"Âr u nâmûsun bırak şöhret kabâsından soyun
Giy melâmet hırkasın kim ol nihân etsin seniYüzünü yerler gibi ayaklar altında ko kim
Hakk Teâlâ başlar üzre âsumân etsin seni"
- Niyâzî-i Mısrî
Dünyaya yalnız gam taşımaya, maişet derdiyle ömür doldurmaya gelmedik. Elbette yeryüzünün nimetlerinden faydalanacağız, yeri geldikçe safa bulacağız, ölçüyü israf etmemeye kilitleyip yiyip içeceğiz. Öyle veya böyle bir dem tutturup gideceğiz fakat gitmek başka, ilerlemek bambaşka. İlerlemek için bir bilenin elini tutmak, onun rehberliğinde yol gitmek gerekiyor. İşte o bilen, en çok da nazarıyla ve sohbetiyle bize bizi hatırlatıyor. Biz, kendimizi bildikçe yaratılış manamızı da bilmeyi umut ediyoruz. Bu umutla verdiğimiz tüm emeklerin ibadetten farksız olduğunu büyükler buyurmuşlar. Bundan güzel müjde var mıdır?
Âriflerin nazarları ve sohbetleri, günümüzde kalp katılığı için en kıymetli ilaçlardır. Üstelik bu ilaçlar tamamıyla organiktir ve hiçbir yan etkisi yoktur. İnsan içtiği çorbanın, aldığı kokunun, işittiği bir sazın kendisine neler hissettirdiğini anlatabilir bir şekilde. Ancak sohbet öyle bir şeydir ki bütün lezzeti o sohbet meclisinde bulunanlarda kalır. Bir de şu var: sohbet biter ve herkes evine döner. Ancak kalpler artık o sohbetin istikametine doğru ayarlanmıştır. Bir diğer sohbetin geleceği gün aşkla, şevkle, hasretle beklenir. Bu heyecan nasıl tarif edilebilir diye düşünüyorum, bulamıyorum. Bütün diğer heyecanları gölgeleyen ve hatta onlarla yan yana gelmesi bile imkânsız bir heyecan bu. Çünkü insan maddi tarafını elbette besler ve bu besleyiş onda kalıcı bir tat bırakmaz. Fakat manevi tarafın beslenişi kalıcı bir lezzet bırakır.
Eski zaman büyüklerinin, sufilerin, kâmil mürşidlerin sohbetlerini günümüze taşıyan tüm kitaplar çok büyük nimet hepimiz için. Bu nimete kavuşmakla hem maddi hem manevi kuvvet buluyoruz. Okuyoruz, kabımızın taşıyabileceğini hayatımıza bir pratik olarak yerleştiriyoruz, dostlarımızla bilgimizi paylaşıyoruz, düştüysek kalkıyoruz, umutsuzluğa kapıldıysak teselli buluyoruz. Kitabı kapattıktan sonra da emek sahiplerini hayırla yâd ediyoruz. Şunu da unutmuyoruz: bütün ilimler ancak hakikatten bir haber, bir ses, bir ahenk, bir mana verebildikçe insanı mutlu edebiliyor; ona varlığının anlamını işaret edebiliyor. Dolayısıyla hangi ilim olursa olsun eğer hakikatten bir iz taşımıyorsa, ilgilenen her kimse ona yük olmakla kalıyor.
Hakikati arayan ve hakikat yolunda seyr eden kimselerin elinden, dilinden, hâlinden nice güzellikler ışıldıyor. Necmettin Şahinler çok uzun yıllardır hem kitaplarıyla hem de sohbetleriyle bâtınında cem olmuş pek çok güzelliği izhar etmeyi sürdürüyor. Hem insanla yaratıcısı arasındaki ezelî anlaşmanın veçhelerini, hem Kur’an surelerinin enfüsî yorumlarını, hem de seyr ü sülûk’un yalnızca tasavvufa ait bir kavram değil, cümle mevcudat için bir kemalat istikameti olduğunu görmek isteyenler için Necmettin Şahinler yoğun bir gayret gösteriyor. Kâmil Mürşîdlerin Mîrâsı kitabını okuyanlar, kendisinin bir sohbet üstadı olduğunu da hemen hatırlayacaklardır. Zira soru sormak, günümüzdeki gibi akla gelen her şeyi karşı tarafa yüklemek değildir. Hangi alanda sohbet ediliyorsa, o alana dair ciddi bir birikimi ve görgüyü de ister sohbet yârenliği. Merhum Ahmed Yüksel Özemre, talebesi Necmettin Şahinler için bu hususta en doğru kelimeyi kullanıyor: sohbet pîşekârlığı.
Şubat 2024 itibariyle yine bir hoca-talebe kitabıyla safa buldu okurlar. Ketebe Yayınları’nın neşrettiği Son Sohbet, Merhum Ahmed Yüksel Özemre ile Necmettin Şahinler’in hayat istasyonundaki önemli duraklarından birine tevafuk ediyor. Özemre, 3 Mart 2008 tarihinden itibaren Kadıköy Ferihan Laçin Hastanesi’nde misafir edilmeye başlanıyor. Burada 113 gün kaldıktan sonra da Hakk’a yürüyüp vuslata eriyor. Son Sohbet, kendisiyle yapılan son konuşmaları bir araya getiriyor. Bu yükte hafif fakat manada ağır çalışma, esasında bir ömrün birikimini de ortaya sermiş oluyor. Özemre’nin hastalık deminde dahi verdiği cevaplardaki hayranlık uyandıran işaretler, insana bir yaşama sevinci bahşediyor. Diğer yandan; tasavvufi kavramlara dair bilgisini derinleştirmek, okunan bir kitabın esas gayesini daha net görmek, bilinmeyen yahut anlaşılmayan şeylere karşı doğru tutum göstermek isteyenler için Necmettin Şahinler’in usta işi soruları cevaplardan ayrı olarak bile oldukça öğretici. Son olarak kitabın İbn Arabî düşüncesi ve vahdet-i vücûd meselesine dair öz mahiyetinde fevkalade bilgiler içerdiğini de eklemem gerekiyor. Merhum Ahmed Yüksel Özemre, tabiri caizse ağzımıza birer kaşık bal çalarken, gidilmesi gereken kovanları da o kendine mahsus entelektüel derinliğiyle göstermiş oluyor. Son Sohbet ile ilgili bu yazımı, kitaptan birkaç soru cevapla bitirmeyi arzu ediyorum. Özemre hocamızı en kalbî duygularla anarken, Şahinler hocamıza da afiyet ve sıhhat dolu bir ömür temenni ediyorum.
NŞ: Efendim, âlemde iyi ile kötü, hayr ile şer arasında gözetilen fark itibârî midir yani öyle sanılan bir değişken durum mudur?
AYÖ: Evlâdım, bu fark tümüyle izâfî ve tâlî bir yapıdadır. Her şeyden önce varlığın kendisi bizzat Kemâl’dir ve varlığa ait olan her bir vasıf da Kemâl üzeredir. Tıpkı Allah’a ‘itaat’in Kemâl’den olması gibi ‘itaatsizlik’ dahi Kemâl’dendir. Çünkü ‘itaatsizlik’, ontolojik bir vasıf olmak yani Varlığın bir sureti olmak açısından, hiç de ‘itaat’ten daha düşük bir mertebede bulunmamaktadır. ‘İtaat’in bir Kemâl oluşunun ahlâkî açıdan ‘iyi ya da hayr’ olmasıyla hiçbir münâsebeti yoktur; ‘itaat’ Rahîm ve Kerîm gibi İlâhî isimlerin tecellîgâhı olmak bakımından bir Kemâl’dir. Ve benzer şekilde, ‘itaatsizlik’ de Müntekîm ve Müzill gibi İlâhî isimlerin tecellîgâhı olmak bakımından bir Kemâl’dir.
NŞ: Efendim, İbn Arabî bir sözünde “En yüksek mertebe kendisini, yalnızca diliyle ve kalbiyle değil, tümüyle zikr’e adamış olan ve böylece de bâtınî olarak Hakk’a ulaşıp O’nunla tevhide erişmiş olan kimseye aittir” diyor. Gerçek zikrin hakîkatı bu mudur?
AYÖ: Evlâdım, gerçek zikir, bir hâl ehlinin tüm varlığından geride hiçbir şey kalmayıp Allah’da yok olacak şekilde bütün maddî ve manevî güçlerini Allah’da teksif ettiği rûhânî bir hâldir. Böyle bir hâl ehli, eğer bu hâle erişirse, bu takdirde zihnini bu türlü bir noktaya teksif eden özne ile üzerine zihnini teksif etmiş olduğu nesne arasındaki fark doğal olarak kaybolur ve aslen Hakk ile birlik hâlinin keşfine erişir.
NŞ: Efendim, İlâhî ilimlerin zevki hepsinde [tüm kâmil insanlarda] aynı mıdır?
AYÖ: Evlâdım, elbette aynı değildir. Tahkîk ehli olan ehlullahda husûle gelen İlâhî ilimlerin zevki, onlardaki idrâk kuvvetlerinin değişik olması bakımından, birinden ötekine farklı olur. İlâhî ilimler aynı bir kaynakdan çıkmakla birlikte bunların Ehlullah’daki zuhuru onların idrâk kuvvetlerine bağlıdır. Başka bir ifade ile söylersem zevkan elde edilen bilgiler, istîdâdların farklılığı dolayısıyla, birbirinden farklı olurlar. Çünkü Ehlullah’ın hepsi de aynı bir mertebede bulunmaz.
NŞ: Merak ediyorum; Varlık İlmi bakımından Allah ile Rabb arasında nasıl bir fark vardır?
AYÖ: Rabb, özel bir isim yoluyla tecelli eden Hakk’dır. Halbuki Allah, isimlere uygun olarak ândan âna değişmekten asla hâlî kalmayan Hakk’dır.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf