Günümüz Kore çılgınlığının alıp gittiği bir dönem. Sadece müzikleri ile değil dizi ve filmleriyle de, popüler kültürde dünyada hâkimiyeti ele geçirdiler. Japonya’nın taklit edilmesiyle başlayan pop kültürleri, bugün hükümdarlığını îlân etmiş durumdadır. Bir dönem Çin ve Tokyo bu yayılmacılığı önlemek için yasaklar getirmişlerdir. Gençlerin, bilhassa genç kızların hayallerini süsleyen idollerinin endüstrisinden bahsediyoruz. Duvarları süsleyen posterler, çantalar, kıyafetler... Ve gözlerden kaçmayan bir durum estetikle uzak doğulu olma çabası.
Koreliler, yüzyıllar boyunca içine kapanık, geleneklere bağlı bir toplum olarak yaşamış. Joseon döneminde 1592 yılında Japonya işgali onlarda derin izler bırakmıştır. İkinci dünya savaşı, Amerika ve Rusların paylaşımlarıyla, 38.paralel sınır kabul edilir. Böylece soğuk savaş döneminin efendileri tarafından ikiye bölünürler. Kore, sömürge olmasına rağmen Cihan harbinden Almanya gibi bölünen bir millet olmuştur. Ruslar ve Amerikalılar arasında tampon bölgedirler. Ardından iki tarafın kışkırtmaları güç gösterileri yüzünden başlayan iç savaş ise kardeşleri savurur birbirine düşman eder. Tek millet iki hasım devlet olarak yerlerini alırlar. Güney Kore çalkantılı darbeci demokrasi yıllarının ardından, kısa bir sürede dünya üzerinde teknoloji, internet, gösteri dünyasın da hegemonyasını kurmayı başarır. Aslında bu başarının temeli baskıcı yıllarda kurulan âdeta kölelik sistemi olan uygulamadır. Halkın ezelde çalışkanlığı giymiş olan toplum azimle çalışır ve dünyanın ekonomisi güçlü devletleri arasına girmeyi başarır.
Bu azim şifresini bulabilmek için öncelikle onun binlerce yıllık tarihini az çok bilmek gerekir. Şunu da eklemeyi unutmayalım, günümüzün en iyi kültür kuramcısı da Byung-Chul Han, Seul doğumludur, Güney Kore menşeli Almanya vatandaşıdır. Anlaşılan odur ki 21.yy kültürünü şekillendirecek olan güç Uç Asya’dan çıkmıştır, çıkacaktır. Yüzyıllar boyunca Batının ilgisinden uzak, kendi kabuğunda yaşayanlar, fedakârlıkla yıkık bir ülkeden devleşmeyi başarmışlardır. Japonya mûcizesi diye yıllardır dillendirdiğimiz hakîkat aslında Bir Asya mucizesidir. 21.yy, Kore’nin, Çin’in, Singapur gibi Asya ülkelerinin yükselişine şâhit olmuştur. Bir soykırımın ardından, yükselenin sâdece Japonya olmadığını, dünya markaları ile filmleri ve müzikleriyle ispatlayan bir Asya vardır. Güney Kore bunların içinde sıyrılıp gençlerin gönlüne girmeyi de başarmıştır. İşte onu ayıran en önemli özelliği belki de budur. Ülkelerini inşâ ederken, sınai, ekonomi, yükselmenin yanında insanların gönlünü fethetmenin de, kültür politikasının önemini kavramış olmalarıdır. kpop denilen müziğin ve idollerin kılık kıyafetleri, efemiye duruşları bize ters görünse de, dizi ve sinema filmlerini izlemekle kalmayıp, kopyala yapıştır yöntemiyle izleyici ile buluşturan bizler, iktidarı çoktan, Goryeolara kaptırmış durumdayız. Kaptırmaktan başka seçeneğimiz de yoktu. Çünkü Güney Kore devleti kültürel iktidarın önemini kavramış, bu alana gerekli yatırımı yapmıştır. Bunun uğuruna bir nevi kölelik sistemi geliştirip uygulamıştır. Kpopçular, uzun meşakkatli askerî eğitimi anımsatan bir hayat içindedirler. İşte bu disiplin içinde kendi iktidarını dünya üzerinde kabul ettirmişlerdir. Kore bizlere yabancı değil, dedelerimizin kanlarının aktığı şehit düştüğü topraklardır. Bunun için de kardeş ülke olarak akıllarımızda ve gönlümüzde yer etmiştir. Kore savaşında cesaret ve kahramanlık örneği ile onların da gönlünde ayrı bir yerde olduğumuzu, 2002 yılındaki Dünya kupasında görmüştük. Aramızdaki bağı 70 yıl ile sınırlamak doğru olmayacaktır çünkü Mançurya sınırlarında başlayan mâcerâlarında komşularından biri de Türklerdir. Evet, aramızdaki ilişki Göktürklere, Hunlara dayanmaktadır, Kül Tigin Kağanın cenazesine gelen Şilla (Kore devletlerinden) elçisi ve topraklarındaki üç günlük yastan tarihçiler bahsetmektedirler. Hun devletinin başına geçen Uwe Shan Yu (Disney’in, Mulan çizgi filmindeki kötü karakteri, ana düşman olarak çizmiştir) kutlamak için elçilerin geldiği de ana kaynaklardan olan Han Yo Gong’ta yazmaktadır. Renmin Üniversitesi öğretim görevlisi Chen Xujing, Hunların ve Goryeoların akraba olduğunu söylemektedir. Bu akrabalık soy olduğu kadar evlilik yoluyla da gerçekleştiğini ilâve etmiştir. Göktürk devleti 6.yy’da kurulduğu vakit Kore topraklarında üç devlet mevcuttur. Kuzey bölümündeki Goryeo tahtında (bugün Kuzey Kore sınırları içinde) Yangwon Wang bulunmaktadır ve ilişkileri Türklerle iyidir. Neredeyse iki bin yıla dayalı ilişki ağının tarih araştırmalarında daha çok yer kaplaması gerekirken, bugün Türk araştırmacıları bu konuya fazla eğilmemektedir. Belleten dergisinin arama motoruna Kore yazdığınızda sadece Cezmi Eraslan’ın “On the Similarity of Colonialist Policies Implemented Against the Ottoman Empire and the Far East: The Bargains Over Korea After the Shimonoseki Agreement” isminde bir makale çıkmaktadır. Yayınevleri ise yeni yeni bu konuya ilgi duymaktadır. Genellikle Kore sineması diye bilinen Hallyuu dalgası üzerine kitaplar çıkarılmaktadır. Kronik Kitap bu açığı görmüş olacak ki Michael J. Seth'in Kısa Kore Tarihi kitabını basarak, bir nebze olsun bizleri bu kadim topraklar hakkında bilgilendirmişlerdir. Fakat bu kitapta Türklerle olan bağ es geçilmiştir.
Kitap, herkesin anlayabileceği dil ile yazılmıştır. Korelilerin serencamı düzen içinde akmış kafa karışıklığına, sayfalara arası dönmelere neden olmamıştır. Michael J. Seth Hawaii üniversitesinde doktorasını yapmış 1998 yılından beri Kore ve Asya ile ilgili dersler veren bir profesör. Giriş bölümünün ilk başında, Japonya ve Çin’in gölgesinde kalmış, doğu Asya dışında pek bilinmeyen küçük bir ülke olmasından bahsetmektedir. Kore hakkında ilk İngilizce kitap onu hiç görmemiş Kore’yi gören hiçbir batılıyı bile tanımayan, Japonya’da yaşayan William Griffis’e aitmiş. Seth’e göre Güney Kore yoksulluktan refaha nefes kesici bir hızla döner, Kuzey Kore’yi ise çılgın yöneticisi sâyesinde tanımayan kimse kalmamıştır. Korelilerin coğrafyalarının kuzey doğusunun uzun kulaklarını oluşturduğu bir tavşan benzettiklerini, nüfusunun Güney Kore’de elli milyon Kuzey Kore’de 25 milyon olduğu yazmaktadır. Toplamda 75 milyonluk nüfusuyla ülkemizle neredeyse başa baş diyebileceğimiz bir oran çıkmaktadır. Coğrafyası ile ilgili bilgileri özetlersek; muazzam bir dağ silsilesine sâhip, karayoluyla seyahati engelleyecek ölçüde engebeli bir yapıya sahiptir. Ülkedeki nehirlerin çoğu Sarı Nehir’e akmaktadır, nereye giderseniz gidin karşınızda dağları görülmektedir. Bu yüzden Koreliler dağ yürüyüşlerine önem vermekteler. Asya anakarasına bağlı ama onunla bütünleşmemiş bir bölgedir. Bugün Kore denilen bölgenin sınırları altı asır önce oluşmuştur. Kışları sert yazları ise tropik buhar banyosu şeklinde geçmektedir. Bize bu bölümde, Paektu dağı ve ondan çıkan iki nehir, Doğu Denizine dökülen Tumen nehri, Sarı denize dökülen Yalu nehrini sınırları ile gösteren bir haritayı ekleyerek, coğrafyayı daha iyi anlamamıza neden olmuştur. Yine, Kore yazısının Latin alfabesine dönüştürülme zorluğuna dikkat çekilmiştir. Amerikalılar Kore dilini çevirmek için McCune - Reischaur sistemini geliştirmişler bu ilmi alanda kabul gören bir uygulama olmuş. Kore dili Avrupa dillerinden farklıdır (Altay dil gurubuna âit olduğu için Türkçe, Moğolca, Mançu-Tunguzca, Korece ve Japonca ile akrabadır, kitap bu bilgiyi yazmamıştır) bu yüzden Latinceye aktarmak zordur. Giriş bölümünden sonra bölümler şu şekilde sıralanmaktadır,
1. Kökenler
2. Budist Kore
3. Konfüçyüsçü Kore
4. Krallıktan Sömürgeciliğe
5. Kore İki Devlet Oluyor
6. Kuzey Kore’nin Yükselişi
7. Kuzey Kore’nin Mücadelesi
8. Güney Kore’nin Ortaya çıkışı
9. Müreffeh Güney Kore
10. Her Taraftan Meydan Okuma
Kore’nin mit kökenlerine baktığımız zaman karşımıza; yumurta, ayı, sarımsak çıkmaktadır. 5000.yıl önceye dayanan mite göre tanrı Hwanung gökyüzünden bir dağa iner, orada bir dişi kaplan ve dişi bir ayı ona yaklaşır. İnsan olmak istediklerini söyler. Hwanung ot ve sarımsak verir. Yüz gün boyunca güneşten uzak kalmasını söyler. Ayı başarır ama kaplan başaramaz. Dişi ayı kadın olur ve tanrı Hwanung onunla ilişkiye girer, 3 Ekim’de oğulları Dangun dünyaya gelir. Ve Gojosen adı verilen ilk Kore devletini kurar. (Paektu dağı Kuzey Kore) bu hikaye göre kökenleri Mançurya sınırındadır. Yazar bu mitin ilk olarak Moğol istilası sırasında yazıldığını söyler. Bu anlaşılır bir durumdur, eğer Yunus’unuz yok ise, yakıcı bir istilanın karşısında halkı ancak bu şekilde diri tutabilirsiniz. Mançurya; Batısında İç Moğolistan, güneydoğusunda Kore bulunan bir bölgedir. İç Moğolistan’da Hun damgalarının bulunduğu bilinmektedir.
Kitapta, Çinli Shang Hânedanına mensup imparator Gija’nın bu bölgeye sığındığında, tarımı, ipek böcekçiliğini, edebiyatı ve medeniyetinin bütün inceliklerini Korelilere öğrettiğini, medenileşerek tarihlerinin başladığı savına da yer verilmiş. Lâkin Bu mit Kore milliyetçileri tarafından kabul görmez. Ama ileride Silla Kralı tek başına hâkimiyet için Çin geleneklerini saraya sokacaktır. Japonya’ya uzanan ve Budizm ve Konfüçyüslüğe kapı açacaktır.
“Dangun, Kore Halkının kuzeydoğu Asya’daki dağlar, ormanlar ve düzlüklerle ilişkisini; Gija onların kültürünün şekillenmesinde Çin’in muazzam etkisini temsil eder.” Çin istilası Dördüncü yüzyılda bitince, üç devlet kurulur; Kuzeyde Goguryeo, güneybatı da Baekje ve güneydoğuda Silla. Bu üç krallığın en eski olanı Goguryeo Krallığıdır (Bu isimlere TRT’de 2000'li yıllarda yayınlanan Sarayın incisi, İmparatoriçe Ki, gibi dizileri izleyenler ile yabancı değildir). Bu krallıklar birbiriyle kıyasıya bir mücâdeleye girer. Yumurta efsanesi de böyle çıkar.
Yuhwa adlı güzel bir kadın Güneşin ışıklarından hâmile kalır ve bir yumurta doğurur. Kral bunun üzerine şüphelenir korkar ve yumurtayı hayvanlara atar ve onlar yemek yerine kırılana kadar onu korurlar. Ondan okçulukta yetenekli Jumong doğar. Üvey kardeşleri onu öldürmek istediklerinde kaçar, muazzam bir nehir yanına geldiğinde, karşısına kaplumbağalar çıkar. Onlar, dar bir geçit olacak şekilde dizilirler ve nehri geçmesine yardımcı olurlar. Jumong nehri geçtikten sonra Goguryeo’yu kurar. Ama bu kral yer yer zâlim bir yönetici olarak tasvir edilir, bunun nedeni Kuzeyde Goguryeo, Silla ise ari ırkı temsil eder ve güneyde (Seul) olmasıdır. Yazar hikâyenin tutarsızlığı, ilgili tarihin yanıltıcılığının altını çizer. 4.yy başlarında bir kabileler birliği vardır. Hikâyeye göre, ikinci devlet Bakje’yi Jumong'un oğlu kurar, Pak Hyeokgeouse, Silla’yı kurulmuştur. Geleneğe göre, üç kralın en eskisi Pak Hyeokgeouse’dir. O, bir beyaz atın önünde diz çöktüğü yumurtadan doğmuştur. Bir bilge tarafından yetiştirilen kral ejderhanın kaburgasından doğmuş Leydi Aryeongu kendisine eş yapar.
Pişmiş pirinç demek olan “bap” yemek mânâsını da gelmektedir. Kore toplumu pirinç üretimiyle başlar, üç öğünde ana yemek olarak yerini alır. Onunla yenen yemeklere ise “banchan” denir. Kore mutfağının olmazsa olmazı pirinç, yumurta, sarımsaktır. Üç yiyeceğin Kore mitleriyle olan bağlantısını bu kitapta ayrıntılı olarak öğrenmekteyiz. Yazar üç devlet olan eski Korenin Silla ile birleşmesini, Moğol döneminde süre gelen acılara zalimliklere de yer verir. Karşımızda, birçok acıya göğsünü germiş, mahâretli bir millet vardır. Budist döneminde rahat olan kadınların Konfüçyüsçülükle başlayan eve kapanışları ve toplumdışına itilişleri, Moğolların antlaşma gereği, cariye olarak verilmesini, Japonların ikinci dünya savaşında Rahatlatıcı Kadınlar diye, küçük büyük demeden birçoğunu kullanmasına yer vermektedir. Kore dizilerine beğenen, Asya tarihine merak duyanlar alıp okumalı. Biz yazımızı mitleri ve bizle olan yakın teması üzerine kurduk, kitapta bu temasa hiç değinilmemiş.
Kore ile ortak yönlerimizin çok olmasına rağmen ilişkilerimiz kısır döngüde kalmış, misyonerlerin kol gezip üçte birini Hristiyanlaştırdığı bu ülkenin en büyük eksiği bir Yunusların olmayışıdır. Hep batıya bakan bizlerin acılar içinde bir çıkış arayan kadim dostlarımızı keşke zamanında duyabilseydik. O zaman Sarı Saltuklar gibi âşıklar onların susuzluğunu giderebilirdi. Bugün Misyonerlerin kol gezdiği yerde Yunuslar hasıl olurdu. Geç kalmış sayılmayız. Her ne olursa olsun Işık doğudan yükselecektir.
Elçin Ödemiş
x.com/elindemis
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder