19 Eylül 2020 Cumartesi

Hızlı kent yaşamına karşı dervişane bir dinginlik

Yağız Gönüler’in son şiir kitabı Freud’un Göremediği Rüya okuyucuyla buluştu. Kent insanının bunalımı, çocukluk, tasavvuf ve felsefe gibi temaların ağırlıklı olduğu şiirlerin ortak özelliklerinden biri de bütün bir hayatı uykuyla uyanıklık arasında adeta rüya gibi izleyen bir adamın dilinden söyleniyor olması. Kitabın ilk ve son şiirleri aynı şiirin iki parçası gibi oluşturulmuş. İlk şiir “Topraktan” ismini alırken son şiir “Toprağa” ismini almış. “Topraktan geldik, toprağa gideceğiz” anlayışını vurgulayan bu tutum aynı zamanda bir tevazunun da ifadesi olmuş. Bu iki şiiri birlikte okumak; “Dünya dedikleri bir gölgeliktir” dizesini de çağrıştırıyor. 

“Topraktan” şiiri şu dizelerle başlıyor:

“Varım desem büyük söylemiş olurum
Yokum desem elbet ağır gelir”

Bu iki dizede varlığın birliği anlayışını güçlü bir şekilde vurguluyor şair. İnsan Allah’tan ayrı bir varlık iddiasında bulunursa -ki bu bir anlamda şirk olur- büyük bir iddiada bulunmuş olur. Öbür taraftan varlığını Allah’ın varlığında yok edip, kendi varlığının iddiasını gütmemek de nefse ağır gelir. Yine aynı şiirin son dizeleri şu şekildedir:

“Herkesin son dediği
Yerden geliyorum”

Bu iki dizede de “ölmeden önce ölmek” düsturu hatırlatılıyor.

“Toprağa” şiirinde;

“Düşe kalka
Düşe kalka
Düşe kalka
İnsan dağılır Allah toplar”

dizeleriyle tövbe kapısının açık olduğunu, insanın hata yapabileceğini, Allah’ın affedici olduğunu vurguluyor şair. Freud’un Göremediği Rüya şiirinde insanı hayatın karşısında çaresiz ve edilgen bir varlık olarak resmediyor şair. “Kimseyi sabra davet etmiyor kimse” dizesinde modern hayatın aceleciliğine karşı İslami bir karşı duruş görünüyor. Şiirlerin pek çoğunda hayatın hızı karşısında şaşırmayı, yani hayret etmeyi unutan insana bir eleştiri var. Hayret etmek, idrak etmektir bir anlamda. Bu nedenle şuursuz bir yaşamın eleştirisi yapılmış oluyor. Bir şiirde yer alan; “Şaşırıp kalmak bize artık ne kadar uzak” dizesi ve bir başka şiirdeki; “Kaybettiğin o hayret için biraz daha gayret” dizesi ve yine bir başka şiirde yer alan “Yaşam fazlasıyla şaşırmaktır, doyamıyorum” dizeleri bunun bir ifadesidir. Şair çocukluk ve yetişkinlik arasında da bir kıyas yapıyor ve çocukluktan yana tavır alıyor. Çocukluğu masumiyet ve samimiyetin ifadesi olarak görüyor.

Travmalar, Açık Yaralar, Anlar” şiirinde “Çünkü her şey aynada asılı duran bir tokattır” dizesiyle insanın kendisiyle yüzleştiğinde gerçeklerin bir tokat gibi yüzüne çarptığı çağrıştırılıyor. Modern dünyada insanın kendi gerçekliğinden kaçmaya çalıştığını vurguluyor şair.

Şiirlerin genelinde bir rüya hali var. “Çocuk Kal” şiirinde;

Gel şimdi, gidiyoruz bir rüyanın yorumuna
Çocuk kal sen hiç ihtiyarlama
” 

dizeleriyle de bunu ifade ediyor. Diğer şiirlerde de rüya hali kendini gösteriyor. “Ayten Teyze’nin Bakkaliyesi” şiirinde çocukluğunun rüyasını gören bir yetişkinin sayıklamalarını okuyoruz adeta.

Dünyanın En Endişeli Şarkısı” şiirinde küçük insanların büyük dertlerine ortak olan bir yürek görüyoruz.

Nalburlar, kuaförler, ayakkabı boyacıları
Karşıdan karşıya geçerken bir çocuk
Madene tekrar inerken bir adam
Eve dönerken güvercine selam veren kadın
Ben iki nokta üst üste endişeliyim
” 

dizelerinde bu duygu ortaklığını görüyoruz.

Sadece küçük insanlara değil, bütün insanlığa dua edebilen bir yürek şairinki; “Dünyanın dört bir yanına dağılıyor avuç içlerim” dizesinden bu duayı anlıyoruz. 

Şairin yaşam felsefesine ait önemli çıkarımlar da yapabiliyoruz şiirlerde.

“Bana tutunacak çok dal verdi hayat
Rüyalar, dualar, eskilerin ayak izleri ve kapılar”
 

dizelerinden şairin kendi gerçekliğini nelerin üzerine ve nasıl kurduğunu görebiliyoruz. Bu dizelerdeki rüya sözcüğünü ilham kavramıyla birlikte düşünmemiz gerekir ki bu da pozitif bilimler ve Batı felsefesine karşı İslami ilimler ve tasavvufu tercih ettiğini gösterir. Dua sözcüğü, bir büyükten el almayı, kapı sözcüğü de esasen dergâhı temsil ediyor. Bütün bunlar da tekke yaşamını ve dervişane bir tavrı çağrıştırıyor.

Uzaklar Her Zaman Gerçek değildir” şiirinde; “Çünkü işe giden herkes biraz ödlektir” dizesiyle, “Çünkü eve dönen herkes biraz cesurdur” dizelerini birlikte düşündüğümüzde kendinden kaçış ve kendine dönüş eylemlerinin ifade edildiğini görüyoruz. Ve şair kendinden kaçmayı korkaklık, kendine dönüşü de cesaret olarak nitelendiriyor.

İmtihan Zamanı” şiirinde çocuk istismarına yönelik bir eleştirinin yanında, dindarlık algısındaki bozulma, şehirleşmedeki plansızlık ve rant da eleştiriliyor. Şair bu şiirin bir yerinde;

“Kirli ellerde bile saflık arayan kız çocuğuna
Apartmanın karanlığı çökerken
Türkiye dindarlaşıyor”

Heidegger Bağdaş Kursaydı” şiirinde yoğun bir biçimde tasavvuf ve Batı felsefesi karşılaştırılırken Heidegger’in “Varlık ve Zaman” eserine göndermeler yapılıyor.

“Yaşadığı gibi konuşanlar efsanedir zaten Heidegger
Senden ilham alanlar söylesene nerdeler?” 

dizeleriyle bu karşılaştırmada tasavvufu üstün tuttuğunu gösteriyor şair.

Muamma” şiirinde; “Bir şeyi anlayınca insan ürperiyor” dizesiyle hayret makamına vurgu yapılırken “Kan insanın çocukluğunda toplanıyor” dizesinde hayatın çocukluktan ibaret olduğuna dair bir çağrışım yapılıyor.

Sonuç itibariyle; şair çocukluğa, tasavvufa, Batı felsefesine, yozlaşmış dindarlığa, kent insanının yalnızlaşmasına dair hissiyatını dile getirirken hızlı kent yaşamına karşı dervişane bir dinginliği tercih ettiğini ifade ediyor.

Erhan Çamurcu
erhan.hoca.55@hotmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder