Geçenlerde, yoğun gündelik hayatımın nefes alma molalarımın birinde internette gezerken, bir kitap paylaşım sitesinde "
Ölmeden Önce Okunacak 100 Kitap" konulu bir tartışmaya rastladım. Merakıma hakim olamayıp açtığım bu listenin 3. sırasında gördüğüm bir kitap beni hem çok şaşırttı, hem sevindirdi, hem içim cız etti..
Kürk Mantolu Madonna..
Sabahattin Ali’nin daha çok
Kuyucaklı Yusuf ile bilinmesine karşın, benim okuduğum ilk kitabı..
Karşılaştığım kurgu biçimi ve bildiğimiz hikayecilik yapısından farklı oluşu, diğer eserlerini de severek okumaya devam etmemi sağladı yazarın. Çünkü farklıydı bu adam, "
toplumcu yazar" havasından çok yapıtlarında 19. yy Rus anlatı edebiyatının, ve
Dostoyevski-
Gogol gibi üstatların çağrışımlarını taşımaktaydı. Ama nedense böyle çok iyi yazarlar ardında çok uzun bir liste bırakmadan gidiyorlar dünyadan,
Oğuz Atay gibi..
Sabahattin Ali’yi görünce içim cız etti dedim, çünkü Kürk Mantolu Madonna’yı elime her aldığımda "
Keşke okunacak daha çok kitabı olsaydı.." diyorum. "
Keşke yazar, düşünce suçundan hüküm giyip ölüme mahkum edilmeden önce benim için birkaç satır daha yazabilseydi.."
Kitap iki bölümden oluşuyor. Anlatıcının Raif Efendi’yi izleyip bize tanıttığı ilk bölüm ve eline geçen not defteri ile birlikte asıl kahramanın olayları kendi kaleminden anlattığı ikinci bölüm.
İlk yarıda beklediğim sarsıcı aşk hikayesini aradı durdu gözlerim. Hatta aradığımı bulamayınca kızdım bile.. Ama Sabahattin Ali’nin hayata ve insanlara, onarlın ruh hallerine dair anlatımının ve tahlillerinin gerçek hayattakilerle ne kadar iç içe olduğunu görünce keyfim yerine gelmedi değil..
Sendelemeden yazan bir yazar Sabahattin Ali. Zaten bence kitabı bu kadar kaliteli kılan yazarın kaleminin böyle güçlü oluşu ve düşüncelerini bu denli isabetli betimleyişi..
Örneğin kitapta geçen Raif Efendi’nin Almanya tasvirleri, fabrikadaki ruh hallerini anlatışı; yazarın Berlin’de kaldığı 2 yıllık öğrencilik döneminin anılarını nasıl yazıya geçirebildiğinin bir kanıtı.
Kısaca, hani bazı kitapların çok beğendiğiniz cümlelerinin altını çizersiniz ya, bu kitabı boydan boya karalayasım geldi desem abartmış olmam herhalde...
Gelelim kitabın asıl konusu olan "
Kürk Mantolu Madonna" aşkıyla başlayan Raif Efendi ve Maria Puder’in tutkulu ilişkilerine.
Metin Erksan’ın "
Sevmek Zamanı" filmini izleyeniniz varsa; Raif Efendi’nin kendisine : "
Seni deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum.." diyen Maria’sıyla tanışmadan önceki Kürk Mantolu Madonna tablosuna olan hayranlığını, Sevmek Zamanı’ndaki Halil’in Meral’in resmine aşık oluşuna benzetecektir.
Fakat, kitapta anlatılan bu aşkta tam olarak aradığımı bulduğumu söyleyemem. Raif Efendi’nin resimdekine benzer kadını bulunca hislerinin tamamen ona yönelmesi ve Kürk Mantolu Madonna’nın sadece bir araç olarak romanda kalışı biraz hayal kırıklığına uğrattı beni.
Romanın bundan sonraki kısmı bir Türk Filmi havasında devam ediyor. Olayların bu kısma nerdeyse 100. sayfalara doğru gelmesine karşın, yazar okuyucuyu hala elinde tutmayı başarabiliyor. Peki nedir bu kitabı özel kılan? Beni cezbeden tek şey, Sabahattin Ali’nin kişilerin duygusal ve psikolojik durumunu iliklerine kadar hissettirerek vermesi.. Raif Efendi’nin sevgilisinden ayrıldıktan sonraki 10 yıl boyunca hayata karşı soğuk ve hissiz duruşu, ancak böyle başarılı bir şekilde betimlenebilirdi bence..
Tabi, bir de aşk var yoğunlukla.. "
Şimdi ben gidiyorum, fakat ne zaman çağırırsan gelirim, nereye çağırırsan gelirim.." cümleleri, her ne kadar kitaptaki aşkı çok sarsıcı bulmasam da hüzünlendirdi beni..
Kürk Mantolu Madonna, benim "
Ölmeden Önce Okunacak 100 Kitabım" listemde üçüncü sırayı alacak kadar olmasa da, kişilik tahlilleri ve nefis tasvirleriyle gönlümü kazanan acıklı ve yoğun bir roman. Okumanızı kesinlikle tavsiye ettiğim bu kitabı bitirdiğinizde, bakalım siz ne düşüneceksiniz Raif Efendi’nin yaşadıkları ve yazdıkları hakkında?..
Hilal Yıldırım