20 Eylül 2020 Pazar

Yaralı her yetişkinin özünde yaralı bir çocuk(luk) vardır

Çocukken anne-babanızdan korkar mıydınız? Anne-babanıza duygularınızı ve isteklerinizi ifade etmekten çekinir miydiniz? Şimdiki yaşamınızda anne-babanızla fikir ayrılığına düştüğüzde üzüntü ve endişe yaşıyor musunuz? Anne-babanız hâlâ her şeyinize karışıyorlar mı? Bu sorulara cevabınız evetse, çocukluğunuzla ilgili çözülmesi gereken çok ciddi sorunları yüklenmiş hâlde yaşıyorsunuz demektir.

Dostoyevski, Karamazov Kardeşler'de Alyoşa'yı öyle bir konuşturur ki roman ansızın roman olmaktan çıkar. Ciddi bir derse dönüşür. Şöyle der Alyoşa: "Şunu bilin ki, şu dünyada yaşamak için iyi bir anıdan, özellikle çocuklukta yaşanmış, ana baba ocağıyla ilgili güzel bir anıdan daha yüce, daha güçlü, daha sağlam, daha yararlı bir şey yoktur. Size terbiye konusunda birçok şeyler söyleyeceklerdir. Oysa belki de çocukluktan bu yana içinizde sakladığınız güzel, kutsal bir anı, belki de terbiyenin en güzel şeklidir. Bir insan bu çeşit birçok anıları toplayıp hayata atılırsa ömrünün sonuna dek kurtulmuş olur. Eğer yüreğimizde sadece bir tek güzel anı kalmışsa o bile bir gün bizim için kurtuluş çaresi olacaktır."

Uzun bir alıntıyla başladık ancak yaşam da zaten upuzun bir alıntıdır, biz ona şerh düşmek için çabalarız. İşte çocukluk da yaşamın kaynağıdır. Yaşam denen o uzun alıntı tüm kaynağını çocuklukta bulur. Kaynak nedir? Bitip tükenmeyen bir su da olabilir kaynak, sürekli başvurulan bir rehber de. Canlı-cansız yaşamının gizemi çocuklukta birikmiştir. Ebeveynlerin ektiği tohumlar çocukluktan itibaren yaşamın her anında farklı biçimde kendini gösterir. Ekilen her tohumun faydalı, verimli olacağını düşünüyorsak büyük bir yanılgıya düşeriz. Öncelikle şunu bilmeliyiz: Çocuk olmak bir haktır. Bir insan çocuk olamadıysa, çocukluğunu tam manasıyla yaşayamadıysa, hayatı boyunca büyük zorluklarla karşılaşacak ve -kendince daima haklı- zorluklar çıkaracaktır. Hem ruhsal hem de fiziksel olarak.

Dilimize Ailedeki Şeytan Üçgeni ve Duygusal Şantaj kitapları çevrilen terapist Susan Forward'ın en önemli kitabı hiç şüphe yok ki Zor Bir Ailede Büyümek. Craig Buck'la birlikte hazırladıkları bu kitap, "Geçmişi Onarmanın ve Hayatını Geri Kazanmanın Yolları" alt başlığını taşıyor. Kitabın ilk kısmı toksik anne-babaları tanımlıyor. 6 tip toksik anne-baba var. Sürekli kendi problemlerine odaklanıp çocuklarını küçük annelere-babalara dönüştüren yetersiz anne babalar. Çocukların hayatlarına manipülasyonla, suçluluk duygusu katarak ve çok fazla karışarak yön veren kontrolcüler. Alkol ve uyuşturucu gibi bağımlılıkları sebebiyle çocuk sahibi olduğunu bile unutan alkolikler. Çocuklarını sözleriyle döven, sürekli küçümseyen ve aşağılayan sözel tacizciler. İçlerindeki öfkeyi kontrol edemeyip çocuklarını döven fiziksel tacizciler. Yaş ve cinsiyet gözetmeden ahlâk yoksunu bir tavırla cinsel tacizde bulunan, baştan çıkarmaya çalışan ve çocukluğun masumiyetini yok eden cinsel tacizciler. Kitabın ikinci kısmı hangi tip toksik anne-baba ile büyüdüyseniz onun özelinde tedavi yöntemleri ve pratikler sunuyor. İletişim Yayınları'ndan ilk olarak Aralık 2011'de çıkan kitap, her yıl yeni baskı yapmayı sürdürüyor. Bunu çok kolay okunmasına da borçlu. Kolay derken, üslup olarak. Yoksa mesele olarak hiç de kolay değil.

Forward şu noktanın üzerine sık sık basıyor: Çocukluğunuzda başınızdan geçenlerden siz sorumlu değilsiniz, sorumlu olduğunuzu düşündüğünüz sürece geleceğiniz daima sorunlu olacaktır, şimdi bir şeyler yapmaya başlarsanız hem geleceğinizi hem de kendi çocuğunuzun geleceğini kurtarabilirsiniz. Çünkü ailenin sadece maddi değil manevi mirası da vardır. Öfke babadan oğula ve toruna geçebilir. Diktatörlük anneden toruna geçebilir. Bu zincir kırılmadan sağlığa ve huzura kavuşmak mümkün değildir.

Kitap, yüzleşmeyi çok önemsiyor. 55 yaşındaki bir insan çocukken yaşadıkları sebebiyle hayatında ciddi tıkanıklıklar yaşıyorsa, gerektiğinde 45 yıl öncesine dönüp babasıyla-annesiyle hesaplaşmalı diyor Forward. Bu yüz yüze de olabilir, mektupla da olabilir, birinin gözetiminde de olabilir. Şayet anne-baba öldüyse, onları temsil edecek bir sandalye, fotoğraf ya da başka bir şeyle bu yüzleşme sağlanabilir. Başlarda "ilginç" gibi görünen bu pratiğe dair kitapta o kadar çok sonuç hikâyesi var ki insanın okurken tüyleri diken diken olabiliyor.

Çocukken yaşadıklarımızın şiddetinin ve açtığı yaraların farkında olmayabiliriz. Ancak Forward uyarıyor, "ne kadar başarılı olursa olsun, zamanında hasara uğramış her yetişkinin özünde aslında bu çaresiz ve korku dolu çocuk vardır" diyor. Yukarıda manevi mirastan bahsetmiştik, işte terapiye katılan bir danışanın ifadeleri: "Yaşadığım hayatı yaşamaya devam etmek istemiyorum. Kızgın olmak, korkmak istemiyorum. Fakat ne zaman olumlu bir - iki adım atıp kendime bakmaya başlasam, bir şekilde mahvediyorum. Sanki acıdan vazgeçmeye korkuyorum. Acı tanıdık bir duygu."

İnsanın tanıdık olduğu tüm duygular çocukluğuyla ilgilidir. Çünkü önce çocukken tanışırız duygularla. Korkuyla, neşeyle, öfkeyle, mutlulukla, endişeyle, huzurla. Ancak hangi duyguyu nasıl öğrendiğimiz çok önemlidir. "Bir anne baba bir yandan çocuğunu döverken bir yandan ona sevgi sözü veriyorsa; aralarında koparılması çok zor ve çocuk gelişimine aykırı bir ebeveyn çocuk ilişkisi gelişir." derken yazar küçük ama kıymetine paha biçilemez bir örnek de veriyor: "Çocuklarınızdan özür dilediğiniz zaman, onlara kendi duygu ve algılarına güvenmeyi öğretiyorsunuz."

Erkek adam ağlamaz, bizim toplumumuzdaki en tehlikeli ifadelerden biridir. Ağlamanın, kederin, hüznün ve üzüntünün cinsiyeti yoktur. Çocuk eğer gülmesi ve ağlaması gereken bir yerde engellendiyse, neşelenmenin de yas tutmanın da ne olduğunu bilemeyeceğinden çok büyük ruhsal açmazlarla yaşamına devam etmek zorunda kalır. İşin kötüsü bunun kolay kolay farkında da olmaz. Çevresinde bir profesyonel ya da insan psikolojisine meraklı biri yoksa belki de asla. Geçtiğimiz günlerde bir dostum, son zamanlarda kardeşinde önemli bir dikkat bozukluğu ve yalnız kalamama gibi durumların ortaya çıktığını, eksiden hiç arayıp sormayan kardeşinin şimdi her gün aramaya başladığını söyledi. Bu konuda hiçbir uzmanlığım olmamasına rağmen okuduklarımdan ve öğrendiklerimden yola çıkarak birkaç soru sordum. Çıkan sonuç şu oldu: kardeşimiz babasının vefatından hemen yurt dışına, eğitimine dönmek durumunda kalmış. Yani yas sürecini yaşamadan bilinçaltına bu acıyı sürekli bastırmış. Üstelik yurt dışında da yalnız yaşıyormuş. Derken yıllar geçmiş ve fiziksel bozukluklar çıkmış ortaya. İşte Susan Forward da sayfalar boyunca bundan bahsediyor. Birçok fiziksel bozukluk aslında birer sonuçtur. Çocukken yaşanan eksikliklerin ya da aşırılıkların sonucu.

Pandora'nın kutusu çocuklukla meselesi olan herkes için ayağa kaldıracak bir paragrafla bitirelim: "Artık bir seçme şansınız var. Çocukluğunuzu yaşayamadan üzerinize birçok sorumluluğun yüklendiğini itiraf edin. Bu sorumlulukların ağırlığı altında hayat enerjinizin haksız yere azaldığını kabul edin. Kendinize bu şansı tanırsanız, birden varlığının farkında olmadığınız bir hayat gücü rezervine kavuşacaksınız. Bu hayat gücünü şimdiye kadar toksik anne-babanız için harcadınız. Artık bu güçten yararlanma sırası sizde."

Yağız Gönüler

1 yorum:

  1. Yazıda en hoşuma giden tespit:geçmişi kabullenmek, şimdi ve gelecek için sorumluluk almak.

    YanıtlaSil