"Hatıra insanı artık varolmayan geçmişe bağlar. Umut onu henüz varolmayan geleceğe yöneltir."
- Jürgen Moltmann
İnsan denen varlığın yakasını bir ömür bırakmayan iki büyük duygu: yalnızlık ve umut. Yalnız hissetmek, yalnız kalmak, yalnız olmak; hepsi bambaşka haller ve yaşamın her anında insan yalnızlıkla büyük bir imtihan verebiliyor. Umut ve umutsuzluk ise saklambaç oynuyor insanla. Görürsen varlar ama göremezsen ruhundan bunalım ikazı yiyebilirsin. Tüm bunların yanında pozitif psikoloji denen bir tavır var ki son birkaç yıla damgasını vurdu. İyi düşün, iyi hisset, iyi yaşa, iyi öl. İyi de nasıl?
Erol Göka hoca özellikle son yıllarda hem televizyon ekranlarından kendisini dinleyenleri hem de kitaplarını okuyanları açık biçimde gerçekliğe davet ediyor, gerçek bir insan olmaya. Şimdilerde buna otantik insan deniyor ancak ben sahici kelimesini tercih ediyorum: sahte olmayan, gerçek. Çünkü bir insanın modern zamanlarda yüzde yüz doğal kalması çok zor. İnancımız nazarından bakarsak günahsız kalması da çok zor. Söz oraya gelmişken meseleye tasavvufi pencereden kısa bir bakış atalım. Ârifler der ki eğer bir kişi "Ben günah işlemem, asla günaha girmem, günahla işim yok, günahsızım" dediği an Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatlarına itiraz etmiş olur. En büyük günah da budur. İnsan günaha girer, düşer. Tövbe eder, kalkar. Tekamül düşe kalka bir yolculuktur. Esas mesele türküde söylendiği gibi "gönül gel seninle muhabbet edelim" diyebilmek. Gönülsüz yol almak mümkün değil. Her bir eseriyle insanlık yurdunun kapılarını açan Ferîdüddin Attâr, İlâhînâme'sinde şöyle diyor: "Yüreğiyle yürüyemeyen bedeniyle nasıl yol alabilir? Bilmiş ol ki ancak yürekle ileriye gidebilirsin. Gönül manastırının içinde bir halvet yurdu kur. O halvetten de Allah'a giden bir yol yap."
İnsanız; hatıralar (geçmiş) ve umutlar (gelecek) arasında salınıyoruz. Dengeyi kuramadığımız anlarda savrulmaya başlıyoruz. Nasıl ki bazı düşünceleri somut gerçeklerle bağdaştıramadığımız durumlarda o fikirler bizim için birer yükse, bazı duygular da yerli yerine oturmadığında yük, hem de çok büyük birer yük olarak kalıyor sırtımızda. Dolayısıyla yalnızlığım ve umudun ne olduğunu iyi oturtmamız lâzım hem gönlümüzde hem de zihnimizde. Çünkü ikisi de akla ve kalbe uygun olduğunda güzel birer yoldaş oluyor bizlere. "İnsanın kim olduğu ve varoluş vasıflarımızın neler olduğu üzerine kafa yormazsak, ona göre bir yaşam hedef ve ideali belirleyemezsek yabancılaşmanın baskısını daha çok hissederiz diye düşünüyorum." diyor Erol Göka. Burası çok önemli. Çünkü yabancılaşma sadece yaşam biçimlerimizi, oturduğumuz evleri, çalıştığımız sektörleri değiştirmedi. Alışkanlıklarımızı, davranışlarımızı şekillendirdi. Herkes birer proje insanı oluverdi, özgünlük peşinde sürüklenir oldu. Bunun yerine doğru, güzel ve iyi şeyler düşünmeyi önemsemez hâle geldi insan(lık). Hiç de abartı değil, korkunç bir çağın içindeyiz. Bu çağda yalnızlığın ve umudun insanı koruyacak birer panzehir olduğunu düşünüyorum. Şu çağda insanın akıl ve ruh sağlığını ayakta tutacak her şeye sarılması lazım. Bunun için de evvela kendini keşfetmesi lazım.
Göka hocanın Yalnızlık ve Umut kitabında insanın kendi anlam dünyasını bir an evvel şekillendirmesi, yani kendini keşfetme yolculuğuna çıkması için için izinden gidilebilecek çok sayıda önemli soru ve bir o kadar kitap var. Bir eseri değerli kılan şeylerdir bunlar. Soru sorar, soru sordurur, cevap aratır, tüm bunları yaparken farklı kaynaklara da işaret edip yolun ne kadar çetin olduğunu hatırlatır. Çağın kaybolan fenerlerinden ahlak, bana kalırsa hocanın kitabının gizli kahramanı. Şöyle diyor Göka: "Bugün 'Niçin ahlaklı olmalıyım?' sorusunu birçok insan kendisine soruyorsa, açıkça sormasa bile benzer sorular zihninde baş göstermişse, bu durum ahlaki krize işarettir, ahlaki tutumların sonuna yaklaştığımızın bir göstergesidir. Zira ahlaklılık bir ihtiyaçtan kaynaklanmaz; insanın varoluşunun demirlediği sağlam bir liman, kökenleri insan olmanın ayırt edici bir niteliğidir, insanı diğer varlıklardan farklı kılan doğuştan bir özelliğidir. İhtiyaçtan kaynaklanan, onunla izah edilen eylemler, güdülü nitelikte olduklarından gerçek anlamda 'ahlaki' olarak sınıflandırılamazlar."
Yalnızlığın ve umudun ne olduğunu tartışırken, tek başınalığın ve karamsarlığın ne olmadığını da irdelemiş oluyoruz kitabın sayfalarını çevirirken. Uzun yıllardır birçok kitabını döne dolaşa okuduğum sosyolog Zygmunt Bauman'dan büyük varoluşçu Soren Kierkegaard'a, son yıllarda pek çok kitabı dilimize kazandırılan Norveçli düşünür Lars Fr. H. Svendsen'den edebiyat ve kültür teorileri konusunda çok nitelikli eserler vermiş Terry Eagleton'a, dilimize çevrilen ilk kitabı Ruhun Yalnızlığı'ndan beri hayranlıkla okuduğum İtalyan psikiyatr Eugenio Borgna'dan Türk okurlarının kitaplarına gösterdiği ilgi sebebiyle fazlasıyla sevdiğini söyleyebileceğimiz Rollo May, Viktor Emil Frankl, Erich Fromm gibi psikoloji biliminin popüler isimlerine dek pek çok kaynaktan yararlanan, son derece akıcı ve güncel bir kitap sunmuş Erol Göka hoca. Bu isimlerle haddim olmayacak kadar ilgiliydim fakat Büyük Erdemler Risalesi adlı eseri senelerdir kitaplığımda dursa da bir türlü okuyamadığım Andre Comte-Sponville için hocaya teşekkür borçluyum. En yakın zamanda okumaya başlayacağım. Hatta dilimize çevrilen son kitabıyla başlayabilirim: Hayat Yaşamaya Değer.
"Acının iz bıraktığı bir çehrenin çizgilerini çözmek nasıl da zordur; o çehreyi çözmeye çalışmak, bir an olsun onunla kader birliği kurulmasıyla mümkündür" diyor İtalyan psikiyatr Eugenio Borgna. O hâlde birini anlamaya çalışmak: onun hem kaderine hem de kederine talip olmak. Erol hoca da şöyle diyor: “Öteki ihtiyacı, kimlik inşasında öyle önemli bir yerde durur, öyle bir rol üstlenir ki, onu kavrayamazsanız 'önyargı' ile birlikte birçok olguya da anlam veremezsiniz."
Hâlinden memnun musun sorusu yerine hâlin senden memnun mu sorusunu önemseyen bir kitap Yalnızlık ve Umut. Çünkü biz nereye gidersek hâlimiz de bizimle geliyor, nerede kaybolmuşsak hâlimiz de işte orada. Hocanın kitabını ciddiyetle okumalıyız çünkü: "Hayat yolumuzda yürürken önümüze baktığımız kadar hâlimize, içimize bakarak da yol almak zorundayız."
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder