Abdullah Harmancı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abdullah Harmancı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Haziran 2024 Cumartesi

“Kuşlar” uçarken...

Abdullah Harmancı’nın yazdığı, Sibel Büyük’ün çizimlerini üstlendiği Benim Adım Kuş Değil Ki, yazarın kitaplarından aşina olduğumuz geniş hayal gücünü, Ezop’tan, Anadolu’nun kadim topraklarından aldığı hikâyelerle, masallarla, kıssalarla birleştirerek günümüze uyarladığı, okurlarını farklı bir okuma yolculuğunun peşinden sürükleyen bir kitap.

Abdullah Harmancı, 1974 yılında Konya’da dünyaya gelmiş. Eğitimine 1980 yılında Kıbrıs’ta başlamış. Çocukluğunun büyük bir kısmı Sivas’ın Gürün ilçesinin Yazyurdu köyünde çetin hava şartlarıyla, doğayla iç içe geçmiş. Yazmaya çok erken yaşlarda başlayan Harmancı, ortaokuldayken yazdığı bir şiiri Karaman’da bir yerel gazetede çıkmış. Çıkmış çıkmasına ama şiirin başlığı, son kıtanın üstüne yazılınca Harmancı ufak çaplı bir şok yaşamış. Fakat yolundan dönmemiş. Okumaya, araştırmaya, yazmaya devam etmiş. 1989 ile 1991 yılları arasında Konya’daki bir yerel gazetede yüzü aşkın şiiri yayımlanmış. Birtakım roman denemelerine girişmiş ve sonunda 1993 yılında öykü yazmakta karar kılmış. Abdullah Harmancı’nın yazdığı, Sibel Büyük’ün resimleriyle katkıda bulunduğu Timaş İlk Genç Yayınları’ndan çıkan Benim Adım Kuş Değil Ki'de Harmancı’nın son öykü kitabı. Kendisinin kitaplarından aşina olduğumuz geniş hayal gücünü, Ezop’tan, Anadolu’nun kadim topraklarından aldığı hikâyelerle, masallarla, kıssalarla birleştirerek günümüze uyarlayan yazar, okurlarını farklı bir okuma yolculuğunun peşinden sürüklüyor.

Çocuk masallarının yüzyıllar evvel anlatılanlarının nesiller arasında bugünlere kadar gelmesinin önemli bir anlamı var: Bu sayede çocuklar, bugün okuduklarının nerelerden, nasıl ortaya çıktığı hakkında fikir sahibi olurken bir mirasa da ister istemez sahip çıkıyorlar. Ayrıca günümüzde okudukları hikâyelerin, masalların değişimine de tanıklık etmiş oluyorlar. Bunu çocuklara iki şekilde aktarmak mümkün. İlki anlatılana sadık kalmak, ikincisi de günümüze uyarlamak. Abdullah Harmancı’nın Benim Adım Kuş Değil Ki, ikinci kategoriye dahil edebileceğimiz bir kitap. Abdullah Harmancı’nın başta Ezop olmak üzere, Anadolu’nun birçok bölgesinden zamanında anlatılagelmiş, kulaktan kulağa yayılmış masalları, rivayetleri, hikâyeleri kendince yorumladığı Benim Adım Kuş Değil Ki, doğayla insan arasındaki ilişkinin günümüze bağlanan biçimlerinden metinlerden oluşan, kuşlarla ilgili efsanelere yer veriyor.

Kuşları, genel olarak “kuş” parantezinin dışına çıkıp her birini, tıpkı insanlarda olduğu gibi isimleriyle, karakteristik özellikleriyle tanıtmayı amaçlayan Benim Adım Kuş Değil Ki, genelde hayvanlara, özelde kuşlara karşı olan tutum ve davranışlarımızı içtenlikle sorgularken, Harmancı’nın elle tuttuğu hikâyeleri kendince bazen baştan aşağı bazen ufak tefek oynamalarla tekrar anlatması kitaptaki öyküleri özel kılıyor. Bunun yanında yazarın hikâyelerinin tek bir konu üzerinde toplanmadan kimi zaman hüzünlü, kimi zaman sevinçli ama en çok da “meraklı” izler bırakması, Benim Adım Kuş Değil Ki'yi sıradanlıktan çıkararak aynı yerde dönmesinin önüne geçiriyor.

Kitabı önemli kılan bir diğer unsur ise Abdullah Harmancı’nın bir kuş bilimci gibi okura kuşların özelliklerini metnin içinde yedirerek anlatması. Bir kuşu, “kuş” olması dışında ismiyle cismiyle, huyuyla suyuyla önümüze getiren Harmancı, bu konu için de ayrı bir merak kıstasıyla buluşturuyor okuru. Envai çeşit kuşun yer aldığı kitapta, kuşların bilinmeyen dünyasına doğru ilerlerken Abdullah Harmancı bize burada rehberlik ederek isimlerini dahi bilmediğimiz kuş türlerini öğrenmemizi sağlıyor.

Benim Adım Kuş Değil Ki, Abdullah Harmancı’nın geçmişten devraldığı anlatıları şimdinin dünyasındaki çocuklara ve gençlere uyarlaması hem kitaptaki öykülere farklı bir anlam kazandırıyor hem de küçük dostlarımızın kitabın birden fazla amaca hizmet eden konularına sevgi, saygı, paylaşma, empati, iyilik gibi pencerelerden bakma fırsatı sunuyor. İyiye karşı olan inancı diri tutan öyküleriyle Benim Adım Kuş Değil Ki, şimdiye kadar el değmemiş bir mevzu üzerinde kalem oynatarak değerli bir işin üstesinden gelmeyi başarıyor.

Burak Soyer
soyerbrk@gmail.com

17 Kasım 2020 Salı

Rüya ile gerçek arasında çoğalan öyküler

Abdullah Harmancı, Melek Kayıtları’ndan sonra yirmi dört öyküsünü yine İz Yayınları arasında Behçet Bey Neden Gülümsedi? başlığında iki kapak arasında topladı. Hayatın kendisinden ilham alan, elinizi uzatsanız hemen dokunabileceğiniz, oturup dertleşebileceğiniz kahramanların öyküsü Harmancı’nın en baştan beri sürdürdüğü. Bu kitaptaki öyküler de bu izin peşinde.

Harmancı, doğrusuyla yanlışıyla; hatasıyla sevabıyla yaşadığımız zamanın çocuğunu, çağ kardeşlerimizi anlatır bize bizzat bu kardeşliğe katılarak. Hikâyelerinde bildiğimiz insanı anlatırken, yargılamaz. Sosyal mühendisliğe girişmez, idealize etmeye hiçbir sebeple yeltenmez Abdullah Harmancı kahramanlarını. Olduğu gibidir herkes.

Behçet Bey Neden Gülümsedi? yazarının yaşadığı şehrin –Konya’nın- dokusu ve kokusuyla çevrelenmiş, her zaman derine her zaman iç muhasebeye doğru açılan Harmancı öyküsünün tam olarak demini bulduğu bir kitap. Okudukça içinize işleyen, işledikçe gafletle ıskaladıklarınızı size şefkatle hatırlatan öykülerle karşılaşıyorsunuz.

Harmancı öykülerinde size peşin hisseler verilmez. Sonuca varamazsınız. Sorular, soruları doğurur. Yaşadıkça biriken, çoğu zaman acıtan ama her zaman hayretle sorulan sorulardır bunlar. Öykü başı sonu belli olan bir tür değil mi oysa? Başlangıçta gördüğünüz tüfeğin patlaması, yazarın kahramanına çizdiği kaderi yaşaması değil mi? Harmancı öyküsünde böyle gitmiyor işler; yollar sarpa sarıyor, işin içinden başka işler çıkıveriyor.

Kitapta okuyucu ısrarla kahramanın iç dünyasına çekiliyor. Hayret, son durağınız oluyor, elinizi şakaklarınıza koymuşken buluyorsunuz kendinizi. Cebelleşiyorsunuz durmadan kahramanın mokasenlerini giyerek kendinizle. Her bir öyküde ayrı bir muhasebenin içinde buluyorsunuz kendinizi. Bu bezdiren, küstüren bir sorgu hali değil, korkmayın. Aslında kitap bazen sizi güzel gösteren bir aynaya dönüşüyor. Sizin baktığınız gibi bakıyor, sizi söylüyor. Bunun da tehlikeli bir tarafı var mı? Elbette ama gelgelelim işin sonu hep bedelli bir yüzleşmeye varıyor. Öyküler bu yönüyle birbirine özenle bağlanmış sanki. Kopmuyor, koparamıyorsunuz birbirinden.

Hiç yeri değilken, daha en başta kalbinize çakılan çivileri hatırlıyorsunuz. Abdullah Harmancı, hiç yeri değilken yapıyor bunu size. Çayınız soğuyor, ağzınızı tatlandıran oyalanmaların acı tadı geliyor dilinize. Tadınız kaçıyor doğrusu başlarken. Soğumuş çayınıza dahi başka gözle bakıyorsunuz.

Enkaz altında size kaybettiğiniz şeyleri aratıyor biraz da öyküler. Çocukluğunuzu, annenizin kısır sohbetlerini, avlulu evlerin ikindi ferahlığını özletiyor. “Şeker Mahallesi”nde yükselen binalar içinizi karartıyor, ürperiyor, korkuyorsunuz bu binalardan herhangi birinin herhangi bir dairesinde yaşlanmaktan. Top oynadığınız mahallenin çukurlu, çamurlu yollarını özlüyorsunuz. Nostaljik değil bu anımsatmalar, ne idik ne olduk sorgusu daha çok.

Abdullah Harmancı, alışmış giderken çalan bir telefon, her şeyi yoluna koymuşken çıkan bir engel, artık tamam demişken her şeyi başına döndüren o düşüş anına odaklıyor öyküsünü; oracıkta kör düğümünü atıveriyor. “Nası dünyaymış ülen arkadaş?” ise bu dünya, gözüne takılan gönlünde yer ediyor sanki yazarın. Dokunuyor bu soru zihninize. Anlıyorsunuz.

Görünmenin, bilinmenin, sevilmenin haddini hududunu tanımayanların gözlerinden taşan hırsın, dostluğu öldüren ihtirasın sonu pişmanlığa varan hikâyesini anlatıyor Harmancı. İğneyi ister istemez kendinize batırıyorsunuz. Sormadım demez kimse şöyle: Ne geçecek eline, şu yapıp ettiklerin neye yarayacak ve bunlardan kime ne? Elindeki kalemin kârı, söylediğin sözün muhatabı kaldı mı? Edebiyatın bencil tarafını yoklarken, “Yazıyoruz da ne oluyor?” diye soran kahramanının masaya vurduğu “elinin ayası”nda isyana kalkan bir feryada ortak ediyor sizi Harmancı. Anlıyorsunuz. Uzun emel, uzun ömür derdine düşen; dünyayı “ölümsüz kasabaya” çevirmenin beyhude çabasını, zamanı sermayeye tebdil eden tarafımızı irdeliyor ironiyle nazikleştirerek Harmancı. Anlıyorsunuz.

Bazen de hiç olmaz bu iş derken, iflah olmaz bu adam derken, çıkmaz sokak burası derken umuda, feraha kapı açıyor kitap. Anlıyorsunuz. Hayatımızda yeni sayfalar açma, nedametle kirlerden ve paslardan arınma; kendine çeki düzen verme, gerekiyorsa başka bir yerlere çekip gitme, küsme hakkınızı hatırlatıyor size. Anlıyorsunuz.

Rüya ile gerçek arasında çoğalıyor sanki Harmancı öyküleri. Dünyadan göçenler ile yeni gelenler arasındaki perdenin aralandığı, çocukluğun tekrar tekrar yaşandığı, herkesin yerine yaşandığı bir muhayyele sarıyor kitabın sonlarına doğru sizi. Dalgın dalgın niye bakıyor acaba hep yazar diye sorarken sürekli ardı ardına iki öyküde buluyorsunuz cevabı. Anlıyorsunuz.

Dünya karar yurdu değil, yarım kalmak sermayemiz. Yokluktan varlığa, bidayetten nihayete, hamlıktan kemale, beşikten mezara, dünyadan ahirete, A’dan Z’ye her birimizin dünyasında olmuş, olan ve olacak ne varsa Köksal Alver’in ifadeleriyle ince bir dikkat, acı bir dokunuş ve merhametli bir konuşmaya dönüşüyor Harmancı hikâyesinde. Bir de okurken yazarı merakla sizi izliyor sanki müşfik gülümseyişiyle. Anlıyorsunuz…

Orhan Gazi Gökçe
twitter.com/OGGokce