"Seven sevdiğinin hükmü altındadır ve kendi kendini yönetemez. O, ancak kalbine egemen olan sevgi sultanının emrettiği ve verdiği şeye göre hareket eder."
- İbn Arabî, Fütûhât-ı Mekkiyye
Rikkat, Türkçemizin harikulade kelimelerinden biridir. İncelik, şefkat, merhamet gibi anlamlara geliyor. Rikkatli dediğimiz zaman duygulu, merhametli demiş oluyoruz. Rikkatine dokunmak, hüzünlendirmek. Rikkat-âmiz, hüzün veren ve merhamet uyandıran. Rikkat-yab, acıyan ve merhamet eden. Yeryüzünde rikkat sahibi insan sandığımız gibi az değildir, çoktur. Fakat "dünya hassas kimseler için cehennem yeridir" denildiğinden beri, rikkatli kimseler de pek hâllerini belli etmezler. Ya deliliğe vururlar ya da sessizliğe sığınırlar. Öte yandan bu kimseler çoğu zaman açtır, onlara açlık yakışır. Tasavvufta asırlardır tavsiye edilen açlık, yalnız mide açlığı değildir. Merak ve gayret de açlığa dairdir. İlme, hikmete, tefekküre daimi bir açlık beslemek, kişiye manevî yolda yakıt olarak kafidir.
Hikmet-i Hüdâ, çevremize rikkat nazarıyla bakabildiğimizde bazı "tuhaf" kimseler görürüz. İsimlerini, cisimlerini pek bilmediğimizden hemen yakıştırma yaparız. Bu yakıştırmalardan ilki 'deli'dir. Tavırlar belirgin biçimde farklıysa 'meczup' denir. Giyim-kuşam ve ihtiyaç ekseninden bakınca bazıları 'garip'tir. Eski muhitlerde 'âşık' denir, 'meftun' denir, bazen de 'erenlerden', 'velîlerden' gibi tasavvufî terimler girer işin içine. Velhasıl hepsi insandır lakin Allah'ın lütuf ve keremiyle kimi özellikleri çok yukarıdadır. Bu yukarıda olma hâlinden dolayı bazen davranışları farklı biçimlenir. Duyguları ön plandadır. Davranışlarını denetleme gereği duymazlar. Zira onlar Allah'ın müridi olmak vasfını ileriye taşıyarak 'murad'ın da kendileri olmuşlardır. Onlarda akıl, alıp başını gitmiştir ve sadece sevgi kalmıştır. Bir varlığı sevgi ele geçirince dışarıdan deli gibi görünmek de pek tabiidir. Tasavvufta "az akılla deli olunmaz" denir, "bu akl u fikr ile Mevlâ bulunmaz" denir. İşin daha ötesi için büyük sultan İbn Arabî'nin Fütûhât-ı Mekkiyye'sine sizi davet ederim efendim: "Akılla idâre edilen bir sevgide hayır yoktur. Çünkü akıl, sahibini sınırlarken sevginin özelliği şaşırmak ve hayrettir. Hayret ise aklı dışlar, çünkü akıl seni bir araya toplarken hayret dağıtır. Bu, sevenin himmetinin pek çok noktaya dağılmasıdır."
Sadık Yalsızuçanlar; dinlediği, okuduğu ve bizzat tanıdığı meczuplarla meclûbları 2018'de Deli Tomarı'yla öykü dünyamıza kazandırmıştı. 2020'nin hemen başında, "Hakikat denizinde aşk oltasına vuran balıklar" başlığıyla incelemeye çalıştığım Allah'ın Adamları raflarda yerini almış ve okuyanlar tarafından çok etkileyici bulunmuştu. Ali'nin Parçaları ile birlikte, romanlarda alışık olduğumuz üçleme nihayete erdi. Bir söyleşimizde "Hepimiz O’nun ayaliyiz ama Kendisine yakınlaştırdıkları 'adamları' malum" demişti Sadık ağabey. Kurbiyet; yakın olma durumu, yakınlık. Bunu ne sağlıyor? Mevlâmızın 'Karîb' sıfatı. Sebe suresinin 50. ayetinin sonunda "innehu semîun karîb" diye geçer, "Şüphesiz O, işitendir, yakındır" anlamında.
"Çocukların, delilerin, meczupların, filozofların ve velilerin ruhları kardeş sanırım. Onların sözlerinin, egemen sistemin nosyonlarına aykırı olması, hakikatin hatırını yüksek tutmalarından. Hakkın hatrı âlidir, hiçbir hatıra feda edilmez. Oysa delinin söylemi gayr-i meşru değildir. O’nu egemenler söylüyor. Çünkü işlerine gelmiyor. Onlar dolaysız ve garazsız biçimde konuşuyor ve davranıyorlar. Çocuklar da öyle. Ayrıca çocuklar sorunun, insanın meşruluğunun simgesi olduğunu biliyor. Deliler de öyle, veliler de. Meczupların çoğu, deliliği bir örtü gibi kullanıyor. Kendini sırlamak için ne yapacak? Ya deli görünecek veya ayyaş…" demişti Sadık ağabey, söyleşimizde. Bu cümleler, 'üçleme'sinin de niyetini aşikâr ediyor. Kendini sırlayanların hâli. Bir de sırlamayanlar var, bu çağda içlerinde daima diri tuttukları yüce duygularından ve onların birer yansıması olan davranışlardan taviz vermeyenler.
Ali'nin Parçaları; gümbür gümbür yanan bir kalbe sahip olanları, kimsesizliğini başkalarının kimsesi olmakla tamir edenleri, gaddarlığa karşı yârenliği el feneri yapanları, önce başkasının acısına ve çaresizliğine koşanları bir araya getiriyor. Merhameti ve şefkati bir haysiyet meselesi hâline getirenleri. Yeryüzünde nefes alacak bir saniyesi varsa, onu da yeryüzüne bir güzellik olarak vermeyi bir tavır olarak benimseyenleri. Alî dersek ulu demiş oluruz. Tek bir ulu olduğunu bilenler, onun parçalarının da ulu olacağını bilirler. İnsan ancak Hakk'ın gölgesinde insan olabilir, hakkaniyetten kopmadıkça insan kalabilir. İşte bu hakikat, Ali'nin Parçaları'nda öykülere dağılmış durumda. Çünkü iyilik bir yerde toplanmaz, muhakkak dağılır. En 'şeytan'ının bile nasibi vardır iyilikten. Yüzünü hep kötülüğe dönmüş olanları dahi sırtından vurur iyilik, dön de bir bak der, güzel olana bir bak, güzel gör, güzel ol.
Mevlâmız merhametlilerin en merhametlisidir. "Merhamet ediniz ki merhamet olunasınız", Resûl-i Ekrem'in hadislerindendir. O hâlde insanın Hakk'ın rızasına kavuşabilmesi için merhametle yakınlığını en kuvvetli biçimde kurmuş olması gerekmez mi? Acizlere, muhtaçlara, yoksullara yardım etmesi gerekmez mi? Sadece insanlar söz konusu değil, yaratılmış her şeye bu gözle bakması gerekmez mi? "Kimseden ilgi görmemişti. Şefkat nedir bilmiyordu" yazmış bir cümlesinde Yalsızuçanlar. Başka bir cümlesinde "Belli ki hiç sevilmemişti. Nasıl sevileceğini bilmiyordu." yazmış bir başka cümlesinde. Bu cümleler hemen bir insanı aklımıza getirmiş olabilir. Oysa bu cümlelerin geçtiği öykülerde bahsedilen, bir köpek. Merhamet, sevgi ve şefkat ortadan kaybolduğunda, acılar nasıl da bir oluyor, gözümüze sokmak için yapmış olmalı yazar. Gönlümüze de girerse, iş tamam. Yolumuz uzun ve yürümek zorundayız.
Birçok büyüğe selam veriyor öyküler. Tasavvufla ilgisi olanlar -mühim olan tasavvufun sizinle ne kadar ilgilendiğidir, orası ayrı- bu isimleri öykülerden çekip çıkarabilir. Neyzen Tevfik, Fethi Gemuhluoğlu, Münir Derman, Tevfik İleri, Erol Akyavaş, Muzaffer Ozak, Dede Efendi, Zekâi Dede, Yûnus Emre, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Ebu'l Hasan Harakânî, İsmâil Ma‘şûkī... Daima "İlla Allah" diyen Salih, Trafik Reşat, Tımtıs Sefer, Semâ Zındığı Fırıldak Halil, Vesikalık İmam, Gassal Bey, Yandım Musa ve daha kimler kimler. Sevgili Sadık Yalsızuçanlar ağabey, herkesi cem etmiş ve aslında şunu söylemiş: İnsân-ı kâmili arıyorsan abasıyla, postuyla, takkesiyle arama. Zira "İzi yoktur ki izinden biline / dahi tozmaz ki tozundan biline / sen onu sanma sözünden biline / hakikat ehlinin olmaz nişanı" buyurmuş büyük sufi Niyâzî-i Mısrî. Rikkat nazarıyla bak insanlara, merhameti filtre olarak al. O zaman insanı görürsün, hem de has insanı, doğal ve katkısız insanı, saf insanı. Çünkü merhamet, insanı insân-ı kâmil eder.
Rikkat kelimesiyle başladık, merhametle devam ettik, ikisini bir araya getirerek bitirelim. Bunun için de bir büyüğe, Ahmed Avni Konuk'a başvuralım: "Eğer ben göz yaşı dökemiyorum, ne yapayım dersen, göz yaşı dökenlere merhamet et; o vakit sende rikkat-ı kalb hâsıl olmaya başlar."
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder