Lao Tzu (MÖ 571)
"Kendi heykelini yontmaya devam et."
- Plotinus (MS 205)
Kendimden çıktım yola, bir yere varamadım."
- Yıldız Tilbe (20. Yüzyıl)
Dante'den Cahit Sıtkı Tarancı'ya, Marcus Aurelius'tan Jung'a İmam Gazali'den Goethe'ye dek birçok kimse yaşamın ikinci yarısında anlamla buluşmanın şart olduğu üzerinde yoğunlaşır. Çünkü esas kaygılar, otuzlu yaşların ortalarında yahut kırklı yaşların başında "selam, ben buradayım" der. Bu kaygılar öyle bilindik geçim, iş-güç, aile, çocuk gibi meseleler değil daha çok kişinin kendi öz yaşamı, kendilik bilinci ile ilgili. Ne kadar kendimim, ne kadar kendime ait bir yaşam sürüyorum, başkasının hayatını mı yaşıyorum soruları merkezde.
"Başkalarının beklentilerini yaşamak çoğu kimseye kolay gelir. Ne var ki, çaresizlik nedeniyle başkalarının beklentilerini yaşayan insan yalnızdır, hem de derin bir yalnızlığa gömülüdür." diyor Doğan Cüceloğlu. Belki alışıldık bir formu devam ettiriyoruz, belki de işimize öyle geliyor. Çoğu zaman kendimiz olamıyor, kendimizden giderek uzaklaşıyor ve benliğimize yabancılaşıyoruz. Belki de bir ömür boyunca kendimizi tanımadan yol alıyoruz. Cüceloğlu bu tip bir yaşam için bir sohbetinde şöyle diyordu: "Gönlünün muradını keşfedemeden ölenler çok fazla, yazık. 'On dördünde öldü yetmişinde gömüldü' dediğimiz insanlar... Onlar gönlünün muradını keşfedemedi. İnsanın gönlünün muradını keşfetmesi için önce kendi iç dünyasının, özünün farkına varması lâzım."
Onun hangi kitabını bitirince ayağımız yerden kesilmez ki? Hiç beklemediğimiz bir anda kolumuza girip bizi karşıdan karşıya geçiren, sonra da öylece bırakmayan, yaşamın derinliğini fark etmemizi sağlayan bir bilge Doğan Cüceloğlu. Kitaplarını okumanın en büyüleyici tarafı, onu yanınızda hissetmeniz. Sesiyle, sözüyle, bakışıyla, üslubuyla, iç çekmesiyle, gülmesiyle, ağlamasıyla, tüm varlığıyla.
Onun hangi kitabını bitirince ayağımız yerden kesilmez ki? Hiç beklemediğimiz bir anda kolumuza girip bizi karşıdan karşıya geçiren, sonra da öylece bırakmayan, yaşamın derinliğini fark etmemizi sağlayan bir bilge Doğan Cüceloğlu. Kitaplarını okumanın en büyüleyici tarafı, onu yanınızda hissetmeniz. Sesiyle, sözüyle, bakışıyla, üslubuyla, iç çekmesiyle, gülmesiyle, ağlamasıyla, tüm varlığıyla.
Gerçek Özgürlük’ü bir Cüceloğlu efsanesi olan ve sayısız kimseyi yüreklendirmiş Savaşçı’nın devamı diye düşünüyorum. Kitapta Yakup Bey karakteriyle karşımıza çıkıyor Cüceloğlu ve hem yüzüyle hem de canıyla henüz tanışmamış, bu sebeple de kendini keşfedememiş Timur Bey’e (ve okuyanlara) rehberlik ediyor. Onunla “insan insana” bir iletişim kuruyor ve nelere dikkat etmesi gerektiğini bu coğrafyanın insanlık hikayeleriyle birlikte aktarıyor. Bendeniz çok az kitap için “hayati” derim. Doğan hocanın her kitabı hayatidir. Sizi, çevrenizi ve dolayısıyla toplumu dönüştürür, geliştirir. Size bir can taşıdığınızı, başkalarının canını önemseyerek insan olma yolunda ilerleyeceğinizi hatırlatır.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın hikâyelerinin birinde çok sarsıcı bir ‘kendine kendine konuşma’ vardır. Özellikle bu hissiyata fazla kapılanlar, bu duyguyla yaşayanlar, sanırım Gerçek Özgürlük’ü daha etkileyici bulacaklar ve onu yeniden başlama, yeniden yola koyulma rehberi olarak kabul edecekler. İşte o paragraf: “İçimde kendi hayatımı yaşamadığım kanaati var. Daha samimi olayım ister misiniz? Bu yaşadığım hayat, o kadar benim değil ki herhangi bir saatimde birisi gelip de bana ‘Haydi kalk, sıran geldi, kendin ol!’ diye bağırsa sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi inanıp koşacağım. Bu his bende o kadar kuvvetli… Herhangi bir kalabalıkta kendimden başka herkes olmaya razıyım. Ah, bir elbise değişir gibi hüviyetini değiştirebilmek, laletayinin içinde kaybolmak, bir avuç kum içinde bir kum tanesi olmak ve böyle olduğunu dahi bilmemek.”. Tanpınar, Hikâyeler’in başka bir yerinde de “Ölmüş saatlerimiz, günlerimiz, senelerimiz olduğunu, yıllarca farkına varmadan bir hiçin sarraflığını yaptığımızı, yaşamadan yaşadığımızı kim inkâr edebilirdi. Hattâ öyleleri var ki bir kere olsun ruhlarının gerçeğine doğmadan ölürler” der. Bu ifadeler, bir yazarın duygularından çok, kendi toplumuna dair çektiği bir fotoğraftır. Ne hazin ki fotoğraf, bugün de her birimizin önüne çıkar. Kendimize, en yakınımızda ya da en uzağımızda. Yakup Bey, Timur’a “Yaşamının sorumluluğunun bilincine varmış bir insan, kültür robotu olmak yerine bir şahsiyet olmayı hedefler. Bu kişi anlam çerçevesini kendisi oluşturmuştur ve bilinçli yaşar.” derken her birimize çok önemli bir kılavuz sunuyor. Neyi neden yaptığımızın farkında olmak, hiçbir şeyi mış gibi yapmamak ve dolayısıyla mış gibi yaşamamak için gerçek benliğimizi keşfetmemiz gerekiyor. Gerçek Özgürlük’e giden yol, kendini bilmekten geçiyor. Kendini bilen insanlardan oluşan bir toplum, şüphe yok ki insanlığa daha anlamlı hizmetlerde bulunabilecek ve daha sağlıklı bir ömür sürebilecektir.
Bazen hüznün girdabı içine çekiliriz. Bin bir soru yanaşır zihnimize. Oturduğumuz yerde soluk soluğa kalırız. Yaşam, geçip gitmektedir. Toparlanmak isteriz. Bunun için bir söz bekleriz, güçlü bir söz. Tıpkı kitabın henüz başında Yakup Bey'in, Timur'a söylediği “Sen hüzünlüsün diye; dünya durup sana yol vermeyecek." sözü gibi.
Yaşamda kendimiz olarak var olabilmek çok büyük bir iştir, savaştır. Bu savaş tek başına verilse de birçok rehberden yararlanmamız gerekir. Yoksa en ufak bir savrulmada vazgeçebiliriz. Gerçek Özgürlük, çok güçlü bir rehber...
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf