29 Aralık 2023 Cuma

Âlemlerin, nübüvvetin, velayetin ruhu ve nuru yalnız O

"Kıyamet gününde Allah'ın veli kullarına yazdığı kitabın başlığı 'Ölmeyen hayy olan melikten, ölmeyen hayy olan melike' şeklindedir."
- İsmail Hakkı Bursevî (Rûḥu’l-beyân)

Evliya Çelebi'mizin "Üzerinde nur dolaşan ruhaniyetli bir şehir" dediği Bursa, "buruc-u evliya" diye bilinir, yani evliyalar şehri. O evliyalar içinde velut kalemiyle, zahirdeki ve batındaki aşk dolu mücadelesiyle mümtaz bir yere sahip şahsiyetlerdendir İsmail Hakkı Bursevî.

Zahirdeki mücadeleleri içinde Osmanlı ordusuyla katıldığı savaşlar da vardır, Bursa'da tesis ettiği dergâhına gelen misafirlerin ve taliplerin her türlü müşküllerini çözmek bahsi de vardır. Batındaki mücadeleleri ise bambaşkadır ki ehline malumdur. Yalnız şunu söylemek gerekir ki ilim sevgisiyle nice diyarları gezmiş, Hakk'ın tecelligâhı olan kalbine doğanları kendine saklamayıp halk ile paylaşmış, nihayet unutulmazlardan olmuştur.

Bursevî; tefsir, tasavvuf, hadis, fıkıh ve kelam sahasında pek çok eser kaleme almıştır. Özellikle Rûḥu’l-beyân insanda hayranlık bırakacak bir teferruata, dil zevkine ve ilim derinliğine sahip bir tefsir olmaklığının yanı sıra, insanda "Ne ara ve nasıl yazıldı?" sorularını da akla getirir. Elbette bu soruların da bir cevabı vardır ki yine ehline malumdur. Bursevî'nin tasavvuf sahasında yazdığı Kitâbü’l-Envâr, Rûhu’l-MesnevîTuhfe-i RecebiyyeTuhfe-i Halîliyye, Tuhfe-i BahriyyeRisâle-i Şerh-i Esmâ-i Seb‘aŞerh-i Ebyât-ı Hacı Bayrâm-ı VelîRisâle-i Hüseyniyye, Şerh-i Salavât-ı İbn Meşîş el'an ehl-i tevhidin ve ehl-i tarikin okuduğu, okuttuğu eserler arasındadır. 1725 senesinde alem-i cemâle göçmesine rağmen eserlerinde ve feyzinden verdiği kalplerde yaşamayı sürdüren Bursevî Hazretleri'nin her yıl mutlaka birkaç kitabı yayınevleri tarafından yeniden neşrediliyor yahut kolay bulunamayan eserleri gün yüzüne çıkartılıyor. Elbette bunlar arasında yeni tercümeler de yer alıyor. Mesela Şamil Yayınları tarafından neşredilen Şerhu Şuabi’l-îmân tercümesi fevkalade önemli. Bu yazıda bir nebze incelemeye çalışacağım ve Sufi Kitap tarafından neşredilen Mecîʾü’l-beşîr li-ecli’t-tebşîr tercümesi de öyle. Meraklısı muhakkak kitaplığına ve gönül dünyasına kazandırmalı diyelim ve kitaba geçelim.

Müjdelerle Gelen Elçi (Mecîʾü’l-beşîr li-ecli’t-tebşîr), Fakirullah Yıldız, Ömer Çınar ve Sehle Türkoğlu tarafından ilk kez çevrildi. Sure-i Saff'ın altıncı ayetinin (Hani, Meryem oğlu İsa, 'Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim' demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince, 'Bu, apaçık bir sihirdir' dediler.") tefsir edildiği kitapta Bursevî Hazretleri'nin bütün tasavvufî neşvesinden nasiplenmek mümkün. Bayramiyye tarikatının Aziz Mahmud Hüdâyî tarafından kurulan bir kolu olan Celvetiyye ekolünü, Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye nisbet edilen Ekberiyye geleneğini ve dolayısıyla Vahdet-i Vücud düşüncesini temsil eden Bursevî Hazretleri kitabında söz konusu ayeti tefsir ederken ilm-i ledün deryasından nice dalgaları da taliplerin gönül kıyılarına ulaştırıyor.

Eserin muhtevası her ne kadar Hz. Peygamber'in müjdelenme bahsi üzerine olsa da İsmail Hakkı Bursevî bazı şiirleri nakledip şerh etmesi ve İbnü’l-Arabî'nin tespitlerini yorumlaması noktasında da ne kadar maharetli olduğunu gösteriyor. Bazen de bir açıklamasını şiire bağlıyor. Hemen bir örnek vermek gerekirse: "Dinden kaynaklanan sürur, dünya sürurundan daha yücedir. Çünkü birincisi bakidir. Bundan dolayı ehlullâh batında hüsnühâl üzere daim olur. İkincisi ise fanidir. Bu yüzden dünya ehli daima gam ve sürur arasındadır." dedikten sonra Sa‘dî-i Şîrâzî'nin Bostan'ından şu mısralarını hatırlatıyor: "Cihana gönül bağlama, çünkü bîgânedir. Mutrib/çalgıcı gibi her gün bir hanededir."

Her ehl-i tevhidde olduğu gibi İsmail Hakkı Bursevî de Efendimize hürmetin her şeyin başı olduğunu söylüyor. Tasavvuftan bir nasibi varsa kişinin, buna ancak Efendimize olan sevgisi ve sadakati ile kavuşabileceği tekraren anlaşılıyor. Şu küçük fakat çok değerli misal, Mevlid'in de neden her devirde başımızın tacı olduğunun bir hakikati aynı zamanda: "Fahr-ı Cihân Efendimiz'in gönderilmesine sevinmenin alametlerinden biri de çok asırlardan beri ümmetin salihlerinin ve âlimlerinin yapageldikleri gibi mevlit okumak ve O'nun dünyayı teşrifi anıldığında ayağa kalkmaktır."

Zaman zaman marifet ehlinin özelliklerinden de bahseden Bursevî Hazretleri, 'vaktin oğlu' olma meselesini "Sufi vaktin oğludur denilmiştir. Yani bu ânın oğludur. Şimdiki zaman, sufinin annesidir; sufi de mazi ve müstakbelin değil o annenin oğludur. Çünkü mazi ve müstakbel, zamanın annesinin nispetlerindendir. O annenin bir şeye izafeti ve çocukları, kendisinin belirlenmesiyle belirlenir. 'An, içinde bulunduğu durumdur' ve bazı kâmil kimselerin misak günü hakkındaki 'Biz, şu anda o gündeyiz' sözleri buna delalet eder" şeklinde yorumlarken "Ben de 'Biz de şu anda ahiret günündeyiz' diyorum. Çünkü âriflerin kıyameti daimidir. Onlar katında kıyamet günü sürekli hazırdır." diyerek bir tasavvuf dersi mâhiyetindeki Şemseddin Sivâsî'ye ait meşhur nutk-i şerifin şu dizelerini hatırlatıyor: "Mûtû kable en temûtu sırrını fehm eyleyen / haşr u neşri gördü bunda nefha-i sûr olmadan."

Efendimizin velayet ve nübüvvet sırlarına ilişkin bugüne uzanan ve şüphesiz geleceğe de uzanacak olan hakikatlerini Bursevî Hazretleri pek mahirane dile getiriyor. Okurken insanın çalkalanıp taşmaması mümkün değil. Bu çalkalanıp taşma hiç şüphe yok ki Efendimizin mübarek adları, feyizleri ve şefaatleri sebebiyledir: "Bil ki Nebimiz için velayet ve nübüvvet nuru olan iki nur vardır. Nübüvvet nuru, bu dünyadan intikal ettikten sonra şeriat sûretinde zâhir oldu. Ümmetin âlimleri her asırda kendi zamanlarında Nebi'nin ikame ettiği gibi, hükümleri ve şer'î kanunları ikame eden nebiler gibi oldular. Hazreti Peygamber'in ümmetinden ilmiyle âmil olan her âlim için nübüvvet mertebesinden ve Ahmed ve Muhammed isimlerinden bir pay vardır. Böylelikle sanki Nebi kıyamete kadar bizim aramızda mevcuttur... Nebi'nin velayet nuruna gelince o, gavs-ı azam denilen kutupta zâhir olur. Diğer kutuplarda ve mertebelerine göre diğer ricâlde de böyledir. Onlar her asırda, altı bin yıl süre zarfında gönderilen nebilerin adedincedir. Bu rahmet olunmuş ümmete bir bak! İstidat açısından ne kadar kuvvetli, irşad açısından ne kadar mükemmeldirler."  

Bir seyr u sülûk gördüğü esnada vefat eden kimsenin akıbetine dair Bursevî Hazretleri pek mühim bir tasavvufî hakikati hatırlatıyor. Bu hatırlayış, talipler için bir ferahlık vesilesi olacaksa da aynı zamanda silkinmeye de vesile olmalı: "Ölüp de sülûku nakıs bırakan kimse istidadı miktarınca kemâl ehline ilhak olacaktır. Çünkü o, bu yolda ölmüştür. Şayet bir mani çıkmasaydı elbette hakiki menzile varırdı. Buna Allah Teâlâ'nın şu kavli delalet eder: Kim Allah ve resulü uğrunda hicret ederek yurdundan çıkar da sonra ölüm onu yolda yakalarsa artık onun mükâfatını vermek Allah'a aittir." (Bu ayet için kitabın dipnotunda İsrâ 100 yazılmış, Nisâ 100 olmalıydı.)

İsmail Hakkı Bursevî Kitaplığı'nın bu ilk eserinin hayırlara vesile olmasını diliyorum. Sufi Kitap, meraklılarda böylece büyük bir heyecan uyandırmış oluyor. Yeni Bursevî kitapları için eşikte bekliyoruz.

Yağız Gönüler
twitter.com/ekmekvemushaf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder