İşçi, emek, sendika denildiğinde ilk akla gelen sol tandanslı ideolojiler oluyor. Bu kavramlar sosyalizmin tekelindeymiş gibi bir düşünce dogmatikleşmiş durumda. Bu düşüncenin oluşmasında sağ ve muhafazakâr eğilimlerin payı muhakkak çok büyük lakin sol ideolojilerin temel dinamiği olan çatışmacı kurama dayalı söylem ve eylemleri de bir o kadar etkin. Sağ eğilimler (kendilerince) ‘uzlaşmacı’ tavırları sebebiyle iktidar ve sermayeyle uyumlu şekilde ilişkilendirilirken, sol eğilimler ‘muhalif’ tavırları nedeniyle iktidar ve sermayenin karşısında konumlandırılmışlardır. Sağ eğilimin duruşu iktidar ve sermayenin lehine yorumlanırken, solun tavrı işçinin ve emeğin hakkını korumaya endeksli hale getirilmiştir. Dolayısıyla, işçi ve emek söz konusu olduğunda bu kavramların daha çok sol eğilimlerin lehine ilişkilendirilmesi -bir anlamda- doğal bir sonuç.
Yukarıdaki değerlendirme her alanda olduğu gibi Batı merkezli bir paradigma ile gerçekleştirilmek zorunda! Zira Batı dışı toplumların ama özellikle Müslümanların her konuda olduğu gibi bu konuda da diyecek pek bir şeyi bulunmuyor. Kötü bir mukallidi olduğumuz Batılı paradigmanın onulmaz takipçileri olarak işçi, emek ve sendika konularında da onların ağzına bakıyoruz. Kurumlarımız, yapılanmasından söylemlerine ve eylemlerine kadar tümüyle taklitten oluşuyor. Bu durumun getirisi olarak, sol ideolojileri bu konularda yetkin kabul eden ‘elit’ bir anlayış bizde de bulunuyor. Bu ‘üst’ anlayışa göre sağ ve muhafazakâr kanat itiraz edemez, hak arayamaz, hakkı teslim edemez. Çünkü Batı’da öyle olmuştur! Bunlardan öte, kendimizi muhafazakâr, sağ ve sol gibi Batı’nın kavramlarıyla tanımlıyor olmamızın başka bir anlam dünyası çıkarmasını düşünmek zaten abes olacaktır. Gelinen aşamada bu paradigmanın mahkûmu olmaktan ziyade meftunuyuz.
Karakum Yayınları tarafından neşredilen İsyan ile İtaat Arasında adlı kitap, Türkiye özelinde bir sendikalaşma tipini ele alıyor. Arafta Bir Sendikal Hareket alt başlığıyla sunulan eser Kemal Temel’e ait. İki yüz elli sayfalık eserde, akademik bir çalışmanın kitaplaştırılması olduğundan çok fazla detay ve tekrar var diyebilirim. Fakat asıl önemli olan çalışmanın temele aldığı konu. Yukarıda da değinildiği gibi işçi, emek ve sendika sol ideolojilerin arka bahçesi haline getirilmiş durumda iken, sağ ideolojiden ziyade İslamcı bir hareketin bu konuda nereye tekabül ettiği önemli bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Kemal Temel çalışmasında bu konuyu ele alarak, Türkiye’deki siyasi gelişmeler ışığında Hak-İş’in ortaya çıkmasında etkin olan unsurlar, kuruluş süreci, kurumsal yapısı, zihniyeti ve geçirdiği değişimleri İslamcılık hareketiyle ve toplumsal dönüşümle bağlantılı olarak değerlendirmiş.
Eser üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde konuyu çerçevelemek adına İslamcılık değerlendiriliyor. İslamcılık Nedir? Dünden Bugüne Değişen İslamcılık adını taşıyan bölümde Osmanlı’nın son dönemine yapılan atıflar mevcut. Fakat bölümün asıl konusu Cumhuriyet dönemindeki İslamcılık hareketleri. Döneme dair İslamcılık hareketi siyasi ve iktisadi olarak ele alınarak İslamcılık ile muhafazakârlığın örtüşüp örtüşmediği değerlendiriliyor. Yapılan değerlendirmede, çok partili döneme kadar fazla bir varlık gösteremeyen İslamcılık hareketinin 1950’lerden itibaren yükselen bir ivme kazandığı görülüyor. Hareket, 1960’ların sonlarında sağ ve muhafazakâr eğilimle kısmen ayrışarak kendi yatağını buluyor denilebilir. 1970’ler siyasi açıdan biraz sıkıntılı geçse de taşların yerine oturduğu dönemdir. 1980’li yıllar darbenin de etkisiyle İslamcılar için biraz pasif geçmiştir fakat sağa yaklaştırılmaya çalışılan İslami eğilimin desteklendiği görülüyor. Geçen süreçte İslamcılığın siyasi ve sendikal tutumunda bazı değişimler ve yumuşama eğilimleri görülmüştür ancak özellikle söylem ilk dönemin sert tavrını korumaktadır. Asıl değişim ve dönüşüm ise 1990’lı yıllarda kendini göstermiştir. Bu yıllardan itibaren gerek söylem gerekse eylemde farklı bir aşamaya geçilmiş, daha kapsayıcı bir yöntem uygulanmaya başlanmıştır. Siyasi alanda elde edilen görece başarı da bu değişim ve dönüşümden sonra gelmiştir. Değişimdeki en önemli etken toplumun -ya da tabanın- talepleridir. Kemal Temel bu süreci ülkenin gidişatı ve siyasi partilerin tutumlarını ele alarak değerlendiriyor.
Türkiye’de Sendikal Hareket ve İslamcılığa Bakış ismini taşıyan ikinci bölüm, sendikal hareketlerin ortaya çıkışından itibaren 1990’lı yılların ortalarına kadar geçen süreci değerlendiriyor. Burada Osmanlı’nın konuya bakışının öneminin altını çizmek gerekiyor zira bu durum sonraki dönemin konuya yaklaşımını da önemli derecede etkiliyor. Devletin işçi ve sendikalaşmaya tedrici bakışı bir yana, gerek Osmanlı’nın son dönemi gerekse Cumhuriyet’in ilk yıllarında işçi konusunun çok fazla bir ağırlığı yok. Bunun başlıca sebebi Batı’daki gibi bir işçi sınıfının oluşmamış olması olarak değerlendiriliyor. İşçi konusu özellikle 1950’lerden sonraki nispi sanayileşme ve tarımdaki gelişmeler sonrası kendinden söz ettiriyor. Bu bağlamda ilk olarak (yine Batı’da olduğu gibi) sol ideolojiler kendini gösterse de toplumsal farklılık nedeniyle farklı bir yapılanmaya ihtiyaç hissediliyor. Bu boşluğu dolduracak olan ise, dini duyarlılığı olan kişilerin kurduğu sendikaların bir araya gelerek oluşturacağı Hak-İş oluşumu. Sürecin en önemli yanı, dini hassasiyeti olan işçi ve sendikal hareketlerin, aynı hassasiyete sahip olanların yürüttüğü siyasi gelişmeler ile paralel bir seyir arz etmesi. İslamcılık hareketinin siyasi kanadı ile sendikal yapılanması birbiriyle irtibat halinde ve eşzamanlı gelişim gösteriyor.
Burada söz edilmesi gereken bir diğer önemli durum, sendikal hareketin halk nezdindeki imajı. Sol ideolojilerin militarizme kayan sert söylem ve eylemleri sendikal hareketlerde de kendini gösterdiğinden toplumun sağcı, muhafazakâr, demokrat, liberal ve İslamcı diye tabir edilen kesimleri bu yapılara mesafeli yaklaşıyor. Bu tutum aslında (bugün bile) toplumun konuya bakış açısını göstermesi açısından manidar. Ortaya çıkan boşluğun doldurulması adına özellikle Anadolu’nun belirli yerlerinde başlayan İslamcıların sendikal hareketleri önemli bir karşılık buluyor. Kemal Temel, benzer bir yapılanmanın İslamcılığın siyasi kanadında da görülmesinin tesadüf olmadığını, sürecin aşağı yukarı aynı gittiğini ve görünür etkileşimlerinin 12 Eylül’e kadar devam ettiğini belirtiyor. Cumhuriyetin katı modernleştirici politikalarını tabana ve özellikle taşraya yaymayı başaramaması 1950’li yıllardan itibaren bu kesimlerle ilişkiyi kurabilen oluşumların başarılı olmasına neden olmuştur. Dolayısıyla hem İslamcılığın siyasi kanadı hem de sendikal hareketi toplumda görülen bir talebin karşılığı olarak kendini göstermiştir. Var olan siyasi ve sendikal yapılanmaların toplumun tümünü kucaklamıyor oluşu ve/veya toplumun bu tür yapıların kendisini temsil etmediğini düşünmesi bunda etkindir. Gelen nispi başarı ise güçlenmeyi beraberinde getirmiştir.
Üçüncü bölüm, Türkiye Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Hak-İş) Alternatif Mücadele Pratikleri başlığını taşıyor. Kemal Temel, değişen üretim biçiminin süreç ve sonuçlarını Cumhuriyet tarihindeki göçler sonucunda değişen toplumsal yapıyla ilişkilendirerek değerlendiriyor. Türkiye’de sendikal harekete bakışın da değerlendirildiği bu bölümde, toplum tarafından sol tavrın çatışmacı olarak ele alındığı, İslamcı sendikal hareketin ise uzlaşmacı olarak tanımlandığı belirtiliyor. Hak-İş hakkındaki bu yargının hem solcu kesim hem de İslamcı kesim tarafından olumsuz olarak değerlendirildiğini belirten Temel’e göre, solcu kesim Hak-İş’i iktidar ve sermayenin istediği gibi hareket ederek işçi ve emeğin aleyhine çalışmakla itham ediyor. Özellikle işyeri sahibi İslamcılar ise Hak-İş’in durumunun (sendikalaşmanın) dinen caiz olup olmadığını sorgulayarak sıcak bakmadıklarını gösteriyorlar. Dindar işyeri sahiplerinin asıl amacının mümkün olduğunca sendikalaşmamak olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bu konuda Hak-İş için olumlu görüş belirten tek grubun işçiler olduğu görülüyor. İşçilerin kendileri gibi insanları muhatap olarak görmeleri onları desteklemelerinde etkili oluyor. İşçiler bu anlamda sol sendikalarla aynı iletişimi kuramıyor. Ortaya çıkan bu tablo Hak-İş yöneticileri ve sendika üyelerinin görüşleriyle de destekleniyor. Bu durumun sadece sendikal hareketlerle sınırlı olmadığını belirten Temel, toplumun kendinden gördüğü siyasi yapılara karşı da aynı tutumu sergilediğini belirtiyor.
Cumhuriyet dönemindeki gelişmelerin (özellikle göçler ve görece sanayileşmenin) yeni bir işçi sınıfını oluşturduğunu ve bu sınıfın ortak paydasının din oluşunun altını çizen Temel, dinin bu topluluğu bir arada tutmada bir tutkal görevi gördüğünü belirtiyor. Bununla birlikte, İslamcılık hareketinin gerek siyasi gerekse sendikal yapılanmalarının dini kullanıp kullanmadığı gibi bir soruyla da karşı karşıya kalıyoruz. Esasında tüm çalışma boyunca bu sorgulamayı görmek mümkün. İslamcılık hareketi dini araçsallaştırmış mıdır yoksa icraatları doğal bir gelişmenin (talebin) sonucu olarak ortaya çıkmış mıdır sorusu alt metinde kendini gösteriyor. Bu soruya net bir yanıt vermek güç. Zira Temel’in çalışması, Hak-İş’in ortaya çıktığı yıllar ile geldiği noktadaki tutumunun oldukça değiştiğini gösteriyor. İlk ortaya çıktığında sloganik ve militarist bir söylemi bulunan sendika 1990’lı yıllara geldiğinde demokrasiyi önemseyen, Batı’ya dönük, ılımlı ve uzlaşmacı bir yöntemi benimsiyor. Hak-İş’in geçirdiği değişim ya da dönüşüm üzerinde durulması gereken bir detay. Bu tutum İslamcılığın siyasi kanadı için de geçerlidir. Değişme gösteren bu durum toplumun geçirdiği dönüşümü gösteriyor denilebilir. Temel’e göre bu değişimi toplumsal talebin kurumsal yapılara bir yansıması olarak okumak mümkün. Bu aşamada din yaşam standardını desteklediği ölçüde dikkate alınıyor da denilebilir. Örneğin Hak-İş, işçi ve emek savunması konusunda belirleyici olanın (dinin de cevaz verdiği) evrensel değerleri öne çekerek kapsayıcı bir anlayış ortaya koymaya çalışıyor. Bu tutumun karşılığını dindar olmayan kesimlerin de Hak-İş’e itibar etmesiyle alıyor denilebilir. Diğer yandan, hak ve adaleti gözeten bir dinin müntesiplerince en üst perdeden savunulması gereken işçi ve emek hakkı mücadelesinin Müslümanlar açısından yaşam standartlarını yükseltme kıstasıyla sınırlandırılması ilginç bir detay olarak belirtmek gerekiyor. Bu tutum, toplumun eğilimlerini belirleyenin dinden ziyade yaşam standartları olduğunu gösteriyor. Kemal Temel’in çalışması Müslümanların geçen yüzyıl içinde geçirdiği aşamalara dair sadece siyasi ve sendikal açıdan değil sosyolojik açıdan da veriler sunuyor. Ayrıca alanında çok fazla çalışma olmaması eseri değerli kılan önemli bir etken. Kitapta, İslamcılığın 2000’lerden sonraki siyasi, sendikal ve toplumsal sürecine değinilmemiş olması önemli bir eksiklik diyebilirim.
Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder