Eleştiri daha çok şiirin, öykünün ve romanın nasıl olduğunu, ne şartlarda oluştuğunu bize anlatan, anlatmaya çalışan bir sahadır. Şiir dediğimiz mesele ne kadar da başkasını tekrardan ibaret olsa da bu tekrar da başlı başına biriciktir. Dolayısıyla tekrarın tekrarında da kendine has bir ifade biçimi vardır. Eleştiri yalnızca tekrar edileni değil, tekrarın tekrarını da kendine mesele eder ve handikaplarını tespit etmeye çalışır. Milyon şiir varsa, milyon da eleştiri vardır.
Diğer yazın alanlarına nazaran eleştiri ile şiirin irtibatı daha da kadimdir. Bunu Tanzimat döneminden alıp İkinci Yeni’ye kadar getirebiliriz. Çünkü yazın dünyamızın köklerinde şiir yatmaktadır. Eleştirinin de şiire bu kadar mesai harcaması şiirin önemini biraz daha belirginleştirmektedir.
“Dahası sağlıklı bir şiir geleneğinin oluşması ve tutunması isteniyorsa şiir, eleştiri ile kol kola yürümek zorundadır. Eğer bir milletin şiir birikimi kayda değer ve güçlü bir yapı arz etmiyorsa, o millet, şiir eleştirisini sağlam yapamıyor demektir.”
İdris Ekinci, Ebabil Yayınları'ndan çıkan “Poetik Fiiller” kitabında alıntıladığım şekilde bir izahta ve uyarıda bulunuyor. İyi şiirin adresini tespit edebilmemiz için şiir ve eleştiri arasında bir kan uyumunun olması gerekmektedir. Kan uyuşmasının olmaması durumunda cılız, ifade edilmeyen, neye karşılık geldiği belli olmayan bir şiir çıkacaktır ortaya. Yani şiir denilen olgu köksüzleşecek, gerçekliğinden uzaklaşacaktır.
İyi şiirin ne şartlarda ve nasıl oluştuğu konusunda fikir edinebilmemiz için yine eleştirmene başvuruyoruz. Eleştirmenin şiir üzerine izahlar yaparken dayanakları nelerdir? Objektif bir yaklaşım mı söz konusu yoksa dayanaksız, sadece duygu dünyasından hareketle oluşturmuş olduğu bir eleştiri mi söz konusu?
“Bir sanat eserini iyi veya kötü nitelendirilmesinde bulunmak aslında iki yaklaşım çerçevesinde mümkündür. Birinci yaklaşım, o esere herhangi bir kuram veya tutuma dayanmadan kişisel, öznel iyi-kötü yaklaşımıdır. Yani bir sanat eseri karşısında bulunan insan (eleştirmen) bir açıklama gereği duymadan, düşüncelerini temellendirme ihtiyacı hissetmeden o sanat eserine karşı sevdim sevmedim, iyi kötü yargılarında bulunabilir. Bunu yaparken de kendini herhangi bir kural, kaideyle sınırlı tutmaz.”
Ekinci eleştirmenin serbestliğini izah ederken eleştirmene niyetini ayan etmesini salık vermektedir. Eleştirmene öznel yaklaşımından dolayı herhangi bir taarruz söz konusu olmadığı gibi eleştirmen bu konuda özgürdür. Ancak sübjektif bir iddia ile gelen eleştirmen; kaynaklara, kaidelere uymak zorundadır. Bu zorunluluk hem eleştirmeni özgürleştirecek hem de makul eleştirinin yardımıyla şiirin nasıl olduğunu bize öğretecektir.
“Şiiri eleştirmek öyle her kişinin üstesinden geleceği, kolay halledilir bir iş değildir; o eleştirmen ki hem bir şair ruhu taşıyacak, hem de şiir dağarcığı vasat okuyucunun çok çok üzerinde olacaktır. Bu özellik de yetmez; eleştiri kuramlarından haberdar olacak ve nesnel olmaya, kötü niyetli olmamaya gayret edecektir. Yani önüne gelen bir eser üzerinde ileri geri, desteksiz, hercai düşünceler üretmek, eleştirmen ürünü olmayan laf kalabalığı niteliğindeki işlerdir. Eleştirmen kolay söylemek, acele davranmak marazlarından uzak durmalıdır. Kısaca komple bir duruştur eleştirmen olmak.”
Alıntıladığım bu kısmın eleştiri ve şiir namıma önemli hatta çok önemli olduğunu düşünüyorum. Her kimse oturduğu yerden ben artık şairim diyemediği gibi ben artık eleştirmenim de diyemez. Aksini iddia edenin şairliği de eleştirmenliği de net bir şekilde şaibelidir. Eleştiriye niyet edildiğinde “şair ruhu taşıyacak” ifadesini, Ekinci kitabında iki isimden hareketle anlatmaktadır. Birincisi üniversite edebiyat bölümlerinde kitapları okutulan ve kaynak oluşuna başvurulan Mehmet Kaplan’dır. Kaplan, şiire yaklaşırken şiirin iç anlamından çok kaportası ile ilgilenmektedir. Dışardan, ciddiyetle bakmaktadır. Özetle Kaplan’ın eleştirmeni olduğu şiire karşı tutumu çatık kaşlıdır. Ekinci’nin vermiş olduğu diğer bir örnek ki “şair ruhu taşıyacak” kategorisine uymaktadır; o isim de Cemal Süreya’dır. Süreya’nın “Şapkam Dolu Çiçekle” kitabını okuyan bir okur, Süreya’nın kitabını yazarken meseleye içerden baktığını hemen alır. Çünkü Süreya, eleştirisini yaparken oyuna, şarkıya dâhil bir tutum izler. Kaplan ise korunun şefidir. Mesela; “Folklor Şiire Düşman” yazısını hem Kaplan’ın hem de Süreya’nın kaleminden okuduğunuzu düşünün. Biri uçta bilimsel ve ciddi, diğeri ise içkin ve yumuşaktır. Burada Kaplan’ın mesaisini kötülemek gibi bir muradı yok Ekinci’nin, sadece şiire dâhil ve hariç olma durumunu izah etmek istiyor. Ekinci, eleştirmenin vasıflarını açıklarken özellikler sayıyor; şiir dağarcığının olması, kuramdan haberdar olması, nesnel olması ve en önemlisi kötü niyetli olmaması. Bizim günümüz eleştirisini bu asgari şartlara vurduğumuzda elimizde bulunan yekûn ne olacaktır? Bir derginin diğer dergiyi çekemediğinden dolayı türlü yalanları ve bel altı çalışmalarını bize eleştiri diye yutturmaya çalışması, birçok insanın da bu dolmaları yutmasını nereye koyacağız? Bu meseleyi dallandırıp budaklandırmadan benim âcizane tavsiyem Ekinci’nin tespitlerine kulak vermemiz olacaktır. Yoksa yapıp ettiklerimiz havanda su dövmekten başka bir şeye varmaz. Elimizde iyi şiir olmadığı gibi ahlaksız bir eleştiri ile haşir neşir oluruz.
Eleştirmenin okura karşı mesuliyetleri vardır. Şiir ve okur arasında bağı kurar, bu bağ kurma aşamasının sonrasında çekip gidemez. Ölene kadar bu mesuliyet devam eder. Hata yaptım gibi bir lüksü yoktur eleştirmenin. Ekinci şöyle diyor: “Eleştirmen, şiir ve okur arasındaki en güvenilir köprülerden biridir. Biridir diyorum çünkü eleştirmen her yönüyle güvenilecek bir şahıs değildir. Onun yaptığı şiire ulaşmada, onun dünyasına girmede bir pencere, bir yol açmaktır.”
Eleştirmen ağ bağlantısını sağlıyor ama sahihliği konusunda yazarın tereddütleri var. Haklı tereddütler bunlar. Doktordan dönen hastanın eczacı ile yaşadığı münasebettir bu. Eczacının hastaya doğru ilacı verip vermemesi ile ilgili bir hadise bu. Ya da uygun dozun ne kadar olduğunu tarif etmekteki hassasiyettir. Okur, eleştirmene karşı uyanık ve dikkatli olmalıdır. Tam bir teslimiyet içinde olmadığı gibi Ekinci’nin bahsettiği “pencereye” bakarken de sahih olup olmadığına dikkat kesilmelidir.
“Gelelim şaire. Şairler, özellikle genç şairler -yaşlılar zaten eleştiri eşiğini atlamışlardır?!- eleştirilmekten pek haz etmezler. Şiir yazan, şiirle yatıp kalkan herkeste biraz kibir vardır. Yaptıklarını eşsiz ve kusursuz görmek, bir şair için aşılması güç bir engeldir. Genç şairler çoğu zaman bir beğeni ve takdir beklerler. Bekledikleri gerçekleşmeyince de bir veryansın, bir kızgınlıktır alır başını gider.”
Alıntıda günümüz şiirinin durumunu izhar eden önemli tespitler var. Genç şair kibirli ve burnundan kıl aldırmaz, yaşlı şair ise -genellemeden- şiiri bitirdiği gibi, şiirine yapılan eleştirilere sürekli itiraz eder ve bir meydan okumanın içindedir. Alıntıda bahsedilen ve açıklamaya çalıştığım hasletler hastalık belirtisidir. Genç şair bu hastalığın varlığını kabul etmezse baştan yenilecektir. Yaşlı şair ise kendi namına oluşturduğu dokunulmazlık zırhını kaldırmazsa herhangi bir öğreticiliği olmayacaktır. Şiir dediğimiz hadise kendini güncelleyen, yenileyen bir durumdur. Şiire niyet edenin de bu gerçekliğe dikkat kesilmesi gerekmektedir. Güncelleme ve yenilenme durumu için de şiirde bulunan rahatsızlıkların bulunması lazım. Bunun için de imdadımıza yetişen eleştiri ve eleştirmendir. Eleştirinin uzağına düşen, yanına yaklaştırmayan, tahammül edemeyen, kibri ile yok sayan şiir yok hükmündedir. Karşılığı yoktur.
İdris Ekinci, Poetik Fiiler kitabında Cumhuriyet şiirinden Garip’e, İkinci Yeni şiirinden günümüz şiirine kadar olan atılımlarda, eleştirinin bu atılımların neresine düştüğünü açıklamaya çalışmış. Günümüz şiirine korkmadan gözdağı verirken, İkinci Yeni’nin halen borusunun öttüğünü ve günümüzde kuram diye öne sürülen girişimlerin yalnızca bireysel kalkışmalar olduğunu ifade etmektedir. “Bırak Seni Şiirin Anlatsın” yazısında pohpohlamanın, reklamın, kayırmanın iyi şiiri vermediğini, iyi şiirin kokusundan belli olduğunu ifade etmektedir. Yabancı eleştirmenlerin kitaplarını tahlile dayalı ve yerli eleştirmenlerin de kuramlarına dair önemli noktaları barındıran yazıları bizimle paylaşmaktadır. Deneme, öykü ve kuram kitapları da tahlil edilmekte ve kendine yer bulmaktadır.
“Poetik Fiiller”den hareketle şunu söyleyebiliriz: Ekinci, kitabın çıtasını çatarken herhangi bir tereddüt duymuyor. Çekici indirdiğinde acaba biri bir şey der mi endişesi yok. Net, açık ve sert. Kitabın genelinde isim vermemek gibi bir yaklaşımı var Ekinci’nin. Sebebi ise çekinceleri değil edebiyat ortamını iyi bilmesinin vermiş olduğu rahatlıktır. Ortamımız eleştiriye tahammül edebilen, tavsiye kabul eden bir ortam değildir. Sanal kurguların ve furyaların meseleye dâhil olmasından sonra 140 karakterli yazın alanları eleştirinin yapıldığı, eleştirilere cevap verildiği yerler olarak görülmeye başlandı. Daha da kötüsü buradan yapılan eleştiri ve eleştiriye verilen cevaplar sahih olarak görüldü. Çetrefil, kepaze, sulu bir ortam buldu bizi. Ekinci bu kepazeliğe mahal vermeden bir eleştiri yazıyor. Yoksa elinde kılıcı, kelle almaktan yana herhangi bir çekincesi yok. Kitabı okurken bunlara dikkat etmenin faydalı olacağını düşünüyorum.
İrfan Dağ
twitter.com/irfandag6