Bir vakitler kıymetli bir dostuma neden kitap okumadığını sorduğumda, bir gün başlamaya çok niyetlendiğini ama sonra okuması gereken kitapları düşündüğünde hiç başlamamayı daha kolaycı bir çözüm olarak gördüğünü ifade etmişti. İlk anda çok mantıksız gelse de sonraları kendi içerisinde tutarlı bir tavır gibi de gelmeye başladı bu çözüm. Zira zaman zaman ve çok kere tevafukken öyle kitaplarla tanışıyorum ki; yahu onca okumaya hala bu metinleri tanımıyor olmak büyük bir yeisi bende de oluşturuyor. Bakınız Jaroslav Hasek ve Aslan Asker Şvayk’ı…
Çek Edebiyatı… Kafka’dan sonrasına bakmaya bile tenezzül etmez çoğu okuyucu. Çekya, Prag, Kafka’dır. Lakin Kundera, Roman Sanatı’nda Kafka ile bizde görece çok da bilinmeyen bir yazarı kıyaslar, Hasek’i. Birinin bürokrasi diğerinin de ordusu ile yaptıklarını karşılaştırır. Bilir miyiz çoğumuz, pek zannetmiyorum. Bana da bir öğrencim, kitabı hediye edene dek bunu bilmiyordum. Hiç de öğrenemezdim. Ki şu an bu gecikmeli tanışma sebebi ile sadece bir tarihçi akademisyen olarak dahi büyük pişmanlık yaşıyorum.
Bakmayın bizde bilinmez dediğime, 60’lı yıllardan itibaren Türk tiyatrosu, Hasek 1923’te ölünce yarım kalan bu esere pek yakın duruyor. Bu tarihlerde genç bir tiyatrocu olan Genco Erkal’a cuk oturuyor anlatılanlara göre bu karakter. Sonraları peyderpey devam ediyor uyarlamaları ile sahnelenmesi. Hatta Antalya Devlet Tiyatrosu’nda 2000’ler başında da sahnelendiğini öğreniyorum sonraları, ki bu kronoloji kitabın girişindeki harika çevirinin sahibi Celal Üster’in kaleminde de bize aktarılıyor. Hasek 19. yüzyıl sonlarında doğmuş bir entelektüel, sonraları da anarşist. Gazeteci ve edebiyatçı. Hiç istemese de I. Dünya Savaşı’na katılıp savaşın her yüzünü görmek zorunda kalıyor. Sonrası oldukça karışık ama tutarlı. Merak eden Can Yayınları’ndan çıkan Celal Üster çevirisini edinip girişindeki uzun izahı okumalı derim ben. Peki Hasek’in Şvayk’ı ne anlatır?
Aslan Asker Şvayk’ın alt başlığı “Dünya Savaşı’nda Başına Gelenler”. Dolayısı ile eser de tam olarak buna odaklanmış. Bir yandan savaşa dair somut ve gerçek bilgiler sunarken bir yandan da Şvayk’ın groteks aklı ve karakteri ile muazzam bir hicive soyunuyor. Savaş olgusunun böğrüne garip bir mizahi anlayışla yalın kılıç dalıyor. Bu arada Josef Lada’nın çizimleri de kitabı ayrıca keyifli kılmış, bir selamı hak ediyor o da.
Kitabı okuyanlar Hasek’in Şvayk’ın karakteri üzerinden yaptığı anlatıyı hemen fark edecektir. Yani olaylardan çok karakter tipinin düşündürdükleri çok daha etkin dolayısı ile okuyucu kendi kendine bir sürü soru soracaktır. Şvayk çok mu akıllı? Çok mu aptal? Amiyane tabirle salağa mı yatıyor yoksa bilinçli olarak deli taklidi mi yapıyor? Anlamak güç ama Hasek’in ustalığı da biraz buradan geliyor. Ve fakat Türk okuyucusu için çok başka bir anlamı var bu eserin. Hasek’in birçok noktada atıf yaptığı Türkler ve savaştaki konumları. Bir tarihçi olarak özellikle bu konuya dair ciddi bir analiz yazmak büyük hayal olacak ama şimdilik bu yazı ile iktifa edilsin.
Şvayk, I. Dünya Savaşı’nın müsebbibi Saraybosna suikastını öğrenince ilginç bir tepki veriyor: “Mutlaka Türklerin parmağı vardır bu işte. Bana sorarsanız Bosna Hersek’i Türklerden hiç almayacaktık.” Bu çıkış ilginç ve Hasek mi konuşuyor yoksa bu bir hiciv mi hiç bilemeyeceğiz. Ama Hasek bu suikastta bir Türk parmağı olduğu fikrinde ısrarcı. Birkaç sayfa sonra Şvayk yeniden açıyor konuyu: “Bana sorarsanız, mutlaka Türklerin başının altından çıkmıştır bu iş…. 1912’de Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan’a karşı giriştikleri savaşta yenilgiye uğrayan Türkler, Avusturya’nın kendilerinden yana çıkmasını istemişler, Avusturya böyle bir şeye yanaşmayınca da Ferdinand’ı vurmuşlardı. …. Türkleri sever misiniz? O kuduz kafirleri sever misiniz? Mümkün mü sevmeniz? ”. Bu kısımda sertleşiyor Şvayk üzerinden Hasek. Avrupa için güçlü bir öteki olarak bilhassa da Balkanlar üzerinden Türkler’e dair mühim bir bakış ortaya koyuyor. Ve bununla da yetinmiyor, nerede ise savaşın Avusturya üzerinden gayesini bunun üzerine kuruyor. Hatırlatmakta fayda var Hasek bu savaş sırasında Avusturya Macaristan adına silahaltında. Sarhoş Şvayk şöyle anlatıyor durumu: “Mutlaka savaş açacağız Türkler’e. İmparatorumuz onlara diyecek ki: “siz benim amcamı öldürdünüz. Ben bunun hesabını sormaz mıyım?” Tabi bir korkuyu da ekliyor devamında:
“Türklerle savaşa girersek Almanlar bize saldırabilir. Almanlarla Türkler birbirine arka çıkar. Dünya yüzünde onlardan fırlaması yoktur.”
Hasek 1923’te öldüğünde kitabın ancak yarısına gelmişti. 6 ciltlik bir plan 4. cilt yazılırken sona erer. Devam etse ne derdi ne anlatırdı, muamma. Ancak şu bir gerçek ki Hasek büyük bir kalem ve bir okuma aralığını hak ediyor. Tarzı da, bakış açısı da ayrıcalıklı. İyi bir okuyucunun kaçırmaması gereken çok teatral bir anlatım ve zekice kurgulanmış bir propaganda metni. Şvayk’ın bir tespiti ile bitirelim yazıyı:
"Saçları dimdik olan adam: “Ben suçsuzum, ben suçsuzum,” diye yineledi gene. Şvayk, “Hazret-i İsa’nın bir suçu yoktu, ama gene de çarmıha gerdiler” dedi. “Hiç kimse masumun derdinden anlamaz zaten.”
Galip Çağ
twitter.com/caggalip
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder