İnsan kalbi saadet asırları ile doludur. Dine, millete ve aileye dair saadet asırları. Hayal bütünleştirir, akıl parçalara ayırır. İnsan da bu yüzden hep hayale firar eder, bütünleştirmeye. Gözlerimizi kapattığımızda ise ya geleceğe ya da geçmişe koşarız, “an”dan kaçarız. Hepimizin yaşamak istediği devirler vardır. Kimimiz on beşinci yüzyıl Osmanlı’sında, başı yirmi birinci yüzyılda gövdesinin üstünde kalmak ve kan vermemek şartıyla kılıca su vermek ister; kimi aç ve siyah tenli olmadan ve taşın altında kalmadan Bilal-i Habeşî olmayı düşler. Hanımefendiler, mor feraceli on dokuzuncu yüzyıl hanımlarının Sâdâbâd’a tenezzühe koşuşlarını severler; moru karaya çalan çarşafına üç aylık bebeğini dolayıp da yola düşen Rumelili muhacir kızı seven ise sadece romanlardır. Fesle gezenler var bugün hala sokaklarda. Aziziye, mecidiye, hamidiye kalıplı değil; atölye kalıplı fesler. Mazideki Yahudi tüccarın, Rum bürokratın, onikilerin, çapkın beyzadenin, dinlinin, dinsizin kafasından uçan fesler, arada geçen yüz küsür seneye kefareten, havada yüz kere dönüp faziletperverlerin, hamiyetperverlerin, yani bilumum perverlerin başına besmele ile konar. Mazi, fes ile de tamam olur. Fes de hayaldir.
Bir yakınım, altı yüz sene boyunca Osmanlı’da tek damla içki içilmediğini savunmuştu. İtiraz etmek ayıp olurdu. İnsana, karşısındaki insanın hayalini kovma hakkı verilmemiştir çünkü. İnsana verilmeyen bu hak edebiyata verilmiştir lakin. Edebi eser, zamanının çocuğudur. Zaman geçer, gider; çocuğunu ise yazarın eline emanet eder. Böylelikle her eserde, yazıldığı zamanın sırrı vardır: Evlat, babanın sırrıdır. Bu sırra binaendir ki bir dönemin kronolojik, afaki vukuat tarihini aşıp dönemin toplumsal, ruhi tarihini anlamak, anlamlandırmak isteyenler; o dönemi anlatan bir romanı, o dönemi yaşayan bir yazardan okumalıdırlar. Mesela, Sultan II. Abdülhamid, II. Meşrutiyet ve Mütareke dönemleri Türkiye tarihinin en keskin virajlarındandır. Merak da edilirler. Bu dönemler, antik Yunan’dan daha fazla mitolojik verim üretmişlerdir. Hayalin toplayıcılığına denk bir çoklukla, kahraman, efsane ve kült, mevzubahis zaman dilimlerinden yükselir. Bu dönemlerle ilgili tavsiye kitap listeleri yayımlanır. Bu listelerdeki kitaplar ise genellikle yukarıda bahsedilen vukuat tarihini kapsar.
Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul’u ise sayfalarında barındırdığı karakterler aracılığı ile bahsi geçen üç dönemde memleketin ve memleket insanının geçirdiği maddi ve manevi dönüşümünü, faziletlerini ve rezaletlerini; dönemin saraylarının, konaklarının, meyhanelerinin, gazetelerinin, kahvehanelerinin içine süzülerek anlatır. 1885’te doğan Mithat Cemal Kuntay’ın 1956’da vefat ettiğini düşünerek yukarıdaki dönemlere Cumhuriyet Dönemi’ni de eklersek yazar, dört dönemin adamıdır. Bu dört farklı dönemi idrak edip de madden, manen hayatta kalan bir yazar ise okunacak yazardır. Yahyâ Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa gibi dehaları deha yapan bir unsur da Doğu’dan Batı’ya uzanan “araf” ise eğer; Mithat Cemal Kuntay bu “araf”ın dekorunu İstanbul’a kurup üzerinde elli küsür usta oyuncu ile temsilini oynatmıştır. Bu temsil sayesindeki okuyucu, siyasi olaylar zincirini kırararak ilgili olayların mahalle aralarındaki akislerine koşar. Şu da kitabın mirasıdır ki eskisi, yenisi yoktur; insan vardır. Mazideki insan ile ândaki insanın farkı ise dekordadır.
Hayalindeki kahramanları öldürmek istemeyenler bu kitabı okumamalıdırlar; hatta hiç kitap okumamalıdırlar. Tarihte sadece kalıplı fes, fildişi baston mor ferace ve sakız gibi bembeyaz sarık görmek isteyenler sadece uyumalıdırlar. Çünkü insan uykunun amellerinden sorumlu değildir.
Kitapta geçen bir şarkı: Te’lîf Edebilsem Feleği Âh Emelimle
Kitapta geçen iki kitap: Alexandre Dumas Fils, Kamelyalı Kadın.; Naîmâ, Târih-i Naîmâ.
Mehmet Bilal Yamak
twitter.com/mehmedbilal__
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder