Kuyucaklı Yusuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kuyucaklı Yusuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2022 Çarşamba

Edebiyatımızın romantik kahramanı: Kuyucaklı Yusuf

Sabahattin Ali’nin ilk eseri olan Kuyucaklı Yusuf, yazarın cezaevinde tanıştığı Yusuf adlı bir kişinin yaşadıklarından yola çıkılarak yazılmıştır. Romanın tam tefrikası 9 Kasım 1936 ile 21 Ocak 1937 tarihleri arasında Tan gazetesinde tefrika edilmiştir. Eser Kuyucaklı Yusuf, Çineli Kübra ve Dağdan İnen Yusuf olmak üzere üç cilt olarak tasarlanmıştır. Ancak bir cildi yazılmıştır.

Kitap “1903 senesi sonbaharında ve yağmurlu bir gecede Aydın’ın Nazilli kazasına yakın Kuyucak köyünü eşkıyalar bastılar ve bir karıkocayı öldürdüler.” cümlesiyle başlar.

Yusuf, annesinin ve babasının ölümünden sonra kimsesiz kalırken Selahaddin Bey onu evlat edinir. Edremit’e götürür. Fakat eşi Şahende Hanım bu durumdan hiç memnun olmaz. Sürekli şikayetlerde ve kötü sözlerde bulunur. Her fırsatta Yusuf’u incitir. Yusuf ise Şahende Hanımdan nefret eder. Ona karşı içinde kin duyar. Ama bir yandan da bir kadının bir erkeğe nasıl baş kaldırdığını nasıl böyle konuştuğunu anlayamaz. Kendince babasını zayıf görerek şu sözleri söyler:

Hocanın bildiği birisinin işine yarasa, kendi işine yarardı. Sen bile okudun bildin de ne oldun sanki? Benim babam bir şeycikler bilmezdi ama evinde sözü senden çok geçerdi,” dedi ve usulca, mahrem bir tavırla ilave etti: “Şu Şahende Anam sabahacak encek gibi dırlanır durur da bir yolunu bulup onu bile susturamazsın; ne edeyim ben senin okumanı?

Yusuf’un bu sözleri romanda ataerkil bir yapıyı gösterirken kadınların erkeklerden bir adım geride olduğunu erkeklerin ise istedikleri her şeyi yapabilecek güce sahip oldukları vurgulanır. Özellikle Muazzez’in, Yusuf’a söylediği şu sözler durumu ortaya daha belirgin bir şekilde çıkarır:

Ağabey, beni kaça sattınız?”, “Daha doğrusu beni kaça sattın?

Geçen zaman içinde ise Yusuf ile Muazzez mektebe gitmeye başlar fakat Yusuf zeki olmasına rağmen mektepte başarılı olamaz. Yaşadığı travmalardan dolayı mektebi yarıda bırakır. Günlerini zeytinlikte geçirmeye başlar. Tabii Yusuf’un genç bir delikanlı olması evdeki bazı şeylerin değişmesine de sebep olur. Verilen kararlarda Yusuf’un fikrileri önemsenir. O ne derse Selahaddin Bey onu yapar. Şahende Hanım bu durumdan hiç haz etmese de tek söz dahi edemez. Yusuf’tan korktuğu için bir adım geride durur. Muazzez ise çocukluktan genç kızlığa erişince Yusuf’un duyguları değişir. Kalbinde ona karşı derin hisler duymaya başlar. Fakat aklı ve kalbi arasında sürekli gelgitler yaşar. Ne Muazzez’e bir adım atabilir ne de ondan geri durabilir. Ruhunu saran karanlıkla baş başa kalır. Bir gün Kübra diye bir kızla zeytinlikte karşılaşır. Onun acıklı hikayesini öğrenir. Yardım etmek için anne ve kıza hizmetçi olarak çalışmalarını teklif eder. Onlar da Selahaddin Bey’in evinde çalışmaya başlar. Yalnız Kübra’nın hüzünlü bakışları Yusuf’un gözlerinden bir türlü gitmez ve kitapta bir gün onların mutlaka buluşacakları daima vurgulanır. Fakat Kübra romanın sonlarına doğru ortaya hiç çıkmaz.

Bu durum kitabın üç cilt olarak tasarlanmasıdır ki Sabahattin Ali’nin vefatı nedeniyle roman yarıda kalmış, Kübra karakteri ise bilinmezliğin içinde... Tekrar kitaba dönecek olursak bir gün Yusuf ve Muazzez bayram yerine giderler. Kasabanın en zengini Hilmi Bey’in oğlu Şakir, Muazzez’e orada laf atar, sarkıntılık yapar. Bunun üzerine Yusuf onu herkesin gözü önünde döver. Şakir bunu gururuna asla yediremez. İçinde intikam alma hırsı doğar. Muazzez ile evlenmeye karar verir. Hilmi Bey daha önceleri oğlunun her isteğini yerine getirdiği için bu isteğini de geri çevirmez. Bir oyun kurarak Selahaddin Bey’i kumar borcuna sokar. Karşılığında ise kızı Muazzez’i oğlu Şakir’e ister. Bunu duyan Yusuf, bakkal olan arkadaşı Ali’den borç alır ve borcu kapatır. Evlilik konusu ise çok uzamadan kapanmış olur. Fakat Şakir niyetinde kararlıdır. Muazzez’i elde etmeye kafasına koymuştur...

Olaylar giderek bir kördüğüm hâline dönünce Ali’nin ölümüne kadar uzayıp gider. Şakir zengin bir ailenin oğlu olduğu için ceza almadan bu cinayetten kurtulur. Kaza süsü verilerek bu vahim olayın üzeri kapatılır. Dönemin ise adaletten ne kadar uzak olduğu gözler önüne serilir. Muazzez ve Yusuf ise nihayet duygularını birbirlerine söyleyerek civar köylerden birine kaçıp orada gizlice evlenirler. Kaymakam Selahaddin Bey bunu duyunca çok mutlu olur. Şahende Hanım’ında dünyası başına yıkılır. Tabii bir zaman sonra neşe ve mutluluk yerini acılara ve karamsarlıklara bırakır. Kaymakam Selahaddin Bey’in ölümü her şeyi değiştirir. Yusuf’a, Muazzez’e ve Şahende Hanım’a bitmeyen bir kış yaşatır...

Yusuf, evinin geçimi için gezici köy tahsildarlığı yaparken Şahende Hanım fakirliğe dayanamayarak kızının aklını zehirli sözleriyle doldurur. Onu bir kukla gibi oynatarak istediklerini yaptırır. Evini içki ve eğlence yerine çevirir. Muazzez artık hem annesinin hem de başka adamların oyuncağı olur. Üstelik Şakir, Yusuf’tan almak istediği intikamı Muazzez’i kötü hallere düşürerek alır.

Ve bir gece Yusuf evine dönünce karısını başka adamların eğlencesi olduğunu görür. Öfkenden gözü dönerek Şahende’yi, Şakir’i ve Kaymakam'ı çekip vurur. Yalnızca Muazzez’i alarak atına binip Balıkesir tarafına gider fakat kalbini paramparça edecek bir gerçekle karşı karşıya kalır...

Ölümün hazin gölgesinde başlayan kara yazgısı sevdiği kadını, karısını kaybederek devam eder. Acı ve gözyaşı içinde değiştirmek istediği kaderi onu çok başka yollara koyar...

Kitaptan sevdiğim birkaç alıntı:

"‘O gelmez artık!’ dedi.
‘Nereden biliyorsun?’ dedim.
‘Gidişinden belliydi!’ dedi."

" Hayatta hiçbir şey ona kıymetli görünmemiş, peşinden koşmak, erişmek, sahip olmak arzusunu vermemişti. Etrafına daima bir yabancı gözüyle bakmış, hiçbir yere bağlanmak arzusu duymamış, bu yalnızlığının gururu içinde memnun olmaya çalışmıştı."

"Kendinde her şeyi yapabilecek kuvveti görmek, sonra yapılacak hiçbir şey bulamamak... Tükenmek bilmez bir sabırla bir meçhulü beklemek... Ve nihayet bütün bunları sisli bir havadaki ağaçlar gibi belli belirsiz, karışık bir şekilde hissetmek... Bu, uzun zaman dayanılır şeylerden değildi."

"Hayatı olduğu gibi kabul etmeli ve ona ne bir şey ilave etmeli ne de ondan bir şey eksiltmeli..."

Fatma Saldıran
twitter.com/Fatmasldrn_

8 Ekim 2013 Salı

İnsanı anlamak isteyenlere

"1903 senesi sonbaharında ve yağmurlu bir gecede Aydın'ın Nazilli kazasına yakın Kuyucak köyünü eşkıyalar bastılar ve bir karı kocayı öldürdüler."

O baskında kimsesiz kalan Yusuf’un hikâyesini anlatmış Sabahattin Ali. Yusuf, kaymakam Salahattin Bey tarafından evlat edinilir; kaymakam bey, eşi Şahinde Hanım ve kızları Muazzez ile yaşamaya başlar. Salahattin Bey, Yusuf’u oğlu yerine koysa, Edremit’te, şehirde, yetiştirse de Yusuf’un yabancılığı, tedirginliği ve o kimselere benzemez halleri değişmez.

“Böylece küçük Yusuf, bir sur harabesi üzerinde çıkan bir yabani incir ağacı gibi, biraz sıkıntılı ve şekilsiz, fakat serbest ve istediği gibi büyüyor, gelişiyordu.”

Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali’nin 1937 yılında yayınlanan ilk romanı. Oldukça güçlü ve anlattığı dönemin toplumsal dinamiklerini de ortaya koyan bir hikâye. Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf’ta, dili kullanmanın yanı sıra karakter yaratma konusundaki ustalığını da çok net bir şekilde göstermiş. Roman boyunca, toplumsal geri planı; karakterlerin gözünden, karakterlerin derinliğince veriyor.

"Hayat, birbirinden ayırdıklarını, kısa bir müddet için tekrar yaklaştırır gibi olsa bile, uzun zaman yan yana bırakmıyordu. Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değildi ve sadece hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi.”
Ve elbette, aşk. Yusuf’un Muazzez’e duyduğu saf, güçlü ve özenli aşk…

"Konuşmaya ne lüzum vardı? Bütün güzel laflardan ve hoş insanlardan sıkılan bu mahlukları, birbirlerinin sessiz mevcudiyeti, yorgunluk verecek kadar doyuruyordu."

Hikâyenin, gerilim noktaları Yusuf ve Muazzez’in aşkı üzerinde yoğunlaşıyor. Güçlü, saf ve naif bir bağ var aralarında.

"Bir zamanlar birbirinden ayrılmak, birbirlerini kaybetmek ihtimalinin korkusunu çekmiş olmasalar, belki de birbirleri için ne kadar kıymetli olduklarını hala bilmeyeceklerdi. Hayatları o kadar birbirinin içinde kaybolmuş, birleşmişti. Belki o zaman evlenmeyi de düşünemeyeceklerdi; çünkü buna birbirlerini kaçırmak için en son çare diye müracaat etmişlerdi."

Kuyucaklı Yusuf, küçük bir kasabadaki insanların hikâyesi. İyilerin, kötülerin, zalimlerin ve âşıkların iç içe geçmiş, sahici ve dokunaklı anlatısı.

“Bazen insan avunmak için başka çare bulamıyor ama, sen nefsine hâkim ol. Biraz daha yaşlandıktan sonra nasıl olsa başlarsın. Hatta o zaman lazımdır da. Akşamdan akşama iki kadehin zararı yoktur. İnsana dünyayı unutturur. Eh, bu dünya da unutulacak dünya zaten...”

Kitap bir tamamlanmamışlık hissiyle sona eriyor. Sabahattin Ali, Kuyucaklı Yusuf'u bir üçleme olarak tasarlamış; ancak ömrü bu hikâyeyi tamamlamaya vefa etmemiş.

Kuyucaklı Yusuf, Sabahattin Ali'yle tanışmak veya tanışıklığını güçlendirmek isteyenlere; insanı anlamak isteyenlere iyi gelecek bir kitap…

“Saadet, hayatı olduğu gibi kabul etmektir.”


Merve Uzun
twitter.com/merveuzun