21 Aralık 2023 Perşembe

Halk içinde Hakk ile yaşayanların mektupları

Halk İçre Bir Ayine, "Allah Dostlarından Mektuplar" alt başlığını taşıyor. Tarık Velioğlu, Peygamber Efendimiz’in (sav) bir mektubuyla derlemeyi başlatıyor, ehlullahın mektuplarını derliyor ve ortaya hikmet pınarı çıkıyor.

Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde “Ümmetimin alimleri Ben-i İsrail’in peygamberleri gibidir” buyuruyor. Böyle olması, Rasulullah’ın marifeti temsil etmesinden ve Hakikat-ı Muhammediye olmasındandır. O, kapsayıcıdır. Diğer her nebi, geldiği kavmin derecesine göre vücut bulmuştur. Her arif alimdir ama her alim, arif değildir. Arifler, Peygamberimiz’in velayetinin takipçisidirler. Onlar, velayeti Peygamberimizden miras almışlar ve “Ben ilmin şehriyim” hadisi şerifinin sırrına ererek, marifet ilminin şehrine girmişlerdir. Marifet ilmine vakıf olduktan sonra da onlar artık Hakk ile Hakk olmanın zevkini tatmakla yaşamaktadırlar. Onlar nefislerini tahakkümleri altına almışlardır, benliklerinden soyutlanmışlardır, mutlak manada Allah’a teslim olmuşlar ve taklidi imandan tahkiki imana ulaşmışlardır. Kuran’ı Kerim’de belirtilen “yakin” mertebesine vasıl olmuşlardır. Allah’ın bir kudsi hadiste belirttiği “Kulum bana öyle yaklaşır ki ben onun gören gözü olurum, o benimle görür, ben onun işiten kulağı olurum o benimle işitir…” makamının sultanı olmuşlardır. Dolayısıyla onlardan işleyen Hakk’tır.

Onlar benliklerinden öylesine soyutlanmışlardır ki iradelerini dahi külli iradede eritmişlerdir. Sonucunda da kendi heva ve heveslerinden konuşamamışlardır, heva ve heves kalmamıştır onlarda. Böylece onların dilinden ilahi kelam sadır olmuştur. Onlar Hakk’ı anlatmış, Hakk’ı işaret etmiştir. Ariflerin sözlerini dinlemek, kişiyi Allah’a yaklaştırıcı bir vasıta işlevi görmüştür. Onların sözleri Kuran ve Sünnet kaynaklıdır, nasıl Allah’a yaklaştırıcı olmazlar ki? İşte o nedenle Halk İçre Bir Ayine bir kitaptan daha fazlası. Her sayfasında bir arifin marifet makamından sudur etmiş sözleri mevcut ve kalbimize işliyor. Arifler, Allah’ın kudsi hadisinde belirttiği “Yere göğe sığamadım, mümin kulumun kalbine sığdım” şeklinde buyurduğu hal üzere olduklarından onların sözleri doğrudan kalbe tesir eder. Onlar beşeri aklın tahakkümünden kurtulmuş, kalbî aklın esiridirler. Baş gözüyle görüntüyü görmenin ötesine geçmiş, kalp gözüyle görüntünün ardındaki tecelliye şahitlik etmişlerdir.

Eser böyle bir bilinç ile okunduğunda bir mürşidin önünde diz çöküp de talim etme işlevi görecektir. Nasıl görmesin ki barındırdığı her cümle doğrudan hakikat ağacının meyvesidir.

Örneğin Hasan Kabâdûz (ks) Hazretleri’nin kelamına kulak verelim ve işitelim:

Canınızı kendinizin bilmeyin, Hakk’ındır, Hakk’ın varlığındandır, belki varlığından değil, kendidir. Vücudunuza nazar edesiniz. Kendi vücudunuzdan gönlünüzü ayırmayasınız. Muhkem bekasını istediğiniz kimse kendi gönlünüzdedir. Kesrette ve vahdette kendi vücuduna bakıp hiç münfek olmayasınız, hep karındaşlar böyle edesiniz.

Hazret, dervişlerine kendilerine bakmalarını, gönüllerini kendilerinden ayırmamalarını tavsiye etmekte. Çünkü az önce bahsettiğimiz kudsi hadisin sırrına ermişlerden. Taşrada arayanın yanılacağını, Allah’ın onların gönüllerinde olduğunu belirtmekte. İnsan, dünyaya geldiğinde beşer kisvesine bürünür. Beşerlik, nefsi olmasındandır. Beşeri bilinci ve nefsi ile dünyevi arzuların, kaygıların avucundadır. Ve dünya ona perde olmuştur. Sadece dünya mı? Hayır. Beşeri bilinci de onun perdesidir. Perdeden sıyrılamayan için kalp sadece işlevsel bir organ hükmünde olacaktır. Gönle temas edenler, perdeden sıyrılanlardır. Perdeden azade olmuş aşıklar, gönüllerinde Hakk’ın sonsuz veshesini temaşa edeceklerdir. Vücudundan nazar etmekten kasıt, işte bu temaşa halidir. Mücahede makamının devamında müşahede makamı vardır. Müşahede makamı, bahsettiğimiz temaşanın gerçekleştiği makamdır. Oraya beşeri bilinç sahipleri ve nefis sahipleri giremeyecektir. Oraya girmenin yolu nefsine tahakküm etmekten geçer. Kişi beşeri bilinçten ve nefsinden sıyrıldığında benliğinden kurtulmuş olur. Benlik aradan kalktığında da geriye sadece Hakk kalır. Kesret, çokluk; vahdet, birliktir. Salik benliğinden kurtulup vahdete erecektir fakat halk içinde Hakk ile olacağından kesretten zahiren sıyrılamayacaktır. O zahirde kesret içinde olacak fakat manada vahdet denizinde yüzecektir.

İşte tüm bu nedenlerden dolayı Hüsâmeddin Ankaravî (ks) Hazretleri mektubunda şöyle diyor:

O sultanın zuhurunu kendi zuhurunuz zannetmeyesiniz. Elhasıl Hak gayreti ve erlik budur ki, Hakk’ın varlığını isbat edip, kendi varlığınızı ve Hakk’tan gayri ne varlık var ise, reddedip belki lanet edesiniz.” 

Zuhur, açığa çıkmaktır. Müşahede makamında açığa çıkan nur, temaşa edilir. Zahiri görüntülerin hepsi aslında Hakk’ın tecellisidir. Perdeli olanlar perdeyi yani görüntüyü görür, tecelliyi göremez. Hakk’ın dışındaki cümle mahluktan kurtulan, benliğinden azade olanlar ise Hakk’ın tecellilerini seyir ile zevkten zevke ererler. Mutasavvıfların dilindeki şarap, işte bu zevkin verdiği sarhoşluktur.

Onlar halk içindedir fakat Hakk iledirler. O nedenle onların nazarına erebilen, o nazardan Hakk’ı görür. Ayna, karşısındaki görüntüyü aksettirir. Onlar baktıkları her yerde Hakk’ın tecellisini gördüklerinden, onların gönül aynasından da Hakk akseder. Halk İçre Bir Ayine, halk içinde Hakk ile yaşayanların gönül aynasından Hakk’ın aksedişi sonucu zuhura gelen kelamların biz fakirlere aktarılmasıdır.

Allah cümle müminleri Hakk’ın temaşasına erdirsin.

Yasin Taçar
twitter.com/muharrirbey_

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder