Sermet Muhtar Alus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sermet Muhtar Alus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Ekim 2024 Pazartesi

“Ellerini bağlama, gece aynaya bakma…”

Sermet Muhtar Alus, eski İstanbul’a dair hemen her konuda yazmış bir isim. O, mazinin sayfalarını bize açarken her sokağı adımlamış, her evin yaşantısını izlemiş, mevsimlerden insan tiplerine kadar her konuyla ilgilenmiş. Bitmek bilmez bir merak, yorulmak bilmez bir araştırma meziyeti görüyoruz Alus’un metinlerinde. Burada dikkati çeken bir başka önemli şey de bir insan hafızasının bu kadar hatırayı nasıl depo edebildiği. Yeme içme kültüründen okullara, sokak satıcılarından tanınmış ya da mahalleler arasında iz bırakmış şahsiyetlere, matbuat hayatından bayram günlerine kadar İstanbul’u didik didik etmiş bir yazar olan Alus’un kalem bereketine gün geçtikçe daha çok şaşırıyoruz. Büyüyen Yayınları, Sermet Muhtar Alus İstanbul Kitaplığı adı altında şimdiye kadar pek çok çalışmayı meraklı okurlara sundu, sunmaya da devam ediyor. Bu çalışmalardan birisi de Eski İstanbul’da Derin İlimler.

1931-1963 yıllarını kapsayan metinlerde Alus; nazar, büyü, uğur, niyet, falcılar, rüya tabirleri, hipnotizma, kıyafetname ve kocakarı rivayetlerine kadar günümüzde de yoğun rağbet gören alanlara dalmış. Bizim toplumumuzda nazar ve büyü, ‘popülaritesini’ asla kaybetmemiş meseleler. Ticaretin aksaklık yaşayanlar, kendine eş bulamayanlar, derslerinde başarılı olamayanlar, sık sık hasta olanlar, evliliğinde bir türlü saadete kavuşamayanlar için başvurulan iki yol vardır: nazardan korunma, büyü bozma. Elbette bunlar için önce ‘baktırmak’ gerekir. Bu baktırma işlemi bazen nefesi kuvvetli bir hocaya, bazen de falcılığıyla ün salmış birine yaptırılır. Nazarın etkisini hafifletip ortadan kaldırmak, büyüyü bozmak için oradan oraya savrulan insanlar bazen paralarını, bazen de zamanlarını kaybederler. Peki başarıya ulaşanlar yok mudur? Elbette vardır. Bunlar da daha çok güvenli yolu tercih edenler arasından çıkar. Yani geçmişten bugüne uygulanan, cevaz verilen, Kur’an ayetleri ve dualarla süslenmiş çeşit çeşit zırhlar. Yanına kimi zaman okunmuş sular, muskalar, yakılması gereken bitkiler veya tütsüler de eklenir.

Alus’un gözlemleri ve notları arasında gezinirken, bu dertlerin insanların içini kemirdiğini ve dolayısıyla çaresiz kalmamak için oradan oraya koşturduğunu görmek mümkün. Onun esprili anlatımıyla, okunan metin hayal gücümüzün etkisiyle bir diziye, filme dönüşebiliyor. Mesela, nazarın şiddetinden korunmak için “Hurma çekirdeğinden lalın, beş pençe mavi mavi boncuk, kaplumbağa yavrusu, yirmi yedilik ve maşallah yazılı armudiye altını, şap ile mazı, maî beze dikili nohut (nazar değerse nohut çatlarmış)” üstte taşınacaklar arasında. Olumsuz faaliyetler içinde bulunan insanlar yok muydu? Onlar da vardı ve birilerinin arasını bozmak, evini dağıtmak, canına mevlit okutmak için daima çabaladılar. Bu yönde neler yapıldığını yazıp kimselere kötü yol göstermeyelim ama büyü tutmaması için Alus’un derlediklerine bir göz atalım: “Kurt kıçı taşımak, üzerinde fındık içinde cıva bulundurmak, suya maydanoz tohumu atıp o su ile her gün yüzünü ve mümkünse vücudunu yıkamak, zar bozan tütsüsü yakmak, leylek tersi kurusunu yemeğine ekmek.

İstanbul’umuzun niyet kuyuları, belki şimdi değil ama geçmişte halkının yoğun ilgisini görmüş. Öyle ki çevre illerden, hatta ta uzaklardan da gelen gelene. Yeter ki baht açıklığı olsun, kısmetler taşsın, iyi haberler gelsin, muratlara kavuşulsun, kayıplar bulunsun, şerler def olsun. Alus sayıyor bizler için en çok rağbet gören niyet kuyularını: Sümbül Efendi Dergâhı’nda, merkadin civarındaki kuyu, bir de avludaki selvi. Ne niyetler, ne dualar, ne usuller. Bir diğer namlı kuyu da Merkezefendi’deki kuyu. O daracık delikten inenler, muratları için birkaç taş yahut birazcık su alıp evine götürenler. Başka? Ayvansaray’daki Tokmaklı Dede, Silivrikapı’daki Elekli Dede, Zindankapısı’ndaki Baba Cafer: “Oraya da havaleli sübyanları, saralıları, evhamlıları götürürlerdi. Sevda çekerek yemeyip içmeyip iğne iplik olanları taşırlardı. Ne dersiniz okunmaya, tesbihten geçmeye, hacet dilemeye gelenler arasında Beyoğlu’nun, Galata’nın yosmaları da arabasıyla.

Gün içinde yaşanan bazı hadiselerin ya da dikkat edilmesi gereken davranışların, Frenklerde de bir karşılığı olduğunu hatırlatıyor Sermet Muhtar Alus. Bir kibritle üç sigara yakmak iyi değildir, on üç rakamı sevilmez, yemekte tuzluğun devrilmesi hayra yorulmaz, gibi. Bizlerde de bunun envaı var elbette. Kimine kocakarı efsanesi denmiş, kimine nine masalı. Ama bir şekilde hayatın içine tatbik edilmiş, nasihat olarak aktarılmış, bugünlere kadar gelmiş kaideler bunlar. İşte Alus’un hatırlattığı, memleketimizden bazı kocakarı efsaneleri yahut uyarıları: Elini şakağından çeksene, elini şakağına koymak düşünce getirir. Ellerini bağlama, bahtın kapanır. Ayın son çarşambası bir yere gidilmez. Sala vakti dikiş dikilmez, bekleyeceksin. Gömleğin, yeleğin düğmesi sallanıyorsa hemen dik, böylece düşmanın ağzı burnu da dikilir. Hastalıktan bahsederken mutlaka üstünüze afiyet denir. Kapı eşiğine basmadan geç, eşiğe sakın oturma. Ev süpürülmüş fakat süpürülenler bir kenarda bırakılmış, üzerinden geçerken destur de. Bıçakla ekmek kesilmez. Sofrada konuşmak nimete hürmetsizliktir. Ayakta su içmek olmaz, mutlaka çömelecek ve sol avuç, başın üzerine konacak. Eli çeneye koymak gam getirir. Ayakkabını kıbleye karşı giyme. Hıçkırık veya kulak çınlamasında dost-düşman seni anıyor, salavat getir. Gece aynaya bakma, iyi saatte olsunlar çarparlar…

Kimisi ehl-i irfanın dikkat ettiği usuller, kimiyse nerden geldiği belirsiz âdetler. Velhasıl; Alus’un hipnotizma gözlemleri, rüya tabiri örnekleri, dergâh hatıraları ile sona eren bu kitap, epey eğlenceli. Laf aramızda, bazı sayfaları okurken “şunu not alayım da, bir deneyeyim” diyeceksiniz mutlaka…

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

27 Şubat 2024 Salı

Karnavalesk bir İstanbul sözlüğü

Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi sadece Türk ansiklopedi tarihinde değil tüm Dünya’da da kolay kolay emsaline rastlanmayan özel bir bütün. Her ne kadar tamamlanmamış olsa da Borges’in Yolları Çatallanan Bahçe'de anlattığı ülke arazisine denk boyutlara ulaşan mükemmel haritası gibi asla tam olarak gerçekleşmeyecek bir proje idi İstanbul Ansiklopedisi. 1944 ile 1973 arasında yayınlanan bu ansiklopedinin 11. ciltte G harfine ulaşabildiğini düşünürsek Z harfine ulaşmak için ne kadar cilt yayını gerekeceğini tahmin bile edemeyeceğimizi kabul edersiniz. Nitekim ansiklopedinin maddeleri arasında standart ansiklopedilerde yer almayan bilgiler olduğu gibi (1944 yılında Abdullah Ağa Çeşmesi susuzdu gibi…) başka ansiklopedilerde rastlanamayan madde başlıklarına rastlarız. Mesela Berber Abdi Çelebi gibi. Ansiklopediyi karnavalesk kılan da tam olarak budur. Nitekim Orhan Pamuk da külliyatı gerçek bir ansiklopediden ziyade İstanbul’un kendisine benzetirken pek de haksız sayılmaz. Öte yandan bizde hatıra yazma geleneği zayıf olduğundan Koçu olmasa kayda geçmeyecek bir çok detay, kişi, anlatı ve anekdot adeta unutuluştan kurtarılmıştır. Bu yönü ile Koçu ile karşılaştırılabilecek tek metin Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’dir.

Gelelim Sermet Muhtar Alus’a. Onun hakkında en isabetli isimlendirmeyi Refik Halit Karay yapmış. “İstanbulist” demiş Alus için. Bütün yazı mesaisine İstanbul’a vakfeden velut bir yazar Alus. İstanbul Sözlüğü ise onun İstanbul Ansiklopedisi için kaleme aldığı maddelerden oluşuyor. 1952’de vefat eden Alus’un ilk cildi 1958’de yayınlanan ansiklopedi için kaleme aldığı maddeleri iki kapak arasında hiç görememiş olması hikâyenin bir başka dramatik yönü. Kitap bir yönüyle tadımlık bir İstanbul Ansiklopedisi hüviyetinde bir yönüyle de Alus’un o büyük külliyatına emsalsiz bir katkı sunuyor.

Arap Abdullah maddesi ile başlıyor sözlük. Bir dönem paşalığa kadar yükselen kabadayılardan olan Arap Abdullah Paşa’yı; Alus yarı-kurgu diyebileceğimiz Onikiler romanının önemli karakterlerinden biri olarak anlatmıştı. Sermet Muhtar, Arap Abdullah’ı bir sözlük maddesi olarak işlerken üslup ve dil olarak en az romanındaki kadar renkli ve canlı bir anlatım kullanıyor.

İstanbul, sözlükte farklı yönleriyle ete kemiğe bürünüyor. İstanbul’da yaşanan bazı olaylar, tarihi açıdan olmasa da bir dönemin karakteristiğini yansıttığı için not edilmesi gereken kişi ve karakterler, dönemin mekânları ve zamanın yiyecekleri sözlüğün maddelerini oluşturuyor. Bu sözlük maddeleri dönemin gündelik hayatını çalışmak isteyen tarihçilere, sosyologlara ve antropologlara ilham verici cümleler sunuyor. Edebiyatçılara ise ufuk açıcı sayfalar içeriyor İstanbul Sözlüğü. Üslubu, dili ve anlatımıyla da dilimizin lezzetini hissetmek isteyenler bir ziyafet sofrasıyla ile karşı karşıya kalıyorlar bu kitapta. Mustafa Kirenci ve Eren Yavuz’un titiz bir çalışma ile okurla buluşturduğu “İstanbul Sözlüğü” kolektif hafızasızlığımıza şifa niyetine sayfalar içeriyor.

Alus olmasaydı “Âfitab Kırtasiye Mağazası” unutulup gidecekti besbelli. Tıpkı Domates Ahmed Bey gibi veya bilardo şampiyonu Aleko gibi. Evet, bu isimler “standart” bir ansiklopedide eksikliğini hissedebileceğimiz madde başlıkları değil. Kitabı farklı ve özel kılan da tam olarak bu yönü zaten. Japon Mağazası Sahibi Avni Bey’i tanımak İstanbul’u tanımanın şartlarından biri. Çünkü II. Meşrutiyet’te ticaret hayatından çekilen Avni Bey’in mağaza açmanın hor görüldüğü bir dönemde ticarete başlayıp vitrin düzenlemesi yapması, iki dirhem bir çekirdek işinin başında olması bu topraklardaki “batılılaşma” kodlarına dair de fikir vermekte bize. Konak ve yalılarda haremlik ve selamlık arasında yemek tepsisi, içecek gibi eşyaların naklinde kullanılan dönme dolapların aynı zaman da dedikoduların iletilmesinde de yararlanıldığını bilen bir yazar, dönem romanı yazarken bu özellikten de yararlanır tabii ki. Döşek bozgunluğu deyimi, doğum esnasında lohusa kadının hayatını kaybetmesinin gündelik hayattaki yerini anlatırken dönemin zihin haritasını da okuruna takdim etmiyor mu? İdmancılar Şeyhi Faik Bey’in lakabı bile ilham verici değil mi sizce?

Bir de büsbütün unutulmuş meslekleri veya var olan mesleklerin “unutulmuş” hallerini öğreniyoruz sözlükten. Devrinde mahalle aralarının vazgeçilmezleri aralarında sayılan bu meslek erbabını tanımak gündelik hayata dair de ipuçları sunuyor bize. Hangi meslekler mi var sözlükte? Selatin camilerin avlularında mesleğini icra eden seyyar ayak berberlerini, boğçacı kadınlar, at canbazlar bunlar arasında yer alıyor.

Doç. Dr. Yakup Öztürk’ün Sermet Muhtar Alus’un yazı mesaisi hakkındaki tespitlerini önemsiyorum: “Elbette 1930’larda birden yoğun bir biçimde yazması tesadüfe bırakılamaz. Öncelikle, bütün yazı mesaisini İstanbul’a harcaması, bu şehrin o yıllarda gözden düşürülmüş, reddedilmiş, bakımsızlığa muhtaç bırakılmış olmasına bir tepkidir. Cumhuriyet, mamur edilecek şehir tercihini Ankara’dan yana kullanmış, Osmanlı Devletine yüz yıllarca payitaht olmuş bir şehir, eskinin toptan reddi politikaları içerisinde kasten ihmal edilmiştir. Bu ihmal, fizikî yapının bozulmasından öte asırlarca örülen kültürün yok olmasını getirmiştir. Sermet Muhtar Alus, devletçi ve milliyetçi politikalarla içe kapalı idari sistemin çok kültürlü, çok sesli İstanbul hayatını tüketmeye başladığının farkındadır.” Bu noktada Walter Benjamin’in “Büyük şehir insanını büyüleyen ilk bakışta değil son bakışta aşktır” sözünü Alus’un yazdıkları çerçevesinde hatırlamadan edemiyorum. Alus’un yazdıklarını o son bakışın hatırına kaleme alınmış birer aşk mektubu olarak görüyorum kendi hesabıma.

İstanbul Sözlüğü’nün bir güzelliği de yer verdiği çizimler. En az metinlerdeki tasvirler kadar güzel ve ilham verici bu çizimlerle birlikte İstanbul Sözlüğü; diliyle, üslubuyla ve içerdiği malumat detaylarıyla kurgu bir metni okuma keyfi verecek, İstanbul’la ilgili tarihi ve fantastik nice metne de ilham kaynağı olabilecek özel bir kitap.

Bu açıdan İstanbul Sözlüğü’nü kütüphanenizin sözlük ve ansiklopediler rafına terk edip lazım olunca müracaat etmeyeceğiniz tam tersine tekrar tekrar keyifle okuyabileceğiniz bir kitap olacağını düşünüyorum.

Reşat Ekrem Koçu, Alus’tan bahsederken “İstanbul’un en büyük evladı” der. Bence bir şans verin Sermet Muhtar Alus’un İstanbul Sözlüğü’ne… Sonra mı? Emin olun Alus’un diğer kitapları da birer-ikişer okuma listenize dâhil olacaktır.

Suavi Kemal Yazgıç
medium.com/@suaviy