Her gün kendini öldürme fikriyle geçen bir çocukluk, sürekli
“gitme” arzusuyla yaşayan bir kız çocuğu, evden uzaklaşmak için yapılan bir
evlilik ve soğuk hastane odaları...
“Neden bunalımları çözümleyemiyoruz? Neden dost olmadan,
erkek-kadın, karı-koca olmaya çabalıyoruz?” diyor Tezer Özlü Çocukluğun Soğuk Geceleri kitabında. Bunu sorgularken de bir yandan her
cümlesiyle bir kadının bunalımını çözümleyip okurun üstüne atıyor. Sanki “ben
başa çıkamadım, sen olsan ne yapardın?” dermişçesine...
Çocukluktan biriktirdiğimiz anılar dizimizdeki, çenemizin
altındaki yara izleri gibi, kendi geçse de izleriyle yaşamak zorunda bırakıyor
bizi. Tezer Özlü de o anıları farklı hastanelerde, aynı ilaçlarla, aynı elektroşoklarla biriktirmiş usta bir yazar.
Hastanelerin insanları iyileştirmediğini, aksine daha da kötü bir hale getirdiğini savunuyor. Çünkü ona göre “sinir hastalığı da bulaşıcı bir şey. Hem öyle mikrop almakla değil, bir insanın umutsuzluğunu derinden algılamakla bile geçebilir.”
Özlü’nün umutsuzluğu onunla birlikte çıktığınız bu ufak yolculukta size geçiyor. Ama kitabı bitirince bu yol arkadaşından size kalan tek şey her şeye rağmen sonunda “güzel” olanı bulma umudu oluyor.
“Bizi saran sıcaklığın. Soğuyan gecelerin. Ve geceleri bürüyen yıldızların. İki insanın sarılarak geçirdiği bu sarsıntı özü olmalı evrenin. Sonsuza dek varan, var eden, yaşatan, yaşamı ileri doğru devreden bu birleşme.”
Ümran Kio
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder