15 Temmuz 2020 Çarşamba

Çok başarılı bir karakter inşası anlatısı

Bazı romanlar vardır, başarısı olay örgüsünün sürükleyiciliğinden, kurgusunun ardındaki zekadan gelir. Kiminin diline, üslubuna hayran olur, lezzetine doyamazsınız. Bazılarında da karakterler çok güzel işlenir, ilgi uyandırırlar ve anlatıyı en çok da o karakterleri merak ettiğiniz için okursunuz. Murat Uyurkulak’ın Can Yayınları'ndan çıkan son kitabı Delibo, benim için son sınıfta yer alıyor. Bu bağlamda Delibo için, bir karakter inşası anlatısı diyebilirim.

Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi.” diye başlıyor Uyurkulak’ın başka bir romanı olan Tol. Sanırım bu ilk cümle, Delibo’ya da bir epigraf olarak çok yakışırdı. Zira Delibo, yarım kalmış bir devrimin ve yarım kalmış bir aşkın da öyküsü aynı zamanda.

Konusunu kısaca özetleyecek olursak, İzmir’de mahallenin delisi diyebileceğimiz Delibo kaybolur. Çocukluk arkadaşından bir telefon alan Yusuf, uzun bir aradan sonra İzmir’e, baba ocağına geri döner. Çocukluk aşkı Yasemin de Delibo’yu arama ekibine katılanlar arasındadır. Sonrası İzmir sokaklarında, bitmek bilmeyen bir kovalamaca, geçmişten bugüne süregelen bir devrim hayali.

Hikayenin Delibo kısmı, önden söyleyelim, sadece genel anlatıyı oluşturabilmek için bir dekor olarak kullanılmış. Anlatının asıl kurgusu bir arayış içeriyor, doğru ama aslında Delibo değil aranan. Gençlik günleri, baba-oğul arasındaki ilişki, söylenememiş sözler, itiraf edilememiş aşklar, benlik sorgusu vs. Tam da bu nedenle, hikayenin sonunda Delibo’nun bulunması sahnesi çok zayıf kalmış. Roman bitecek, diğer konuları çözüme kavuşturdum, Delibo da vardı değil mi, hadi o konuyu da bağlayalım der gibi sığ bir şekilde kapatılmış. Kitaba adını verecek kadar önemsenen bir ögenin, kitabın içinde de hikayesinin daha güçlü olmasını beklerdim.

Gelelim hikayenin 3 bacağını oluşturan diğer karakterlere. Üçgenin tepe noktasında Yusuf var, diğer iki ayağında ise Yasemin ve Sefer.

Yusuf karakterini okurken biraz Hakan Günday karakterlerindeki tadı aldım ben. Belki de bu yüzden Yusuf’u daha çok sevdim. Yusuf, bir ana karakter olarak romanda bir kaybeden aslında. Ancak bu kaybeden olma hali, Yusuf’un başarısızlığından, eksikliğinden kaynaklı değil. Aksine, Yusuf istediğinde son derece başarılı olabiliyor. Okulda birincilikler alabiliyor, iyi bir edebiyat okuru olabiliyor, iyi dövüşebiliyor ama bu başarılar bile marazi bir hal taşıyor. Yusuf’un üzerine yanlış biçilmiş bir ceket gibi kalıyorlar. Doğrusunu kaybetmekte ve köşeye çekilmekte buluyor Yusuf ve öyle de yapıyor. Hapishanede geçen 6 yılın ardından, Konya’da son derece süssüz bir hayat sürüyor. Süssüz diyorum çünkü anlıyoruz ki hayat akıyor, dünya dönüyor ama Yusuf duruyor. Hayata karşı tek tepkisi tepkisizliği. Ta ki İzmir’e dönene kadar. İzmir’e döndüğünde, kaldığı yere geri dönüyor ve hesaplaşmaları başlıyor babası, Yasemin ve kendi gençliği ile.

İzmir’de onu bekleyenlerden biri babası Sefer. Edebiyat öğretmeni, devrime tutkuyla bağlı, fakir ama gururlu bir aşk adamı. Eşi ile boşandıktan sonra çocuklarından biri olan Yusuf’a canla başla bakmaya çalışan bir yalnız baba. Oğlu için çabalayan, ona rehber olmaya çalışan, sadece onun iyiliği için öğretmenlik dışında geceleri işçilik yapan bir baba. Ve nihayetinde oğlundan vazgeçmek zorunda kalan bir baba. Vazgeçmek zorunda kaldığı hayatındaki bir diğer önemli şeyse, her ne kadar hala çalışmaya ve umut etmeye devam etse de bir hayalden öteye gidemeyeceğini bildiği idealleri, devrim. O da bir kaybeden…

Ve ana karakterlerimizden sonuncusu Yasemin. Anlatının tek kazananı. Hovarda, gözü pek, sözünü sakınmayan bir kadın. Yusuf’la sosyal statü bağlamında aynı kaderi paylaşırken, babasına kalan miras ile sınıf atlayan, sonrasında ise ülkenin tamamının tanıdığı ve hayran olduğu bir oyuncu. Eğitim hayatının erken dönemlerinden itibaren hayaliydi oyuncu olmak ve bunu başaran, üstelik herkesçe bilinir olacak kadar başaran hırslı, tuttuğunu koparan bir kadın. Yusuf’un ilk aşkı. Yusuf’un koruyanı, kollayanı. Gidişiyle Yusuf’u bambaşka bir hayata sürükleyecek, Yusuf’u İzmir’e döndürebilecek, Yusuf’un hesaplaşmasını başlatabilecek kadar güçlü bir kadın.

Delibo’yu okurken, sadece akışı anlamında, bir koşturmacanın varlığını hissetmeniz nedeniyle ufak da olsa bir polisiye roman tadı alıyorsunuz. Ancak anlatının bütününe bir polisiye demek elbette doğru olmaz. Delibo, çok başarılı bir karakter romanı. Özet haliyle bu kitabı tanımlamam gerekse şunları söylemeliyim:

Kitap, sadece karakterleri anlatabilmek için, hikayenin mekan, olay ve zaman ögelerini çok başarılı bir şekilde malzeme olarak kullanmış. Anlatının bir ögesi böylesine öne çıkarken, ki inşa etmesi kolay bir yapı değildir bu, diğer ögeler bir destek kuvvet rolü görmüş. Elimize bir biyografi alıp okuyor gibi değiliz; olayları, flashback’leri öyle ustalıkla kullanmış ki yazar, bizde de karakterleri tanıma arzusu uyandırmış. Özetle Delibo, sade dili ve akıcı üslubuyla, polisiye tadı veren kurgusuyla, karakterlerin ilgi çekici özellikleriyle, geçmiş ve günümüz arasında gidip gelen yapısıyla, çok başarılı bir roman olmuş.

Feyza Gönüler
twitter.com/FeyzaGonuler

1 yorum:

  1. Kitapla tanışmam bu yazı ile olmuştu, ardından ilgimi çekip sipariş ettirdim ve okudum. Açıkçası kitabı okurken tatlı bir koşuşturma için e giriyorsunuz tıpkı yukarıda belirtildiği gibi.
    Çok sevilen romanlarda olduğu gibi bu kitapta da bulunan kitap kurdu kişiliği kitabı daha zengin hale getirmiş. Delibo'nun bu arayış serüveninde daha etkin bir rol almasını beklemiştim ama malesef yukarıda da belirttiğiniz gibi sonu çok açık bitirilmiş. Yazar üslübuyla ne kadar entelektüel olduğunu gösteriyor.

    Beni böyle güzel ve yeni bir romanla tanıştırdığınız için teşekkür ederim. Daha ilk otuz sayfasında bu kitap bi beşyüz sayfa olmalıymış dedim.

    YanıtlaSil