17 Şubat 2025 Pazartesi

Biten bir ömrün sorgulanması

İnsan hayatının psikolojisi en farklı, hassas ve kırılgan dönemlerin başında ihtiyarlık geliyor olabilir. Bir hayat yaşanmıştır artık ve ölüm yakındır, hele ki ortalama ömür süresi de geçilmişse. Ne zaman gelir bilinmez ama yakın zamanda gelecektir. Ölüm duygusu/korkusu gençlikte böyle yoğun olmayabilir. Evet, genç de ölebilir insan ama bu olguyu çok düşünmez. Nasıl olsa vakit vardır daha (!) İhtiyarlıkta ise o vakit bitmek üzeredir. Bunun psikolojisi kolay kolay başka bir şeyle kıyaslanamaz, diye düşünüyorum. Bu psikoloji, bunu yaşayan kişi bir de yalnızsa, çok farklı şekillerde tezahür edebilir. Bunun tipik örnekleri geçmiş sorgulaması, geçmiş hesaplaşması, bir canlıya veya nesneye fazladan bağlanma ve hayallere gömülme şeklinde görünebilir: “Görüşüm bulanıktı ve sen benimle buluşmaya geliyordun. Hayal kurmak artık her zamankinden daha da büyük bir sığınak olmuştu.

İhtiyar bir bireyin bakış açısından, bu hayatı da sorgulayarak yaşanan hayatı işleyen romanlar veya anlatılar çok az değildir ancak bunun başarılı örnekleri azdır. Bunun iyi örneklerini anlatı türünde Jean Louis Fournier verdi, vermeye devam ediyor. Fournier tam bir psikoloji yansıtması yapıyor. Avantajı ise başka bir hayatı değil kendi hayatını yansıtması. Turnalar Güneye Uçarken’in yazarı Liza Ridzen’in başarısı ise hem karşı cinsiyeti yazması hem de bunu bir kurguya oturtması. Evet, kitabın çıkış noktası Liza Ridzen’in büyükbabasının bakıcılarının eve bıraktığı notlar olmuş ancak büyük kısmında edebî bir anlatım mevcut. Liza Ridzen sanki kendini 89 yaşındaki Bo Andersson gibi algılamış ve onun psikolojisine bürünmüş. Üstelik Kuzey Avrupa Edebiyatı’nın o soğuk anlatımını da birçok yerde kırabildiğinden, mekanik bir insan ve duygu durumundan ziyade gerçek, kanlı canlı insanı anlatabildiği için kitabın samimiyeti daha da yükselmiş. Norveç ve İsveç edebiyatlarının (ben bunları çok ayrı görmüyorum) genel durumundan duygu olarak ayrılıyor Turnalar Güneye Uçarken.

Roman ön planda Bo’nun hayatının son döneminde köpeği Sixten’e bağlılığını, günlük hayatını, arkadaşı Turner ve torunu Ellinor’la konuşmalarını, oğlu Hans’ın iyi bakamadığı için, çok bağlandığı köpeği Sixten’i kendisinden almak istemesini engellemeye çalışmasını yansıtıyor. Ama bu tür metinlerde bir veya birden fazla alt damar her zaman vardır. Buradaki de, Bo’nun, alzheimer olduğu için tedavisinden ötürü üç yıldır ayrı oldukları eşi Fredrika ve adını anmadığı, ondan sadece ‘ihtiyar’ diye bahsettiği babasıyla ilişkisi. Fredrika’yla olan geçmiş sevgi ve bağlılık üzerinden ilerlerken ‘ihtiyar’la olan geçmiş bir hesaplaşma üzerinden ve baba-oğul çatışması içinden akıyor. Burada klasik bir baba-oğul çatışması gibi değil daha ileri bir ilişkisizlik durumu mevcut. Ancak Bo bize geçmişte tam olarak ne yaşandığını anlatmıyor. Öyle ki artık sonda, babasının cenazesinde düşündükleri bile babasıyla ilgili ciddi bir travması olduğunun kanıtı bence: “Tabutun önünde durduğumda kendimi sahte hissettim. Arkamda yas tutan kalabalığı kandırdığımı hissettim. Rahibin sözleri beni rahatsız etmişti, saygılı cümleleri babam olacak adamı hiçbir şekilde tanımadığını gösteriyordu. Bir yanım dönüp orgdan daha yüksek sesle bu adamın yas tutulacak bir adam olmadığını haykırmak istiyordu. Ama dişlerimi sıktım ve boğazımdaki yumruyu yutmaya çalıştım. Fotoğraftaki ihtiyarın doğrudan gözlerinin içine, ardında da tıraşlı çenesine baktım. Orada takılı kaldım.

Turnalar Güneye Uçarken Bo’nun bakışından aktarılıyor ama zaman zaman bakıcıları Ingrid, Kalle, Johanna, Marie’nin ve oğlu Hans’ın evdeki bakıcı günlüğüne yazdıkları kısacık ‘durum bildirir raporları’yla ilerliyor. Bo’nun anlatımı sık sık geçmişle karışıyor, öyle ki arka arkaya cümlelerde bile farklı bir zaman dilimine geçiyor. Ben bu tür anlatımları yorucu bulurum ama Liza Ridner bu durumun üstesinden okuru rahatsız etmeyecek şekilde gelmiş. Örneğin bu tür bir anlatımı Jon Fosse’de sevmemiştim. Onda daha yoğundu ama Ridner diyaloglarla bu anlatımı biraz havalandırmış. Bu da okunurluğu önemli ölçüde artırıyor. Yine Kuzey Avrupa’dan örnek verecek olursam, tarz olarak Knausgaard’ın Kavgam serisine yakın bir kitap Turnalar Güneye Uçarken.

Tabii bu biraz da baba oğul çatışması, daha doğrusu hesaplaşması romanı olduğu için sadece Bo’nun babası ‘ihtiyar’la olan ilişkisi değil, Bo’nun oğlu Hans’la olan geçmiş çatışmaları ve kuşak farkında dolayı çıkan sorunlar da anlatılıyor. Bo da babasıyla sorun yaşayan her baba gibi oğluyla ilişkisini iyi tutmaya çalışırken zaman zaman ‘klasik’ baba rolünden çıkamıyor. (Kırsaldaki bir Norveçli ailenin belli bir zaman dilimi içindeki hayatını anlayıp anlamlandırma ve bu tür aileler hakkında öngörü sağlamak açısından Bo’nun aileleriyle yaşadığı ilişkiler önemli birer gösterge.)

Bu ikilemler, gelgitler duygusal olarak iyi işlenmiş. Edebî anlayışıma göre Kuzey Avrupa’dan kötü roman çıkmayacağını ve romanların belli bir ortalamanın üstünde olacağını düşünüyorum. Liza Ridzen’in metni bunun başarılı örneklerinden.

Turnalar Güneye Uçarken duygusu ağır basan bir kitap. Baba-oğul, karı-koca, arkadaşlık ilişkilerine genelde duygu açısından yaklaşıyor. Hatta en ön planda olan Bo ve köpeği Sixten arasındaki ilişkisine bile. Bo’nun köpeği Sixten’e böyle yoğun bağlanmasının duygusal bir açlıktan olduğu çok açık. Üstelik buna bir de travma ekliyor yazar ileriki sayfalarda. Okur da bunu daha doğru anlamlandırıyor.

Yeni, ödüllü ve çok satan bir roman Turnalar Güneye Uçarken. Aynı zamanda yazarın ilk kitabı. Çevirmen Yonca Mete Soy’a da değinmek lazım. Asıl dilinden başarılı bir çeviri gerçekleştirmiş. Çeviri, okumayı çok kolaylaştırıyor ve neredeyse hiç aksamıyor.

İsveç Edebiyatı tıpkı Norveç Edebiyatı gibi iyi romanlar üretiyor. Timaş Yayınları’ndan yayımlanan Turnalar Güneye Uçarken de bunun yeni ve iyi örneklerinden. Üstelik bu ülke edebiyatlarında yer alan soğuk ilişkiler, mesafeli insanlara göre çok daha samimi ve insancıl bir roman. Öyle bir üslûba sahip ki Bo’yla birlikte biz de kırsaldaki o evde ayın duyguları yaşayabiliyoruz. Tek eleştirim yukarıda da değindiğim gibi, babayla olan bozuk ilişkinin sebebinin net olarak gösterilmemesi. Sebepsiz bu düşmanlık niye?

Mehmet Akif Öztürk
x.com/OzturkMakif13

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder