Teyzeler ve Maymunlar, Fatma İçyer’in Dergâh Yayınları etiketiyle çıkan ilk kitabı. Ayşe Nur Biçer’in editörlüğünü yaptığı kitap, on dört öyküden müteşekkil. Bir ilk kitaba göre şaşırtıcı derecede olgun. Daha ilk kitabıyla sesini bulmuş, öyküde kendi gerçekliğini inşa etmiş bir kalemle karşı karşıyayız. Bana bu yazıyı yazdıran bu hayret duygusu zaten.
Fatma İçyer’in öyküye mesai harcadığı ve öyküye dair derinleştiği aşikâr. Ne yaptığını bilen, öykü tekniklerine hâkim bir yazardan bahsediyoruz. Döngü, Annemle Aramızdaki Karpuz Kabuğu, Kafam Dolu Koynum Boş, Teyzeler ve Maymunlar özellikle aklımda kalan ve dönüp dönüp okuyacağım öykülerden.
Fatma İçyer’in öyküleri ailenin dişlileri arasında ufalanan bireyleri hikâye ediyor. Ailesi tarafından sistemli bir şekilde duygusal istismara uğrayan farklı karakterlerin olup bitenler karşısında yaşadıklarını anlamlandırma çabalarına ve bu çabanın akamete uğramasıyla bir yabancılaşmaya evrilen hadiselere tanık oluyoruz. Duygusal istismara uğramış kişilerde görülen aileden uzaklaşma, bağımlı kişilik örüntüsü ve en çok da değersizlik duyguları yaşayan karakterler bir çıkış bulamıyor ve acıyla karşı karşıya kalıyor. Kitap da zaten Oğuz Atay’dan bir alıntı ile açılış yapıyor: “Bir de ne görsün, hayatta bilmediği acılar da varmış.”
Yarası olan karakterlerin hikâyelerini okuyoruz kitap boyunca. Her okurun bir hikâyede kendini bulabileceği türden yaralardan bahsediyorum. Ve sanki o yaraları sağaltmak için yazıyor yazar. Hayatla arasındaki makas açıldıkça anlatarak iyileşmeye çalışan karakterlerin öyküsü. Bazen modern aileden dem vuruyor olsa da genellikle taşradaki geleneksel aile ile derdi var yazarın. Bazı hikâyeler Nuri Bilge Ceylan filmi gibi geldi mesela. Atmosfer olarak da öyleler. Kitaba ismini veren Teyzeler ve Maymunlar öyküsünde şöyle diyor: “Bir çift delici göz, kocaman bir yer sofrası, dokuz yaşındayım, kadınların eksikleri tamamlama çabası, içi kof bir aileyi bir araya getirmeye çalışan en büyük yenge, yeğenler, dayılar, teyzeler, anneler, babalar bu sofranın etrafında toplanmış. Üstüne on çeşit yemek koysan da içine doğru bükülen, tabaklardaki bütün yemekleri bir çırpıda yok eden, orduları doyuracak kadar yemek varken küçük bir aileyi bile doyurmayan bir sofra.”
Fatma İçyer ender görülen bir şekliyle öyküde imge kullanıyor. Bir şair edasıyla mısralarla değil cümlelerle yapıyor bunu. 110 beden sutyen giyen bir maymun imgesiyle genç bir kızın yaşadığı travmayı anlatıyor. Bazen bir metafor karşılıyor bizi, bazen de ironi. Tüm bunlar çoğul okumalara imkân sağlıyor ve böylece yazarın kurmuş olduğu gerçeklik kendi sınırlarını zorluyor. Eksiltili anlatım yolunu seçerek boşlukları okurun doldurmasını da sağlıyor.
Babaanne, rüya, ev, aile, gurbet gibi motifler çokça tercih edilmiş. Özellikle rüya motifi ön plana çıkıyor. Rüya aracılığıyla yazar okuyucuya karakterin iç dünyasını, gizli arzularını ve duygularını göstermeye çalışmış. Ayrıca birden fazla öyküsünde denk geldiğimiz uzuv kaybını beden-benlik bütünlüğünü tehdit eden acı deneyiminin ruhsal dinamiklerine bağlamak mümkün.
Modern öyküde şahit olduğumuz yeni birçok tekniği barındıran öyküler karşılıyor bizi. Dilde belirli bir seviyeyi tutturmuş, dile eğilen, titizlenen bir üslubu var Fatma İçyer’in. Bu haliyle ne mutlu Türk Öyküsüne demek geliyor içimden.
Kenan Yusuf
twitter.com/knnysf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder