"Olabildiğince yalnız kalmalıyım. Hayatta başardığım ne varsa yalnızlığıma borçluyum."
- Franz Kafka
"Yalnız yaşayan bir insanın yapacağı tek şey; daha fazla yalnızlaşmaktır."
- E. M. Cioran
Edebi yapıtlarda, en çok işlenen konulardan biridir yalnızlık. ‘Olmak’ maruz kalmaktır der üstat Cioran. Bu kitapta ‘Olmak ’an itibarıyla yalnız kalmaktır. İyi yazılanlar hep iyi bir yalnızlık eseridir. Yalnız olmayan yazamaz, yazamayan yalnız olamaz. Hep bir kendine, yani yalnızlığa kaçıştır yazmak eylemi. En önemli eserlerden; en önemli, kıymetli bir yalnızlık akar. Bunu görmek için de yalnızlığın ne olduğunu bilmek, onu yaşamak, hissetmek, var olduğunun bilincinde olmak şarttır.
Efendim, yazı dünyasına harika eserler kazandırmak için adeta ant içmiş, durmadan, yılmadan, yorulmadan, çalışan bir yayınevi olan Jaguar; yine nefis bir eser sunuyor bizlere. Yukarıda anlaşıldığı üzere yalnızlık, kalabalıklar arasında olan bir yanlıkla; edibin yalnızlığıyla karşı karşıyayız. Büyük yazar, Sergio Chejfec’in dünyası; biz okuyan, yazan, araştıran, merak eden, didinen insanlara yabancı gelmeyecektir. Bu dünya tanıdık, bize yakın, bizimle olan bir dünya. Yazarın kendi dünyası çok farklı olmasa gerek, kitaptan. O zaman Benim İki Dünyam, başta yazarın sonra da hepimiz dünyasıdır. Görebiliyoruz, hissedebiliyoruz, anlayabiliyoruz…
Yazarın yaşı olur mu bilmiyorum. Yazarın yaşı; yazdıkları, okudukları ve hissettikleridir, şüphesiz. Elli yaşında olsun yazarımız, kahramanımız. Bir kitap fuarı için yolu düşer, bir konferans için. Kendini şehirde yürüyerek bulur sürekli. Yeni insanları, parkları, caddeleri, hayvanları keşfetme peşine düşer. Keşfettikçe geriye düşer, geriden gelir. Ne yaptığınız bilemez halde sadece yürür, izler ve gözlemler. İzlemesi yetmez çoğu yerde. Gözlemlemesi de gerekiyor, gidip gelmeler arasında gözlemlemek lazım.
Gözlemek ve yürümek, metafizik kaygılarının odak noktasına yerleşir bir yerden sonra. O zaman iki benliğinin farkına varır yazar. Kendisi yürüyen kişi midir? Hayalinde, geçmiş ile gelecek arasında durmadan beynini kemiren, etrafına anlam yüklemek için; eşyadan, kendinden, insanlardan, ülkeden, dünyadan uzaklaşan ama aslında pek de uzaklaşamayan kişi midir? Yoksa her ikisi mi? Her iki dünya mı veyahut. Kendisinin olduğu ve de olamadığı dünya. Var ile yok arasındaki dünya…
Somut gerçekçiliğin ve soyut varlığın iç içe geçtiği bu kitapta, isimsiz yazar- kahramanımızla yol almak zaman zaman rahatsız edici olduğunu da, yazar-kahramanımızı anlamaktan zorluk çekebileceğimizi de bir yerden sonra anlıyoruz. Bu tespit, yalnızlığınızın ve ona yüklediğiniz anlam ölçüsünde değer kazandığını da özellikle belirtmek istiyorum. Anlamak, empati gerektiriyorsa eğer bunu bu kitapta yaşamadan elde edemeyeceğiniz bir şey olduğunu da söylemem gerekiyor.
Hasan Ali Toptaş bir söyleyişinde “Edebiyatın merkezi dildir” demişti. Benim İki Dünyam'ı okurken kelimenin tam anlamıyla nefis bir dil şöleni ile karşı karşıya olduğunuzu daha ilk sayfada anlıyorsunuz. Tabi ki burada, kitabın çevirmeni Bülent Kale’nin büyük emeğinin katkısı çok çok büyüktür. Bunu söylemeden geçemeyeceğim: Dillin lezzeti, kurgunun iskeletidir. Bunu herkesin anlamasını da bekleyemeyiz, ama bunu doğruluğunu kaleme, yazıya ve en önemlisi de okumaya gönül veren herkesin çok iyi bildiğinin farkındayım.
Fazla söze ne hacet, dillin mükemmelliği, kurgunun nefis ilerleyişi, yalnızlığı somut gerçekliği, gözlemenin verdiği rahatsızlığı, var oluşun metafiziksel sancısı… Sanatta, yazıya, okumaya ve insana dair çoğu şey bu kitapta sizi bekliyor.
Bu kadar kıymetli eserleri yayın dünyasına kazandıran yayınevleri, bu kitapların hakkıyla okuyanlar için ne büyük hizmetler verdiğini her kaliteli çeviri sonrasında bir kere daha anlıyordur. Yazana, çevirene, çevirtene, okuyana selamlar olsun...
Doğan Yalçın
twitter.com/emsar4949
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder