“İnsan iz sürmek için dünyadadır. Ruhuna üflenen hakikatin ardı sıra günlerini tüketmek için buradadır ve neyin peşinde ise sonunda ona dönüşecek olandır. Peki, senin peşinde olduğun gerçeklik nedir? Dünya sürgününde hangi kömürün kahrını çekip sonunda hangi elmasa kavuşmayı arzuluyorsun? Ve kavuştuğun elmas sahiden de çektiğin çileye, harcadın günlere karşılık gelecek mi?”
Gökhan Ergür, İnsaniyet Namına adlı kitabında hayallerden çok gerçeklere dokunarak insanların yalnızlıklarını, çocukluklarını, sokakları, kenarda kalmış hayatları anlatıyor. Bir ayna gibi bizlere kendi duygularımızı yansıtıyor. Öyle ki okunan her yazıda kendi hikayemizi bulduğumuz bir kitap oluyor İnsaniyet Namına. Özellikle yazarın samimi dili bunu en derinden hissetmemize vesile oluyorken “bak işte evet ben de böyle yaşamıştım”, “ben de böyle hissetmiştim” dememizi sağlıyor.
Kitap ilk olarak “Neden Âşık Olmalıyız?” yazısı ile başlıyor ve “Terzi Baba”, “Annesiz Evler”, “Galip’tir Bu Yolda Mağlup” yazılarıyla devam ediyor. Tabii birinci bölümde yani “Yara” olan kısımda sadece bahsettiğim bu yazılar yok. Yazar daha birçok konunun üzerinde durmuş. İnsanların kırgınlıklarını, hüzünlerini, buruk tebessümlerini çeşitli mısralarla yazıya dökmüş... Fakat benim sizinle paylaşmak istediğim Galip’tir Bu Yolda Mağlup yazısı: “Kalıba vursan en az üç adam eder Galip, gözlerine baksanız gözlerinin siyahına şaşırır, kalbini açsanız bu kadar acıyla hâlâ nasıl yaşadığını anlayamazsınız.". "Ana baba sesi duymadım ömrü hayatım boyunca," der sürekli, henüz iki yaşında bir trafik kazasında kaybeder anne, baba ve bir de ağabeyini ama kendisi sağ çıkar araçtan, daha görecek çok günü vardır belli ki.
Gel zaman git zaman Galip, bir gece vakti evine dönerken sarhoş bir sürücünün kurbanı olur. Öldü, ölecek derken yeniden gözlerini açar dünyaya ama artık üzerinde duracağı iki bacağı yoktur. Demin de söyledik ya, dünyada görecek günü çoktur.
Yağmurlu bir nisan gecesi Galip eve döndüğünde okuldan dönmüş kızlarını çekyat üzerinde uyuyakalmış buluyor, evi arayıp tarıyor fakat eşi yok, telefonu da kapalı. Aynanın önünde bir mektup gözüne ilişiyor, beş kelimelik: "Beni sakın arama Galip, bitti." Sonraları karşı komşudan öğreniyoruz ki Sevda Abla çocuklarına "yarım saate" dönerim deyip elinde bavuluyla Edirne plakalı kırmızı bir arabaya binip gitmiş. Gidiş o gidiş. Galip'i üzgün gördüğümüz zamanlar birkaç kere, "Hadi ağabey, gidelim Edirne'ye bulalım Sevda Abla'yı, bir canımız var zaten," dedik birkaç kere ama her seferinde, "Biraz gururlu olun," diyerek tersledi bizi.
Zor zamanlarda nefsin değil izzetinefsin kalesine sığınmalı insan. Yokluk, zorluk elbet geçer; unutulur. Fakat o günlerde takındığımız tavır ömür boyu bizimle anılır.
Derken kahvenin kapısı hızla açıldı ve Bitirim Halil hemen siyah beyaz beresini çıkartıp Galip'in yanına koştu: "Galip Abi, Sevda Abla geldi, sizi sordu, ben de koştum buraya geldim, sana haber vermeye. Galip'in gözleri ışıldadı ve "tura" diye bağırdı birden. Evet, Galip, tura, hep kara yazı değil ya, biraz da tura...”
Galip’in hayatı o kadar ibret vericiydi ki... İster istemez “insan nasıl olur da bunca ağır imtihandan sonra ayakta durabilir?” sorusunu aklıma getirdi. Tabii bu sorunun tek bir cevabı vardı o da “inanç”...
İnsanın inancı olmadığı zaman, değil en büyük imtihana, en küçük imtihana bile dayanamazdı. Şayet bir kum tanesi gibi dağılırdı. Fakat Galip, gönlündeki inancıyla ve gösterdiği sabırla Rabbinden gelen bir lütuf ile hikayesini mesut bir sonla bitirmiş ve hayatın ona borçlu olduğu mutlu bir ana sonunda kucak açarak kavuşmuş.
Kitabın diğer kısmı yani “Şifa” olan bölümde ise günümüze dair problemlerin çözümleri üzerinde durulmuş. Örneğin şu yazıda olduğu gibi: Ruhumuz dijital bir çöplükte can çekişiyor: “Toplum olarak hepimiz durması, yavaşlaması ve sakinleşmesi gerekiyor. Sürekli hareket halindeyiz ve sabitliği olumsuz bir şey olarak nitelendirmekteyiz. Anlık tatmin tutkumuz sebebiyle bekleme yetimizi ne yazık ki kaybettik. Oysa beklemek kabul ediştir, başına gelecek olanı sevmek ve razı gelmektir.”
Yazar, psikolojiye hakim olarak insanların çocukluk ve yetişkinlik dönemine dair hayat yolculuğunda yön gösterirken ruhumuza da şifa oluyor. Dünyaya farklı pencerelerden bakmamıza ve zor zamanlarda nefes almamıza vesile oluyor. Kitapta en sevdiğim birkaç alıntı:
"Utanmanın ayıp ve garip sayıldığı bir çağdayız. “Kendine güvenmelisin” sloganlarıyla çevrildiğimiz bu zamanda, kendine güvenmek yerine Rabbine güvenmeyi seçen taraftayız."
"Yeter ki sevmeyi bilin, ruhunuzun pencerelerini haftalık da olsa açıp havalandırın, baharın temiz rüyaları içinizde dolaşsın, serçe seslerine kulak verin, bulutların o çocuksu telaşına gülümseyin ve mutsuzluklara karşı zoraki de olsa tebessümler biriktirin ve umut edin."
"Çiçeğin olduğu yerde kötülük olmaz, birilerine çiçek hediye eden ya da saksıda çiçek büyüten insanlar kötülük bilmez."
Fatma Saldıran
twitter.com/Fatmasldrn_
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder