Romanlarda tarihi kişiliklere bir kurgu içerisinde yer verilmesini seviyorum. Bu kişiler özellikle kendi alanımla ilgili olduğunda daha da dikkatimi çekiyor. Örneğin psikoterapist Irwin Yalom’un Nietzsche Ağladığında romanı benim için özel kitaplardan biridir. Tütüncü Çırağı’nı okuma sebebim ise, ne son dönemlerin en önemli Alman yazarlarından olan Robert Seethaler’in kaleminden çıkmış olması ne de kitap hakkında birçok olumlu yorum yapılmış olmasıydı. Tek sebebi, romanın kahramanlarından birinin psikoterapinin temeli psikanalitik psikolojinin babası olan Sigmund Freud’un olmasıydı.
“Salzkammergut şehri, 1937 yazının sonlarına doğru bir pazar sabahı güne alışılmadık, şiddetli bir fırtınayla uyandı. Bu fırtına, Franz Huchel’in o güne dek kendi hâlinde akıp giden huzurlu hayatında yaşanacak aynı şekilde ani, sonuçları bakımından ciddi, köklü bir değişimin habercisi gibiydi.”
Jaguar Kitap’tan geçtiğimiz ekim ayında yayımlanan Tütüncü Çırağı, başkahraman Franz’ın, Viyana’nın, Avrupa’nın ve Freud’un kişiliklerinin veya hayatlarının değişimini konu ediniyor ve 1937-1938 yıllarını kapsıyor. Hitler’in ve Nazilerin gücünü iyice hissettirmeye başladığı ve İkinci Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin işitildiği zamanları yani.
Yukarıdaki cümlelerle başlayan roman, Franz’ın değişiminin ilk habercisidir. Yaşadıkları köyde çıkan şiddetli fırtına sonucu Franz ve annesi Bayan Huchel’in yaşamlarını devam ettirmelerini sağlayan adamın ölmesiyle, annesi Franz’ı Viyana’ya, eski bir tanıdığı ve aynı zamanda tütün satıcısı olan Otto Trsnjek’in yanına çalışması için gönderir. Franz’ın hayatı bu noktadan sonra değişecektir. Köydeki hayatından tamamen farklı bir şehir hayatına başlayan Franz, ustasının da çabalarıyla işi öğrenmeye başlar. Oldukça da gayretlidir ve dükkâna gelen müşterileri ezberlemeye, ne alacaklarını aklında tutmaya çalışır. Dükkânın müşterilerinden biri de o zamanlar 80 yaşlarında bir Yahudi olan ve dükkânın karşı sokağında oturan Sigmund Freud’dur. Bu isme aşina olan Franz, onunla ilk karşılaşmasından sonra ondan kopmaz ve 17 yaşındaki bir delikanlıyla 80 yaşındaki ihtiyarın dostluğu başlar. Freud’un, Yahudi olduğu için mecburen Londra’ya taşınmasına kadar bu dostluk gerek Freud’un evinde gerek Viyana’nın şehir parkındaki gezintilerle devam eder.
Kitabın ikinci kolunu oluşturan kısım Freud’un Franz’a tavsiyelerinden biri olan, kendine bir kız bul öğüdüdür. Anezka adında bir kıza âşık olan Franz, tek taraflı olan ve ara ara görüşmelerle devam eden bu aşkı da sonuna kadar yaşayacaktır. Kitabın esas konusunu bu ilginç aşk hikâyesi oluşturur ancak kesinlikle basit bir aşk romanı diyemeyiz. Franz’ın etrafında dönen olayların oluşturduğu bütüncül bir kitaptır Tütüncü Çırağı. Bir taraftan Freud’la görüşmeler, bir yandan Anezka’yla karşılıksız bir ilişki, diğer taraftan Yahudilere karşı artan nefret Franz’ı kuşatan olaylardır ve bu olaylardan nasibini, tütüncü dükkânı da alır:
“Otto Trsnjek sabah saat tam altıda dükkânı açmaya geldiğinde tek kelime etmedi. Suskun bir şekilde etrafı, yani girişin üzerine yamuk bir şekilde karalanmış olan YAHUDİLER BURADAN ALIŞVERİŞ YAPIYOR yazısını, kovalarla dökülmüş pisliği, cam kırıklarını, kanı, tavuk kafalarını, tezgâhın üzerindeki kokmuş bağırsak yığınını ve camsız vitrinin köşesine iki büklüm vaziyette oturup gözlerini kaldırıma dikmiş olan çırağı Franz’ı inceledi.”
Kitabın esas konusu aşk olsa da arka planında Nazi şiddeti ve gestapo zulmü var fakat bu okuduğum diğer İkinci Dünya Savaşı zamanında geçen romanlardaki kadar şiddetli hissedilmiyor. Gestaponun şehri ele geçirişi, en önemli yerleri kendi merkezi olarak kullanması, sorgusuz sualsiz alınıp işkencede öldürülenler, tutuklamalar, en yakın komşusunu bile ihbar edenler var fakat bu durumu yazar çok şiddetli göstermemiş. Freud’un ayrıldığı zaman, Nazilerin şiddetinin zirvede olduğu zaman değil, yükselmeye başlayan zamandır. Belki de bu yüzden olayların başlangıcı olduğu için bu şiddetin tam anlamıyla aktarılmadığını söyleyebiliriz. Yazarın, Freud’un görüşleri olarak aktardığı Avrupa’nın durumu hakkındaki malumat da bunu destekler niteliktedir:
“Dünyada şu an olup bitenler bir tümör, bir ülser, yakında patlayıp içindekileri bütün Batı medeniyetinin üzerine boca edecek olan iltihaplanmış, kokuşmuş bir veba kabarcığından başka bir şey değil.”
Franz’ın kişiliğini iyi çizmiş yazar. Duygusal bir karakter olarak karşımıza çıkan Franz’ın psikolojisini başlarda çok net olmasa da sonraları daha net yansıtmış kitaba. Freud’u da yoğunlukla psikoterapi kimliğiyle değil, hayattan yorulmuş bir ihtiyar olarak görüyoruz daha çok. Eğer Freud’a, Franz’la ortak sahnelerde veya tek başına daha çok kısım ayrılsaydı kitap çok daha başarılı olurdu. Çünkü kitabın en ilgi çekici kısımları Freud’la Franz’ın konuşmalarıydı.
Oktay Değirmenci’nin başarılı çevirisiyle okuduğumuz Tütüncü Çırağı, bir dönem romanı sayılabilir. Fakat sadece dönem romanı diyemeyiz, bir değişim romanıdır. Franz’ın değişimi, Viyana’nın ve Avrupa’nın sosyal yapısının değişimi, hatta Freud’un değişimi. Eksikleri olsa da bu kadar sevilmeyi ve olumlu yorumlar almayı gerçekten hak edecek bir roman. Yazarın Türkçeye, Tütüncü Çırağı’ndan önce Bütün Bir Ömür adlı kitabı çevrilmişti. Sonrasında Tütüncü Çırağı da çok geçmeden dilimize kazandırıldı. Muhtemelen diğer kitapları da yakın zamanlarda dilimize kazandırılacaktır. Bunu hak ediyor çünkü.
Mehmet Akif Öztürk
twitter.com/OzturkMakif10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder