Onu okurken, sıradan coğrafyaları, sıradan keşfi ile sıra dışı hale getiren gözlem yeteneğine mi; dilinin şiirine mi kulak kesilmeli karar veremeden biten bir anlatıya eşlik edivermişiz bir de baktık ki.
Dikotomiden azade kalmayı becererek bunca çok renge bu ahengi yazma yetisine sahip yazar, “İbn Rüşd’ün Varlık Ve Bilgi Alanlarında İbn Sina’ya Yönelttiği Eleştiriler” üzerinden doktora yaparak, eğitimini felsefeyle mühürlemiş. Öğretmenlik, editörlük, radyoculuk… Bitmedi! Mevcutta halen İbn Haldun Üniversitesi’nde öğretim üyeliği, TRT 2 kanalında bir kültür-edebiyat programı, Nihayet adlı edebiyat dergisinin genel yayın yönetmenliği de bunlara ekleyelim.
Şiir, deneme, araştırma, çeviriler… Derken, Ahmet Kutlu’nun sözün düşüşünü ilk durduracaklar arasından seçtiği kalem. İbrahim Tenekeci’nin görüp geçirmekten çok merak etmekle kazanılmış “meraklı bir bilgelik ve tazelik” olarak tanımladığı şair, çevirmen, editör, radyo ve televizyon programı sunucusu… Tesadüf olamayacak çeşitliliğin ve estetiğin kaynakları ifşa oluyor böylece. Bu estetiğin son meyvesi ise Ahmet Murat Özel’in son kitabı olarak Avarelik Görgüsü adıyla Ketebe’den çıktı.
Söz kemale erince şiir olur demişler. Şiiri söz, sözü şiir bir yazarın, hikayelerden oluşan kitabının içinde egzistansiyalist felsefenin eşsiz serüvenini koklayarak ilerliyoruz. Ne lüzumundan çok melankoli, ne ruhu çekilmiş bir rasyonel! Kıvamlı bir bilgelik. Keyfimiz gıcır.
Yazar, Avarelik Görgüsü sahibi olmak üzerinden hayatı ortalamış. Ortaladığınca da anlatmış. Öyle ortadan hiç ayrılmayanlarla da karıştırmadan demlemek lazım ama okurken. Yedi kat yerin dibinde gezmiş, uzun yedi başlı ejderhalar midesinde. Ardından, yedi kat göğün seyr-ü süluk sefasında demlenmiş kısık ateşte. Ne varoluşsal sancısını acı ile tanımlayıp, delaletlerden erdem devşirdiği çukurlarda kalmış; ne “ötelerden haber” diye yapay bir uhreviyata süzülmüş. Yüzüne değişmeyen tebessümler takan botokslu ideolojilerden de dinlerden de arınmış. Ahmet Murat, “vasat” olanın neden yolların en güzeli olduğunu vasatlığından değil, vasatı seçen dehasından, midesindeki ejderhalardan, gök diye inleyenlerin fazlalarından dökülen sahteden öğrenmiş.
Naçizane bize geçen bu diyelim. Diyelim ki iddiamızdan vurulmayalım yine de dönüp. Buğday çuvallarının ergonomisine de gece uyuyamayanların dehşetli haline de keskin kokuları özlemenin memleket özlemek gibi bir tanıdıklık olduğu hasrete de ettiğimiz şehadetten, bize geçen bu!
Mesela, çocukluğu bir tren istasyonunun çevresinde geçen çocukların dünyanın durak olduğu keşfine yakın olmaları fikri, kitabınızı alıp alıp gittiğiniz kasaba istasyonunu severken, aslında sonsuz olanı sevdiğinizi gösterir size gözleriniz parlaya parlaya. “Aziz Nesin’lik bir hikaye yazılması içten bile değildi” dediğinden akıl önünden koca bir Türk sineması külliyatı geçirir. “Avarelik Görgüsü” denerken size gülenlere gülecek özgüveniniz yine o aynı çocukluğunuzdan çıkıp gelir. Kolonya, hani şu bildiğimiz kolonya, modernleşme ya da modernleşememe hikayemizin tepesine diklemesine bir ünlem gibi dikiliverir. Mushaf içine roman okuyan Hasan, kahramanlarınız arasına girer. Hiç sevmediğiniz bu vaaz dilini daha çok sevmezsiniz Hasan’ların hürmetine.
Orta olanı şah edip şahitlik edenlerin düsturudur bu: Türk dilindeki “h” harfine hırıltı katıp Arapça okunduğu zaman olmayanın, güdük kalanın ne olduğunu bilirler. Bu bilgiden mülhem, ılımlı popüler din dili ve pahalı derviş hırkalarıyla televizyonda süzülenlerde olmayanın da aynı şey olduğunu bilirler. Ne eksiğimizi giderelim dediysek gına getirecek drajede sunan aşırı insanların coğrafyasında bilmenin yükünü bilirler! İşte Ahmet Murat size, bunlara, tek başınıza tahammül etmediğinizin müjdesini verir. Yükünüzü hafifletir. Yüzünüzü gülümsetir.
Gurmelerin yatılılar arasından çıkmasının tesadüf olmayacağı gerçeği ise başlı başına bir yazı sebebidir!
Mavi Çınar
the.blue.gaia@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder