Eleştiri daha çok şiirin, öykünün ve romanın nasıl olduğunu, ne şartlarda oluştuğunu bize anlatan, anlatmaya çalışan bir sahadır. Şiir dediğimiz mesele ne kadar da başkasını tekrardan ibaret olsa da bu tekrar da başlı başına biriciktir. Dolayısıyla tekrarın tekrarında da kendine has bir ifade biçimi vardır. Eleştiri yalnızca tekrar edileni değil, tekrarın tekrarını da kendine mesele eder ve handikaplarını tespit etmeye çalışır. Milyon şiir varsa, milyon da eleştiri vardır.
Diğer yazın alanlarına nazaran eleştiri ile şiirin irtibatı daha da kadimdir. Bunu Tanzimat döneminden alıp İkinci Yeni’ye kadar getirebiliriz. Çünkü yazın dünyamızın köklerinde şiir yatmaktadır. Eleştirinin de şiire bu kadar mesai harcaması şiirin önemini biraz daha belirginleştirmektedir.
“Dahası sağlıklı bir şiir geleneğinin oluşması ve tutunması isteniyorsa şiir, eleştiri ile kol kola yürümek zorundadır. Eğer bir milletin şiir birikimi kayda değer ve güçlü bir yapı arz etmiyorsa, o millet, şiir eleştirisini sağlam yapamıyor demektir.”
İdris Ekinci, Ebabil Yayınları'ndan çıkan “Poetik Fiiller” kitabında alıntıladığım şekilde bir izahta ve uyarıda bulunuyor. İyi şiirin adresini tespit edebilmemiz için şiir ve eleştiri arasında bir kan uyumunun olması gerekmektedir. Kan uyuşmasının olmaması durumunda cılız, ifade edilmeyen, neye karşılık geldiği belli olmayan bir şiir çıkacaktır ortaya. Yani şiir denilen olgu köksüzleşecek, gerçekliğinden uzaklaşacaktır.
İyi şiirin ne şartlarda ve nasıl oluştuğu konusunda fikir edinebilmemiz için yine eleştirmene başvuruyoruz. Eleştirmenin şiir üzerine izahlar yaparken dayanakları nelerdir? Objektif bir yaklaşım mı söz konusu yoksa dayanaksız, sadece duygu dünyasından hareketle oluşturmuş olduğu bir eleştiri mi söz konusu?
“Bir sanat eserini iyi veya kötü nitelendirilmesinde bulunmak aslında iki yaklaşım çerçevesinde mümkündür. Birinci yaklaşım, o esere herhangi bir kuram veya tutuma dayanmadan kişisel, öznel iyi-kötü yaklaşımıdır. Yani bir sanat eseri karşısında bulunan insan (eleştirmen) bir açıklama gereği duymadan, düşüncelerini temellendirme ihtiyacı hissetmeden o sanat eserine karşı sevdim sevmedim, iyi kötü yargılarında bulunabilir. Bunu yaparken de kendini herhangi bir kural, kaideyle sınırlı tutmaz.”
Ekinci eleştirmenin serbestliğini izah ederken eleştirmene niyetini ayan etmesini salık vermektedir. Eleştirmene öznel yaklaşımından dolayı herhangi bir taarruz söz konusu olmadığı gibi eleştirmen bu konuda özgürdür. Ancak sübjektif bir iddia ile gelen eleştirmen; kaynaklara, kaidelere uymak zorundadır. Bu zorunluluk hem eleştirmeni özgürleştirecek hem de makul eleştirinin yardımıyla şiirin nasıl olduğunu bize öğretecektir.
“Şiiri eleştirmek öyle her kişinin üstesinden geleceği, kolay halledilir bir iş değildir; o eleştirmen ki hem bir şair ruhu taşıyacak, hem de şiir dağarcığı vasat okuyucunun çok çok üzerinde olacaktır. Bu özellik de yetmez; eleştiri kuramlarından haberdar olacak ve nesnel olmaya, kötü niyetli olmamaya gayret edecektir. Yani önüne gelen bir eser üzerinde ileri geri, desteksiz, hercai düşünceler üretmek, eleştirmen ürünü olmayan laf kalabalığı niteliğindeki işlerdir. Eleştirmen kolay söylemek, acele davranmak marazlarından uzak durmalıdır. Kısaca komple bir duruştur eleştirmen olmak.”
Alıntıladığım bu kısmın eleştiri ve şiir namıma önemli hatta çok önemli olduğunu düşünüyorum. Her kimse oturduğu yerden ben artık şairim diyemediği gibi ben artık eleştirmenim de diyemez. Aksini iddia edenin şairliği de eleştirmenliği de net bir şekilde şaibelidir. Eleştiriye niyet edildiğinde “şair ruhu taşıyacak” ifadesini, Ekinci kitabında iki isimden hareketle anlatmaktadır. Birincisi üniversite edebiyat bölümlerinde kitapları okutulan ve kaynak oluşuna başvurulan Mehmet Kaplan’dır. Kaplan, şiire yaklaşırken şiirin iç anlamından çok kaportası ile ilgilenmektedir. Dışardan, ciddiyetle bakmaktadır. Özetle Kaplan’ın eleştirmeni olduğu şiire karşı tutumu çatık kaşlıdır. Ekinci’nin vermiş olduğu diğer bir örnek ki “şair ruhu taşıyacak” kategorisine uymaktadır; o isim de Cemal Süreya’dır. Süreya’nın “Şapkam Dolu Çiçekle” kitabını okuyan bir okur, Süreya’nın kitabını yazarken meseleye içerden baktığını hemen alır. Çünkü Süreya, eleştirisini yaparken oyuna, şarkıya dâhil bir tutum izler. Kaplan ise korunun şefidir. Mesela; “Folklor Şiire Düşman” yazısını hem Kaplan’ın hem de Süreya’nın kaleminden okuduğunuzu düşünün. Biri uçta bilimsel ve ciddi, diğeri ise içkin ve yumuşaktır. Burada Kaplan’ın mesaisini kötülemek gibi bir muradı yok Ekinci’nin, sadece şiire dâhil ve hariç olma durumunu izah etmek istiyor. Ekinci, eleştirmenin vasıflarını açıklarken özellikler sayıyor; şiir dağarcığının olması, kuramdan haberdar olması, nesnel olması ve en önemlisi kötü niyetli olmaması. Bizim günümüz eleştirisini bu asgari şartlara vurduğumuzda elimizde bulunan yekûn ne olacaktır? Bir derginin diğer dergiyi çekemediğinden dolayı türlü yalanları ve bel altı çalışmalarını bize eleştiri diye yutturmaya çalışması, birçok insanın da bu dolmaları yutmasını nereye koyacağız? Bu meseleyi dallandırıp budaklandırmadan benim âcizane tavsiyem Ekinci’nin tespitlerine kulak vermemiz olacaktır. Yoksa yapıp ettiklerimiz havanda su dövmekten başka bir şeye varmaz. Elimizde iyi şiir olmadığı gibi ahlaksız bir eleştiri ile haşir neşir oluruz.
Eleştirmenin okura karşı mesuliyetleri vardır. Şiir ve okur arasında bağı kurar, bu bağ kurma aşamasının sonrasında çekip gidemez. Ölene kadar bu mesuliyet devam eder. Hata yaptım gibi bir lüksü yoktur eleştirmenin. Ekinci şöyle diyor: “Eleştirmen, şiir ve okur arasındaki en güvenilir köprülerden biridir. Biridir diyorum çünkü eleştirmen her yönüyle güvenilecek bir şahıs değildir. Onun yaptığı şiire ulaşmada, onun dünyasına girmede bir pencere, bir yol açmaktır.”
Eleştirmen ağ bağlantısını sağlıyor ama sahihliği konusunda yazarın tereddütleri var. Haklı tereddütler bunlar. Doktordan dönen hastanın eczacı ile yaşadığı münasebettir bu. Eczacının hastaya doğru ilacı verip vermemesi ile ilgili bir hadise bu. Ya da uygun dozun ne kadar olduğunu tarif etmekteki hassasiyettir. Okur, eleştirmene karşı uyanık ve dikkatli olmalıdır. Tam bir teslimiyet içinde olmadığı gibi Ekinci’nin bahsettiği “pencereye” bakarken de sahih olup olmadığına dikkat kesilmelidir.
“Gelelim şaire. Şairler, özellikle genç şairler -yaşlılar zaten eleştiri eşiğini atlamışlardır?!- eleştirilmekten pek haz etmezler. Şiir yazan, şiirle yatıp kalkan herkeste biraz kibir vardır. Yaptıklarını eşsiz ve kusursuz görmek, bir şair için aşılması güç bir engeldir. Genç şairler çoğu zaman bir beğeni ve takdir beklerler. Bekledikleri gerçekleşmeyince de bir veryansın, bir kızgınlıktır alır başını gider.”
Alıntıda günümüz şiirinin durumunu izhar eden önemli tespitler var. Genç şair kibirli ve burnundan kıl aldırmaz, yaşlı şair ise -genellemeden- şiiri bitirdiği gibi, şiirine yapılan eleştirilere sürekli itiraz eder ve bir meydan okumanın içindedir. Alıntıda bahsedilen ve açıklamaya çalıştığım hasletler hastalık belirtisidir. Genç şair bu hastalığın varlığını kabul etmezse baştan yenilecektir. Yaşlı şair ise kendi namına oluşturduğu dokunulmazlık zırhını kaldırmazsa herhangi bir öğreticiliği olmayacaktır. Şiir dediğimiz hadise kendini güncelleyen, yenileyen bir durumdur. Şiire niyet edenin de bu gerçekliğe dikkat kesilmesi gerekmektedir. Güncelleme ve yenilenme durumu için de şiirde bulunan rahatsızlıkların bulunması lazım. Bunun için de imdadımıza yetişen eleştiri ve eleştirmendir. Eleştirinin uzağına düşen, yanına yaklaştırmayan, tahammül edemeyen, kibri ile yok sayan şiir yok hükmündedir. Karşılığı yoktur.
İdris Ekinci, Poetik Fiiler kitabında Cumhuriyet şiirinden Garip’e, İkinci Yeni şiirinden günümüz şiirine kadar olan atılımlarda, eleştirinin bu atılımların neresine düştüğünü açıklamaya çalışmış. Günümüz şiirine korkmadan gözdağı verirken, İkinci Yeni’nin halen borusunun öttüğünü ve günümüzde kuram diye öne sürülen girişimlerin yalnızca bireysel kalkışmalar olduğunu ifade etmektedir. “Bırak Seni Şiirin Anlatsın” yazısında pohpohlamanın, reklamın, kayırmanın iyi şiiri vermediğini, iyi şiirin kokusundan belli olduğunu ifade etmektedir. Yabancı eleştirmenlerin kitaplarını tahlile dayalı ve yerli eleştirmenlerin de kuramlarına dair önemli noktaları barındıran yazıları bizimle paylaşmaktadır. Deneme, öykü ve kuram kitapları da tahlil edilmekte ve kendine yer bulmaktadır.
“Poetik Fiiller”den hareketle şunu söyleyebiliriz: Ekinci, kitabın çıtasını çatarken herhangi bir tereddüt duymuyor. Çekici indirdiğinde acaba biri bir şey der mi endişesi yok. Net, açık ve sert. Kitabın genelinde isim vermemek gibi bir yaklaşımı var Ekinci’nin. Sebebi ise çekinceleri değil edebiyat ortamını iyi bilmesinin vermiş olduğu rahatlıktır. Ortamımız eleştiriye tahammül edebilen, tavsiye kabul eden bir ortam değildir. Sanal kurguların ve furyaların meseleye dâhil olmasından sonra 140 karakterli yazın alanları eleştirinin yapıldığı, eleştirilere cevap verildiği yerler olarak görülmeye başlandı. Daha da kötüsü buradan yapılan eleştiri ve eleştiriye verilen cevaplar sahih olarak görüldü. Çetrefil, kepaze, sulu bir ortam buldu bizi. Ekinci bu kepazeliğe mahal vermeden bir eleştiri yazıyor. Yoksa elinde kılıcı, kelle almaktan yana herhangi bir çekincesi yok. Kitabı okurken bunlara dikkat etmenin faydalı olacağını düşünüyorum.
İrfan Dağ
twitter.com/irfandag6
İdris Ekinci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İdris Ekinci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
20 Şubat 2016 Cumartesi
30 Mayıs 2015 Cumartesi
Anıların, anların ve anlamın kıymetini bilen şiirler
"Şu anda varım ve yaşıyorum, üç dakika sonra bir şey olacağım ama ne olacağım, nerede olacağım, üç dakika sonraki ben kim olacak? İki dakika içinde yanıt bulmayı istediği sorular işte bunlardı... Az sonra başlayacak yeni yaşamın bilinmezlikleri ve bu yaşama karşı duyduğu tiksinti korkunçtu, ama durmamacasına zihnini yoklayan şu düşünce daha korkunçtu: Ölmüyormuşum! Yeniden yaşama dönüyormuşum! Bitip tükenmez bir yaşam! Ve hepsi, olduğu gibi hepsi benim! Ah, bir yüzyıl bile yaşayacak olsam, her anın değerini bilir, tek bir dakikayı bile boşa harcamazdım."
- Fyodor Dostoyevski, Budala
Şair yola çıkan, yolda olan ve bir istikamet tutturmayı göze alandır. Şairin haklılığı yola çıkmaktan gelir. Yol boyunca rastladığı duraklarda soluk alır. Tefekkür karşısında boynu kıldan ince olması gereken şairin düşünceye dair kalesi değil, kaleleri olmalıdır. Elbette bu kalelerden biri şairin hakiki yeri, yurdudur. Şair burada "sakin" olur. Sahip olmaktan çok sakin olmayı şaire sağlayan şey şiirdir. Sahiplikte maddiyat, sakinlikte maneviyat tebarüz eder. İdris Ekinci; ilk şiir kitabı Uyku Kuşu'yla beraber çıktığı yolda, sakinliğe ulaşmış bir şair. Son Üç Dakika, onun ikinci kalesi. Bu kalenin içinde her ne kadar kılıç şakırtıları çınlasa da hemen arkasında bir deniz saklı gibi. Savaştan yorgun düşmüyor ama denize bakmaya da ihtiyaç duyuyor gibi. İdris Ekinci "gece" şairlerinden. Belki de bu yüzden kitabın ilk şiiri Anasır'da "Görseydin, ömrümün kabalarını alarak / poz verecektim arkadaşlara / güneşsizliğe alıştım da yüzümün ağarması ondan" diyor.
"Biricik İsmet Özel'e" diyerek ithafını bitirdiği ilk kitabındaki içtenliği ve konuşkanlığı, bu kitabıyla yenilikler deneyerek gelişiyor. Yeniden kaçmıyor ama yeninin içine de hapsetmiyor kendini Ekinci. Taşrada doğup orada yaşıyor oluşu Ekinci'deki insani hasletlerin şiirine yansımasına da elverişli bir ortam sağlıyor hiç şüphesiz. Burada romantik yahut klasik şair hayreti ve merakından ziyade; şairin içinde kalmak zorunda olduğu ortamın, yaşantının yüklerini omuzlayan dizeler göze, gönle çarpıyor:
"Güzel kafacığım kana kana düşündü de kenarda suretine sarılmış
Duramadın herhâlde bir günü daha yaşadın hayatlarla masallarla
Bense kardeşim ne ağır sözler taşırdım beyefendi kalırdım
Üzerimden çıngılar fırlatarak gülerek dolandığım oyuklardan
Çağlayan kılıfımla oturup aynı frekanstan tozuyan kâğıtlara
Aynı fısıltıdan aynı loşluktan görünmedi alnım."
Üç bölüme ayrılan Son Üç Dakika'nın ilk bölümü "Kapılık Gitmek Diye Bir Oyun" adını taşıyor. Bu bölümün mihenk taşı olarak "Her Gün Haziran Yanığı Her Haziran Soğusun" şiiri dikkat çekiyor. Şairin gövde gösterisi de diyebiliriz. Kendini korumaya çalışan, kendinden ödün vermeyen, kendi kalmaya özen gösteren bir şairin izlenimleri var bu şiirde. Bol fakat yormayan imgeler, güçlü ifadelerle.
"Soğumaya elverişli bir şey hiç uyumsuzluk bulaştırmamaya
Su bile acıtır eğer yaraysa geçtiği yer
Ne fark eder onlar parayla saklanılan odalarda
Ben baya ayrılmış benim olmuş yataklarda
Onun koynundan avucumla su içtim
Ben onun gövdesini kucağım bildim."
İkinci bölüm "Kalan Durağı, Yeni Bekleyişler"de ilk bölüme oranla daha fazla şiir yer alıyor. Bu bölümde Türkçenin verimliliğini elinden geldiğince kullanmaya gayret ediyor şair. Yaşadığı şeyleri hikâyeleştirmeyi, şiirleştirmeyi seven bir şair İdris Ekinci. Bu yüzden şiirlerinde yaşadıklarından ve tanık olduklarından bahsederken gündemi pek umursamıyor, olanı biteni şairliğiyle anlatıyor. Okuyucuya "Senin de fersiz düşer kolların / senin de gönlün kimlere darılır / senin de çıkmaza düşer yolların" diyerek aslında çıktığı yolun ne kadar zorlu olduğunu açıklıyor.
Editörlüğünü yaptığı Aşkar dergisinde şiirlerini okuduğumuz İdris Ekinci'nin fikir yazılarıyla, şiiri hayatının orta yerine oturttuğunu anlayabilmek mümkün. 1990'lı yıllarda İsmet Özel'i tanıdıktan sonra onun şiirlerinin ve yazılarının üzerinde çalışılması, düşünülmesi gereken emekler olduğunu düşünüyor ve emelini belirliyor: İsmet Özel'in omuzladığı yüke, yükdaş olmak. Şair "Gözümün Aydınlığı İsmet Özel Baba" şiirinde, bir önceki kitabı Uyku Kuşu'ndaki "Bir kıblemin olduğunu annemden öğrendim ben" dizesini açıyor ve anlamlandırıyor gibi:
"Barbarlar bir yöne bakarlar
Bizim baktığımız yerde kıblemiz var
Bizi felç tahtalarında küflendirmeyecek
Önüne gelip yüz sürdüğümüz duvar"
Dostlarla yaşanılan şeylerden, anılardan, hatıralardan şiir kurmak oldukça güçtür. İdris Ekinci bunu ustalıkla başarıyor. Bazen kendince öğütler veriyor bu şiirlerde, bazen de dertleşiyor. Bir telefon görüşmesi gibi değil, karşısına dostunu alıp doğrudan muhabbet eder gibi. "Hangi Tarlalardan Niçin?" adlı şiirinde "İrfan, bu zalım seni kandırmasın!" diyerek başladığı şiirindeki "Canım iyi sarıyorsun iyi ağrıyorsun / umulmadık arifelere koşturuyorsun / canım kolunda çantan da olsun / kuluncunda acı da" dizeleri sanki en yakın dostunu evliliğe kaptıracak olmanın sıkıntısına düşmüş bir dostu çağrıştırır gibi. "Evlilik Şarkısı - Önsöz" şiiri ise Hüseyin Akın'ın "Buradan Bakınca Gökyüzü" adlı şiirinden sonra okununca adeta yeni başlayanlar için evlilik dersi gibi oluveriyor. Hüseyin Akın "Az şey değil bir kızı bir babadan çekip almak / bir konup bir havalanmış diye tam tepesinden gökyüzü" derken İdris Ekinci evliliği şöyle tanımlıyor:
"Evliysen yüzünün yarısı hep tetiktedir bilesin
Diğerinde gezinen hep bir güz havası
Değişen bir adamsın eve her döndüğünde
Karının dizlerinde çınlar bir heves narası."
İdris Ekinci'nin bu ikinci şiir kitabı, kurduğu şiirinin fikir yazılarıyla bir bütünlük taşıdığını gözler önüne seriyor. Hayata baktığı noktayı şiirinde farklı, yazılarında farklı gösterenlerden değil şair. Zaten şairin yazılarıyla şiirleri aynı istikamette gitmiyorsa, orada samimiyetten çok uzak bir çalışma söz konusudur. Ekinci ise titiz bir şair. Neyse onu söylüyor, Türkçenin hassasiyetlerinden tüm marifetleriyle yararlanarak.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
- Fyodor Dostoyevski, Budala
Şair yola çıkan, yolda olan ve bir istikamet tutturmayı göze alandır. Şairin haklılığı yola çıkmaktan gelir. Yol boyunca rastladığı duraklarda soluk alır. Tefekkür karşısında boynu kıldan ince olması gereken şairin düşünceye dair kalesi değil, kaleleri olmalıdır. Elbette bu kalelerden biri şairin hakiki yeri, yurdudur. Şair burada "sakin" olur. Sahip olmaktan çok sakin olmayı şaire sağlayan şey şiirdir. Sahiplikte maddiyat, sakinlikte maneviyat tebarüz eder. İdris Ekinci; ilk şiir kitabı Uyku Kuşu'yla beraber çıktığı yolda, sakinliğe ulaşmış bir şair. Son Üç Dakika, onun ikinci kalesi. Bu kalenin içinde her ne kadar kılıç şakırtıları çınlasa da hemen arkasında bir deniz saklı gibi. Savaştan yorgun düşmüyor ama denize bakmaya da ihtiyaç duyuyor gibi. İdris Ekinci "gece" şairlerinden. Belki de bu yüzden kitabın ilk şiiri Anasır'da "Görseydin, ömrümün kabalarını alarak / poz verecektim arkadaşlara / güneşsizliğe alıştım da yüzümün ağarması ondan" diyor.
"Biricik İsmet Özel'e" diyerek ithafını bitirdiği ilk kitabındaki içtenliği ve konuşkanlığı, bu kitabıyla yenilikler deneyerek gelişiyor. Yeniden kaçmıyor ama yeninin içine de hapsetmiyor kendini Ekinci. Taşrada doğup orada yaşıyor oluşu Ekinci'deki insani hasletlerin şiirine yansımasına da elverişli bir ortam sağlıyor hiç şüphesiz. Burada romantik yahut klasik şair hayreti ve merakından ziyade; şairin içinde kalmak zorunda olduğu ortamın, yaşantının yüklerini omuzlayan dizeler göze, gönle çarpıyor:
"Güzel kafacığım kana kana düşündü de kenarda suretine sarılmış
Duramadın herhâlde bir günü daha yaşadın hayatlarla masallarla
Bense kardeşim ne ağır sözler taşırdım beyefendi kalırdım
Üzerimden çıngılar fırlatarak gülerek dolandığım oyuklardan
Çağlayan kılıfımla oturup aynı frekanstan tozuyan kâğıtlara
Aynı fısıltıdan aynı loşluktan görünmedi alnım."
Üç bölüme ayrılan Son Üç Dakika'nın ilk bölümü "Kapılık Gitmek Diye Bir Oyun" adını taşıyor. Bu bölümün mihenk taşı olarak "Her Gün Haziran Yanığı Her Haziran Soğusun" şiiri dikkat çekiyor. Şairin gövde gösterisi de diyebiliriz. Kendini korumaya çalışan, kendinden ödün vermeyen, kendi kalmaya özen gösteren bir şairin izlenimleri var bu şiirde. Bol fakat yormayan imgeler, güçlü ifadelerle.
"Soğumaya elverişli bir şey hiç uyumsuzluk bulaştırmamaya
Su bile acıtır eğer yaraysa geçtiği yer
Ne fark eder onlar parayla saklanılan odalarda
Ben baya ayrılmış benim olmuş yataklarda
Onun koynundan avucumla su içtim
Ben onun gövdesini kucağım bildim."
İkinci bölüm "Kalan Durağı, Yeni Bekleyişler"de ilk bölüme oranla daha fazla şiir yer alıyor. Bu bölümde Türkçenin verimliliğini elinden geldiğince kullanmaya gayret ediyor şair. Yaşadığı şeyleri hikâyeleştirmeyi, şiirleştirmeyi seven bir şair İdris Ekinci. Bu yüzden şiirlerinde yaşadıklarından ve tanık olduklarından bahsederken gündemi pek umursamıyor, olanı biteni şairliğiyle anlatıyor. Okuyucuya "Senin de fersiz düşer kolların / senin de gönlün kimlere darılır / senin de çıkmaza düşer yolların" diyerek aslında çıktığı yolun ne kadar zorlu olduğunu açıklıyor.
Editörlüğünü yaptığı Aşkar dergisinde şiirlerini okuduğumuz İdris Ekinci'nin fikir yazılarıyla, şiiri hayatının orta yerine oturttuğunu anlayabilmek mümkün. 1990'lı yıllarda İsmet Özel'i tanıdıktan sonra onun şiirlerinin ve yazılarının üzerinde çalışılması, düşünülmesi gereken emekler olduğunu düşünüyor ve emelini belirliyor: İsmet Özel'in omuzladığı yüke, yükdaş olmak. Şair "Gözümün Aydınlığı İsmet Özel Baba" şiirinde, bir önceki kitabı Uyku Kuşu'ndaki "Bir kıblemin olduğunu annemden öğrendim ben" dizesini açıyor ve anlamlandırıyor gibi:
"Barbarlar bir yöne bakarlar
Bizim baktığımız yerde kıblemiz var
Bizi felç tahtalarında küflendirmeyecek
Önüne gelip yüz sürdüğümüz duvar"
Dostlarla yaşanılan şeylerden, anılardan, hatıralardan şiir kurmak oldukça güçtür. İdris Ekinci bunu ustalıkla başarıyor. Bazen kendince öğütler veriyor bu şiirlerde, bazen de dertleşiyor. Bir telefon görüşmesi gibi değil, karşısına dostunu alıp doğrudan muhabbet eder gibi. "Hangi Tarlalardan Niçin?" adlı şiirinde "İrfan, bu zalım seni kandırmasın!" diyerek başladığı şiirindeki "Canım iyi sarıyorsun iyi ağrıyorsun / umulmadık arifelere koşturuyorsun / canım kolunda çantan da olsun / kuluncunda acı da" dizeleri sanki en yakın dostunu evliliğe kaptıracak olmanın sıkıntısına düşmüş bir dostu çağrıştırır gibi. "Evlilik Şarkısı - Önsöz" şiiri ise Hüseyin Akın'ın "Buradan Bakınca Gökyüzü" adlı şiirinden sonra okununca adeta yeni başlayanlar için evlilik dersi gibi oluveriyor. Hüseyin Akın "Az şey değil bir kızı bir babadan çekip almak / bir konup bir havalanmış diye tam tepesinden gökyüzü" derken İdris Ekinci evliliği şöyle tanımlıyor:
"Evliysen yüzünün yarısı hep tetiktedir bilesin
Diğerinde gezinen hep bir güz havası
Değişen bir adamsın eve her döndüğünde
Karının dizlerinde çınlar bir heves narası."
İdris Ekinci'nin bu ikinci şiir kitabı, kurduğu şiirinin fikir yazılarıyla bir bütünlük taşıdığını gözler önüne seriyor. Hayata baktığı noktayı şiirinde farklı, yazılarında farklı gösterenlerden değil şair. Zaten şairin yazılarıyla şiirleri aynı istikamette gitmiyorsa, orada samimiyetten çok uzak bir çalışma söz konusudur. Ekinci ise titiz bir şair. Neyse onu söylüyor, Türkçenin hassasiyetlerinden tüm marifetleriyle yararlanarak.
Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf
30 Nisan 2015 Perşembe
Bir kıblemin olduğunu annemden öğrendim ben
1978 doğumlu İdris Ekinci'nin ilk şiir kitabı Uyku Kuşu. 64 sayfa. 17 şiir var içinde.
Diri bir şiir yazıyor İdris Ekinci. Canlı, konuşkan, içten dizelerle kuruyor şiirlerini. Sivas'tan, şairinin biyografisinden büyük kentlere ve başka dünyalara açılan, sonra tekrar kendine, kendine özgü coğrafyasına ve duyarlılık evrenine dönen bir şiir bu. Hem sözcük dağarı açısından böyle hem de temaları, içeriği açısından. “Bir kıblemin olduğunu annemden öğrendim ben” dizesiyle bizi kendi oluşuna, dünyasına çeken şair, aynı zamanda “Tüh be boyfriendi olacaktım o kızın nasibim diyecektim / Kapmışlar maça götürmüşler teğel nedir bilmezken” dizeleriyle de güncel fakat farklı kültür ve algı düzlemlerini şiire dâhil etmektedir.
Konuşarak yazması ve içtenliği daima gözetmesi, onu eskitilmiş bir lirizme hapsetmiyor. Son çözümlemede lirik bir şiir evrenine sahip Ekinci. Duygu açıklamaları ağırlıklı bir yer tutuyor kitapta. Güncelliği de algı biçimleri de şairine bitişip yapışan, onun kendi tarihine eklemlenen bir boyuta sahip. Bu yönden bakıldığında kitaptaki bütün şiirler bir “ben şiiri”. Zaten açıkça ya “ben” ya da “biz” diyor ya da birinci tekil ve birinci çoğul kişiyle çekimlenmiş fiillere yer veriyor şair. İyi kotarıldığında şiiri canlandıran, şiirin zindeliğini, etkileyiciliğini artıran bir tutum bu.
90 sonrası şiiri iyi takip ettiğini, şiir alanında bu dönemdeki yükseltilere dikkatle baktığını anlıyoruz Ekinci'nin. Yürüdüğü yolu, etkilendiği yönelişleri saklayıp gizleme gibi bir komplekse de sahip değil. Fakat İsmet Özel şiirinin onda ayrı bir yerinin olduğu muhakkak. Kitabın başındaki ithafta ayrı bir vurgu var İsmet Özel için. Şiirlerden birinin başlığı, Özel'in bir kitabının adını taşıyor: “Neyi Kaybettiğini Hatırla”.
Çocukluk, aile, nostalji, taşra dostlukları, munis aşklar, kötülük ve zulüm eleştirisi, modernizm ve yabancılaşmayla kavga, hüzün; şiirinin sokulduğu temaların başlıcaları Ekinci'nin. Fakat tekil bir konu ya da buluş üzerine yığmıyor şiirini. Hayat kadar, kendi yaşadıkları, anıları, gözlemleri kadar kitaplardan öğrendikleri de var. Dikkat çekici söz oyunlarına da, ironiye de, anıştırmalara da yer veriliyor şiirlerde. Biçim ve dize önemsenmekle birlikte, şiirde konuşan özne duygu ve düşünce sekmeleriyle hareketlendiriyor anlatımı. Ancak muhatabın sürekli değiştiği, anlatılandan çok sözün büyüsünün etkisinde kalındığı zamanlarda, şiirde bütünlük, iç örgü gevşeyebiliyor. Bazen, aynı şiirin çoğaltılmış biçimlerini okuyormuş gibi bir izlenime kapılıyor okuyucu. Bir kalıp bulunca onu fazlasıyla özgür / dağınık bir konuşmayla doldurma eğilimi, enerjik söyleyişe rağmen şiirin meselesini muğlaklaştırıp akılda kalmasını zorlaştırıyor. Yeni şiirlerinde bu sıkıntıyı aşmasını, içerik üzerinde biraz daha sabırlı ve bütünlüklü düşünmesini bekliyoruz Ekinci'den. Bir de samimiyeti gözetmekle birlikte sürekli bıçkın bir eda ile konuşmanın ötesine geçmeyi, şiirini bu eksende zenginleştirmeyi de denemeli İdris Ekinci.
Okuyan, şiiri üzerine kendisi de düşünen, yürüdüğü / geçtiği yoldaki konuklukların farkında olan, yeniliğe açık bir şair var karşımızda zira: “bu sayfaları göğe fırlattım mürekkebi döküldü ters koltuklara/ bunları, aklımın getirdiklerini daha getirecekleri var/ bir adım öncesi Hamlet bir adım sonrası Derrida”. (s. 23)
Hayata, bizim insanımıza ve evrenimize değen, o dünyada serpilip soluklanan şiirler içeriyor Uyku Kuşu. Kitaba verilen adı genel içeriğe uygun bulmasam da bence oldukça etkili, başarılı bir ilk kitap. İdris Ekinci'nin, neyi başardığını ve neyi kazandığını hatırladıkça daha sıkı şiirler yazacağına inancım tam.
Ali Emre
Diri bir şiir yazıyor İdris Ekinci. Canlı, konuşkan, içten dizelerle kuruyor şiirlerini. Sivas'tan, şairinin biyografisinden büyük kentlere ve başka dünyalara açılan, sonra tekrar kendine, kendine özgü coğrafyasına ve duyarlılık evrenine dönen bir şiir bu. Hem sözcük dağarı açısından böyle hem de temaları, içeriği açısından. “Bir kıblemin olduğunu annemden öğrendim ben” dizesiyle bizi kendi oluşuna, dünyasına çeken şair, aynı zamanda “Tüh be boyfriendi olacaktım o kızın nasibim diyecektim / Kapmışlar maça götürmüşler teğel nedir bilmezken” dizeleriyle de güncel fakat farklı kültür ve algı düzlemlerini şiire dâhil etmektedir.
Konuşarak yazması ve içtenliği daima gözetmesi, onu eskitilmiş bir lirizme hapsetmiyor. Son çözümlemede lirik bir şiir evrenine sahip Ekinci. Duygu açıklamaları ağırlıklı bir yer tutuyor kitapta. Güncelliği de algı biçimleri de şairine bitişip yapışan, onun kendi tarihine eklemlenen bir boyuta sahip. Bu yönden bakıldığında kitaptaki bütün şiirler bir “ben şiiri”. Zaten açıkça ya “ben” ya da “biz” diyor ya da birinci tekil ve birinci çoğul kişiyle çekimlenmiş fiillere yer veriyor şair. İyi kotarıldığında şiiri canlandıran, şiirin zindeliğini, etkileyiciliğini artıran bir tutum bu.
90 sonrası şiiri iyi takip ettiğini, şiir alanında bu dönemdeki yükseltilere dikkatle baktığını anlıyoruz Ekinci'nin. Yürüdüğü yolu, etkilendiği yönelişleri saklayıp gizleme gibi bir komplekse de sahip değil. Fakat İsmet Özel şiirinin onda ayrı bir yerinin olduğu muhakkak. Kitabın başındaki ithafta ayrı bir vurgu var İsmet Özel için. Şiirlerden birinin başlığı, Özel'in bir kitabının adını taşıyor: “Neyi Kaybettiğini Hatırla”.
Çocukluk, aile, nostalji, taşra dostlukları, munis aşklar, kötülük ve zulüm eleştirisi, modernizm ve yabancılaşmayla kavga, hüzün; şiirinin sokulduğu temaların başlıcaları Ekinci'nin. Fakat tekil bir konu ya da buluş üzerine yığmıyor şiirini. Hayat kadar, kendi yaşadıkları, anıları, gözlemleri kadar kitaplardan öğrendikleri de var. Dikkat çekici söz oyunlarına da, ironiye de, anıştırmalara da yer veriliyor şiirlerde. Biçim ve dize önemsenmekle birlikte, şiirde konuşan özne duygu ve düşünce sekmeleriyle hareketlendiriyor anlatımı. Ancak muhatabın sürekli değiştiği, anlatılandan çok sözün büyüsünün etkisinde kalındığı zamanlarda, şiirde bütünlük, iç örgü gevşeyebiliyor. Bazen, aynı şiirin çoğaltılmış biçimlerini okuyormuş gibi bir izlenime kapılıyor okuyucu. Bir kalıp bulunca onu fazlasıyla özgür / dağınık bir konuşmayla doldurma eğilimi, enerjik söyleyişe rağmen şiirin meselesini muğlaklaştırıp akılda kalmasını zorlaştırıyor. Yeni şiirlerinde bu sıkıntıyı aşmasını, içerik üzerinde biraz daha sabırlı ve bütünlüklü düşünmesini bekliyoruz Ekinci'den. Bir de samimiyeti gözetmekle birlikte sürekli bıçkın bir eda ile konuşmanın ötesine geçmeyi, şiirini bu eksende zenginleştirmeyi de denemeli İdris Ekinci.
Okuyan, şiiri üzerine kendisi de düşünen, yürüdüğü / geçtiği yoldaki konuklukların farkında olan, yeniliğe açık bir şair var karşımızda zira: “bu sayfaları göğe fırlattım mürekkebi döküldü ters koltuklara/ bunları, aklımın getirdiklerini daha getirecekleri var/ bir adım öncesi Hamlet bir adım sonrası Derrida”. (s. 23)
Hayata, bizim insanımıza ve evrenimize değen, o dünyada serpilip soluklanan şiirler içeriyor Uyku Kuşu. Kitaba verilen adı genel içeriğe uygun bulmasam da bence oldukça etkili, başarılı bir ilk kitap. İdris Ekinci'nin, neyi başardığını ve neyi kazandığını hatırladıkça daha sıkı şiirler yazacağına inancım tam.
Ali Emre
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)