olduğu “Peygamberimiz: İslam Dini ve Aşere-i Mübeşşere” kitabına baktığımızda bunu gözlemleyebiliriz. Konuların üzerinden üstünkörü geçmiyor. İhtilaflı konularla çeşitli bakış açılarına yer veriyor. Ayrıca kitabı okuduğumuzda İslam Felsefesi, İslam Tarihi ve takvimler hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Kitabın sonundaki kronoloji cetveli ise tarihteki önemli olayların derli toplu bir şekilde okuyucuya sunuyor. Yani yalnızca bir Siyer-i Nebi okumuş olmuyoruz. Peygamberimizi en güzel biçimiyle anlatan ve bunun yanında birçok konu hakkında bilgi veren bir kaynak eser okumuş oluyoruz. Konrapa yalan yanlış hikâyelere, efsanelere, gereksiz malumatlara prim vermiyor. Tevhidî düşünüşten ödün vermiyor. Malum olduğu üzere Peygamberimizin doğum tarihi hakkında birkaç rivayet var. 569 deniyor 577 deniyor ama 571 üzerinde genel bir kabul var. M. Zekai Hoca bu konuda şu değerlendirmede bulunuyor: “Hazreti Peygamberi anmak ve Onu tebcil etmek isteyen bir Müslümanın herhangi bir güne saplanmasına lüzum yoktur. Kıymet günde ve saatte değil, şahsiyettedir ve o şahsın örnek tanınmasındadır. O şahsiyete karşı gösterilecek hürmet, şu veya bu günde merasim yapılmakla ifa edilmiş olmaz. Belki, Ona, en samimi bağlarla bağlanmak ve Onun ruhunu yaşatmakla mümkün olabilir. Bu yüzden Asr-ı Saadet Müslümanları, mübarek tanıdığımız günlerden hiçbirinin tarihini tespit etmediler. Çünkü o mübarek günlerin hatıralarını belli bir zamana bağlamak istemediler. Belki, Müslümanların o hatıraları daima yaşamasını ve yaşatmasını öğrettiler.”
Konrapa ayrıca Peygamberimizin doğduğu gece olduğu iddia edilen mucizelerle ilgili İmam Buhari ve İmam Müslüm’de herhangi bir rivayetin olmadığını belirterek Mevlânâ Şîblî’nin şu sözlerine dikkat çeker: “Hakîkat şudur ki: Yıkılan Kisrâ’nın Sarayı değil, bütün İran’ın saltanatı, Bizans’ın satveti, Çin’in azametiydi. Sönen ateş, Mecusilerin ateşgedelerinde parlayan alev değil, bütün dünyada küfrün ateşiydi. Kuruyan Sava gölü değil, putperestliğin hâkimiyeti, zerdüştlüğün kuvveti, Hıristiyanların üstünlüğüydü.”
Özellikle Siyer-i Nebi alanındaki gayretleriyle büyük bir boşluğu doldurmuş olan, birçok öğrenci yetiştiren, birçok öğrencinin yetişmesine vesile olan Konrapa'ya selam olsun. Çok önemli bir gayretin sahibi olmasına rağmen gereği gibi gündemimizde yer almayan hocamızın bundan sonra daha çok hatırlanması en büyük duamız.
Muaz Ergü
muaz-01@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder